“Çözüm İçin Müzakere, Barış İçin Eşitlik” adıyla başlatılan kampanya etrafında HDP Eşbaşkanı Fatma Gök, HDK Milletvekilleri Sebahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü, Levent Tüzel, Sırrı Süreyya Önder ve HDK yürütmesinden oluşan heyet, “Karadeniz Turu” düzenlemişler; bu tur, öncesiyle sonrasıyla ülke gündemini uzun bir süre meşgul etmişti.
Gezi Çorum’dan oldukça olumlu bir atmosfer eşliğinde başlamış, Trabzon’a kadar uzanması planlanmıştı ancak önce Sinop, sonra da Samsun’da yaşanan olaylar neticesinde programın geri kalan kısmı ertelenmek durumunda kalmıştı. Gezinin gerçekleşmesinden haftalar önce, Sinop ve Samsun şehrindeki faşist güruhlar, savaşa hazırlanır gibi hazırlanmaya başlamıştı. Yerel gazetelerde ve sosyal medyada boy boy, gerek mülki amirlerin gerekse de siyasi parti yöneticilerinin “onların ne işleri var burda” şeklindeki görüşleri paylaşılıyor, provokasyon havası büyütülmeye çalışılıyordu. Sol – sosyalist kurumların ve demokratik kitle örgütlerinin kapıları altından “Türkçü ve Milliyetçi Cephe” imzasıyla “tehdit” bildirleri bırakılıyor, kendini “taraftar grubu” olarak adlandıran ekipler tarafından sosyal medya üzerinden savaş çığırtkanlığı yapılıyordu.
Sonuçta, Sinop’ta HDK heyeti 9 saat boyunca, halk toplantısının yapılacağı öğretmen evinde mahsur bırakılmış, taşlanmıştı. Samsun’da ise HDK niyetine 78’liler, Halkevi, TKP’nin bulunduğu bina taşlanmış, yine toplantının yapılacağı düğün salonunun önünde faşist çeteler birikmiş, bu çeteler salona giriş çıkışı kontrol altına almaya çalışmışlardı.
Sinop ve Samsun’da yaşanan bu olaylar, birçok değerlendirmeye yol açtı. Ancak bu değerlendirmelerin temel ekseni, Karadeniz halkının barış istemediği üzerine şekilleniyordu. Zaten Karadeniz halkı ırkçı ve şovenist özellikler taşıyordu, bu değerlendirmeleri yapanlara göre. Karadeniz’de örgütlü ırkçı ve şoven çetelerle, özel harp çetesinin Karadeniz’e özgü planlarının olduğu söylenebilir; ancak Karadeniz halkının, “genetik” ya da “coğrafi şartlar” dan dolayı diğer halklardan daha ırkçı, daha şovenist olduğunu söyleyebilmek, akla ve bilime aykırıdır. Karadeniz halkı, öyle “ver gazı” sokağa çıkıp birilerini linç etsin, orayı burayı taşlasın, sorgulamadan, düşünmeden kendine ne söyleniyorsa ona inansın anlayışında bir halk değildir. Trabzon’da TAYAD’lılara yapılan linç girişimine, Ahmet Türk’e atılan yumruğa, Rahip Santoro cinayetine, Ogün Samast’lara, Yasin Hayal’lere rağmen böyle bu. Bu yaşanan olayların hiçbirisinin doğrudan Karadeniz halkının “hassasiyeti” ya da “tepkisi” sonucu ortaya çıktığı söylenemez. Karadeniz’in “barış istemediğini” anlatmaya çalışan bu ortamın hangi güçler tarafından yaratılmaya çalıştığı sorgulanmalıdır.
HDK heyetinin halkla buluşması, özel olarak örgütlenmiş faşist çeteler tarafından engellenmeyip; Karadenizli teyzelerle, kahvede çakır gözlü amcalarla, işsizlikten uyuşturucu batağına saplanmış gençlerle, ağır çalışma koşulları altında ezilen işçilerle buluşulup sohbet edilebilseydi, birilerinin köpükleri ağzında kalacaktı. Belki tartışırlardı, kavga da ederlerdi ancak bu kavgalarında bile bir sevgi, bir anlayış olurdu. Karadeniz, en çok asker cenazesi kaldıran bölgedir, bu doğru. İşte tam da bu yüzden, bir daha insanlar ölmesin diye en çok onlar anlamaya, çözmeye çalışırlardı. Kafası bulandırılmış gençlere, beyaz bere takan çocuklara yine onlar engel olurdu.
Sinop ve Samsun’da yaşanan olaylar, asıl olarak, “barış” söylemiyle Karadeniz halkının buluşmasını engelleme planından başka bir şey değildi. Eğer Karadeniz halkı gerçekten “şovenist” bir halk olsaydı, HDK heyetinin halkla buluşması, günler öncesinden planlanan bir engellemeye maruz bırakılmazdı. Bu gezi planlandığı gibi, halkın barışa nasıl baktığı, barış sürecine dair taleplerin veya beklentilerin ne olduğunun konuşulabildiği bir gezi olamadı, o yüzden böyle bir ortamdan yola çıkıp, halklar barış istemiyor diyebilmek mümkün değildir.
Bu coğrafyada barışı gerçekten istemeyen, savaş ortamından beslenen örgütlenmelerin bulunduğu açıktır. Bu örgütlenmelerin özel olarak faaliyetleri, toplantıları, eylemleri engelleme çabaları da görmezden gelinemez. Yaşanan olaylar da bunlardan bağımsız olarak değerlendirilemez. Ancak bu tip örgütlenmelerin gerçekleştirdikleri eylemleri bir bütün olarak Karadeniz halkına maletmek, toplumbilimden bihaber olmakla açıklanabilir ancak.
Kürt özgürlük hareketinin yıllardır sürdürdüğü mücadelenin kazanımları etrafında müzakerelerin başladığı ve barışın her zamankinden daha çok dillendirilmeye başlandığı bu süreçte, gerçek bir barış ortamını tesis edebilmek, ancak eşitlik ve kardeşlik temelinde mümkün olabilir. Pek tabii ki, savaş politikalarının devamını isteyen ve bundan beslenen güçler, böyle bir ortamın yaratılmasına engel olmak amacıyla tüm olanaklarını devreye sokmak için seferber olacaklardır. Samsun ve Sinop’ta da yaşanan budur. Irkçı ve faşist çetelerin Karadeniz’de yaratmaya çalıştığı geleneği temizleyecek olan, bu ırkçı-şovenist hezeyanı ortadan kaldıracak olan, gene Karadeniz halkının kendisi olacaktır. Çünkü Karadeniz’in de barışa, hiç olmadığı kadar ihtiyacı var.