“Hepimiz kanımızda sosyalizm mirasından bir parça taşıyoruz!” desek ne düşünürsünüz? Kuşkusuz bu ifadeler kulağa abartılı, süslü ve ajitatif geliyor. Ancak bu bir metafor değil. Bugün zorunlu aşı takvimi kapsamındaki çocuk felci (polio) aşısı, Sovyet bilim insanlarının çabasıyla yaygınlaştı. Yani Sovyetler Birliği’nin alamet-i farikalarından kamu sağlığı sistemi, sadece tüm yurttaşlarına ücretsiz hizmet sağlamakla kalmadı, aynı zamanda tüm dünya çocuklarına bir armağan bıraktı.
Hikayemizin kahramanı Sovyet Bilim İnsanı Mikhail Çumakov (1909-1993). Tıpkı ‘kanımızdaki sosyalizm’ gibi ‘kahraman’ ifadesi de Çumakov için mübalağa sayılmaz. Onun sayesinde çocuk felci aşısı yaygın olarak dünyada uygulanmaya başlandı. Bu bile başlı başına ‘kahraman’ demek için yeterli olsa da, o, yaptığı fedakarlıklar ile bilim tarihine geçer. İnsanlığın hayatını değiştirecek çalışmaları sırasında kolunu feda etmek zorunda kalan bir hekimdir.
Bir baytarın oğlu olarak, köyde dünyaya gelir. Ekim Devrimi ile birlikte kendi potansiyelini gerçekleştirme fırsatı bulur ve doktor olur. O yıllarda Sovyetler Birliği’nin en doğusundaki Uzak Asya bölgelerini kasıp kavuran ölümcül kene hastalıkları ile mücadele ve teşhiste öncü rolü oynayan ekipte yer alır. Ardından Kırım Kongo kanamalı ateşi (KKKA) hastalığı ile mücadelede büyük başarılara imza atar. Çumakov, keneyle geçen ensefalit (TBE) üzerine çalışırken virüsten etkilenen bilim insanlarındandır. Hatta bu sebeple felç geçirerek sağ kolunu kaybeder. Yine de halk sağlığı çalışmalarına devam eder. Kırım’daki vakaların kenelerle ilişkisini ortaya çıkartır.
Sonraki yıllarda Çumakov, kendi gibi bir virolog bilim insanı olan eşi Marina Voroşilova ile birlikte Moskova’da bir araştırma merkezinde çocuk felci üzerine çalışmalar yapmaya başlar. Bu sırada yolu ABD’li meslektaşı ile kesişir: Albert Sabin. ABD’de 1950’lerde artan çocuk felci vakaları ile birlikte, Sabin, ağızdan alınan ve bir miktar zayıflatılmış virüs içeren bir aşı geliştirir. Fakat muhafazakar çevrelerin muhalefeti ile karşılaşır. Devlet destekli laboratuvar/deney sürecinin Washington tarafından ‘kârlı’ bulunmayışı sebebiyle Sabin’in aşısı ilaç şirketlerinin ilgisini çekmez. Bu yüzden aşının yaygın kullanımı ABD’de geliştirilemez. Hem aşıya en gelişkin halini vermek hem de deney sürecini tamamlayabilmek adına Sabin ve beraberindeki ABD’li bilim insanları, konu ile ilgilenen Çumakov-Voroşilova ekibi ile iletişime geçerler.
İki ekibin ortak araştırma ve aşılama programlarının ardından Sovyetler Birliği’nde yapılan aşılama süreci başarı ile tamamlanır. 1960 yılına gelindiğinde Çumakov ile koordineli çalışarak -yüzde 80’i Sovyetler Birliği’nde olmak üzere- 60 milyondan fazla çocuk Sabin aşıları sayesinde polio bağışıklığı kazanır. Bu başarıdan sonra oral polio aşısı dünyanın birçok yerinde uygulanmaya başlanır. 1962 yılında ülke çapında ilk kitlesel aşılama kampanyasına başlayan ve 1963 yılında da polioyu eradike eden ilk ülke Küba olur. Dünyaya yol gösteren Küba örneği sayesinde bugün polio bir halk sağlığı sorunu olmaktan çıkar*.
Kapitalist ilaç şirketlerinin ‘kâr’ beklentisi nedeniyle uygarlığın ulaşamadığı eşik, sosyalizmin insan hayatını kârın önüne koyan anlayışıyla net bir şekilde aşılır. Çocuk felci aşısı, bir tekelin altında piyasa sürülmez. Çumakov’un enstitüsü tarafından 60’ı aşkın ülkeye gönderilir.
Peki çocuk felci aşısının keşfi ‘münferit bir başarı hikayesi’ mi? Çumakov’un bireysel çabası göz ardı edilemeyecek kadar büyük. Fakat bu başarıya giden yolun taşları, son derece ayrıntılı bir şekilde dizayn edilmiş bir sağlık sistemi tarafından döşeniyor.
Sovyetler, dünyanın ilk sağlık bakanlığını Ekim Devrimi’nin hemen ardından kuran ülkedir. Aynı zamanda ‘önleyici tedbirlere’ odaklanan özgün bir sağlık modeli ortaya koyar. Bugün ‘halk sağlığı’ olarak bildiğimiz bu sistem daha sonra Sovyetler Birliği’nin ilk Sağlık Bakanı Dr. Nikolay Aleksandroviç Semaşko’nun ismiyle anılacaktır. Sovyetler Birliği, kurduğu sistemle birlikte ücretsiz ve kaliteli sağlık hizmeti alma hakkının herkes için geçerli olması gerektiğini ve olabildiğini bize net bir şekilde hatırlatır.
Hatta sadece kanımızdaki aşı ile sınırlı değil; bugün devamlı kırpılan toplumsal güvenlik haklarımızın da büyük bir bölümünü Sovyetler Birliği’nin varlığına borçluyuz dersek abartmış sayılmayız. Sosyalist bir alternatifin varlığı, sermayenin bu ‘tehdidi’ ensesinde hissetmesine neden oldu. Dönemin ekonomik koşullarına ek olarak biraz da bu nedenle 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısı başlarken ‘sosyal demokrasinin’ altın çağı yaşandı. Böylece kapitalist ülkelerde devam eden toplumsal mücadelelerin itkisiyle çalışma, sağlık, eğitim gibi alanlarda bir dizi sosyal reform daha kolay yapılabildi.
Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile birlikte neoliberal karşı saldırı, kaybettiği mevzileri geri almak üzere geri döndü. Hâlâ da aynı kuşatma altında yaşıyoruz. Çok uzağa gitmeye gerek yok, bugün Türkiye’de binlerce insan, ciddi hastalıkları olan çocuklarının masraflarını karşılayabilmek için meydanlarda topladıkları bozuk paraları biriktiriyor.
Geçtiğimiz yüzyılın toplumsal mücadelelerinden doğan sosyalizm deneyimleri, bugün cisim olarak karşımızda değil. Bu yüzden kimilerine soğuk birer hatıra gibi görünüyor. Bıraktıkları miras ise ‘idari’ varlık ile sınırlı sayılmaz. Gündelik hayatta sahip olduğumuz ve her geçen gün biraz daha budanan pek çok toplumsal hakkın geçmişi, doğrudan ve dolaylı olarak sosyalist deneyimlerin gölgesinde şekillenen bu mücadelelere dayanıyor.
Çumakov’un sundukları, kâr yerine toplumsal ihtiyaç ön plana konulduğunda nelerin değişebildiğini en sade şekilde gösteriyor.
* İlaç ve Aşılarda Patent Koruması, Özce Esma Pala, Arş. Gör. Farmasötik Toksikoloji Ana Bilim Dalı, Yeni Yüzyıl Üniversitesi