İlerici Enternasyonal Eş Genel Koordinatörü David Adler, sınır dışı kararıyla serbest bırakılmasından sonra Amman’dan paylaştığı bu özel tanıklığında , İsrail işgal güçlerinin Filo’ya saldırısının ve gözaltındaki Filo üyelerine yönelik –dayak, tecrit, yiyeceksiz, susuz ve ilaçsız bırakma ve psikolojik şiddeti içeren- kötü muameleleri anlatıyor. Filo üyelerinin başına gelenler, binlerce Filistinli rehinenin her gün yüz yüze geldiği sistematik gaddarlıkla karşılaştırıldığında çarpıcı olmaktan çıksa da, İsrail rejiminin işleyişindeki kurumsallaşmış dokunulmazlığın anlık bir görüntüsünü sunuyor.
İE tarafından anlaşılırlığı artırmaya yönelik çok az düzeltmeyle yazıya dökülen sesli mesajın Türkçe çevirisini yayımlıyoruz. – SH
***
Ben David Adler; Nakab Çölü’ndeki anlatılmayı bekleyen korkunç koşullar altında Küresel Sumud Filosu’nun başka yüzlerce üyesiyle birlikte beş gün tutulduğum tecrit kampından yeni kurtulmuş olarak şu anda Ürdün, Amman’dayım.
Tecrit ve işkence
İsrail deniz kuvvetleri tarafından yasa dışı olarak ve şiddet kullanılarak yolumuzdan alıkoyulduk. Durdurma görüntülerinin büyük bölümü kapalı devre kameralarla saptanmıştır. Gemimizi tahrip etmeye ve batırmaya çalışan bir mavna tarafından hedef alınan Ohwayla gemisindekiler gibi bazılarıysa kaydedilememiştir. Gemilerimiz ve eşyamız bizden çalındı. Kaçırıldık, giysilerimiz çıkarıldı, plastik kelepçe takıldı, gözlerimiz bağlandı ve yiyeceğe, suya, hukuki desteğe erişme olanağımız olmaksızın polis arabasıyla bir tecrit kampına gönderildik. Beş gün boyunca zaman zaman psikolojik işkenceye uğradık.
İnsanlar hücrelerinden tek tek alınıp düzenli olarak dövülüyor, ellerinden ve ayaklarından kelepçeleniyor ve tecrit hücresinde tutuluyordu. Bu her gün defalarca oluyordu. Filodaki şeker hastaları için hayati olan ensüline erişim gibi en temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılıyorduk. Kısacası, tam da Ulusal Güvenlik Bakanı İtamar Ben-Gvir’in vaat ettiği gibi bize terörist muamelesi yapılıyordu.
Yolumuzun kesilmesinden sonra karada attığımız ilk adımımızdan itibaren şiddet uygulanarak boyun eğmeyi ifade edecek şekilde dizlerimizin üstünde durmaya zorlandık. Filo’daki iki Yahudi, Ben-Gvir’le birlikte -silahlı adamlarının aşağılamaları altında İsrail devletinin bayrağına bakarken- gözükecekleri bir mizansen fotoğraf için arkalarından yakalanarak gruptan ayrıldı. En temel haklarımızın ardı ardına ve sistematik olarak ihlal edildiği beş günlük karabasan böyle başladı. Farklı hücre bloklarından farklı haberler geliyordu. Hepsinde aynı olan bilgi hepimizin yiyecekten ve sudan yoksun bırakıldığımızdı. Vardiyalı çalışan görevlilerin bireysel kaprislerine bağlı olarak ilaca erişme olanağından da her zaman yoksun bırakılıyorduk.
Her tür tıbbi bakım isteği reddediliyor ya da ucu belirsiz biçimde erteleniyordu. Avukatlara ya da hukuki temsilcilere ulaşma olanağımız yoktu. Konsolosluk servislerine durumumuza ilişkin herhangi bir bilgi aktarılamıyordu. Bize karşı başka psikolojik savaş araçları da kullanıldığını söylemeye gerek yok.
Filistinlilerin her gün uğradığı muamele
Filo üyesi insani yardım gönüllüleri olağan bir hapishaneye alınmadı. Nakab Çölü’nün ortasına, Mısır sınırı yakınlarına sürüldüler. Her gece Gazze’yi bombalamaya giden F-16’ların, F-35’lerin tepemizden geçtiğini duyuyorduk. Gündelik olarak köpeklerin tehditkâr havlamalarını duyuyorduk. Bizi korkutmak ve yıldırmak için göz yaşartıcı gazları, zırhları ve kurt köpekleriyle özel timler her gün hücrelerimize geliyordu.
Bunlar hiç de olağan hapishane koşulları değildi. Kuşkusuz, Filistinlilerin her gün katlandığı muameleyle karşılaştırıldığında bütün bunlar hafif kalıyor. Şu anda 11 bin Filistinli süresiz olarak tutuklu -İ srail tarafından terörist olarak tutulduğumuz bu tecrit kampında da varlar.
Henüz anlatılmamış olansa, insani yardım görevi yapanlara nasıl muamele edildiği. Bize hiçbir zaman bir suç işlemiş olduğumuz söylenmedi. Hiçbir zaman avukatla, savcıyla birlikte bir yargıç görmedik. Bir tek yargıç gördük, “Evinize dönmek istiyor musunuz?” diye sordu. Biz de “Elbette,” dedik, “evimize dönmek istiyoruz. Buraya gelmeyi istemiyorduk. Buraya kaçırılarak ve yasadışı olarak gönderildik.”
Dolayısıyla bu kampta olağan koşulların neler olduğuna bakmak hikâyenin can alıcı bir pçıkarıarçası. Kampta kimler tutuluyordu? Biz neden oraya gönderilmiştik? Bu kampta insanlar nelere katlanıyor? Tutuklanmamız, bizi koruması gereken temel uluslararası insancıl hukuka toptan aldırışsız kalan İsrail devletinin ne kadar haydut olduğunu ortaya çıkarıyor.
Ben-Gvir – Trump işi kâbus
ABD delegasyonu ve bugün –ABD delegasyonu ele alındığında hiçbir konsolosluk hizmetinden yararlanmaksızın- daha yeni serbest bırakılan diğerleri adına vermeye çalıştığımız can alıcı mesaj budur. Ürdün sınırına vardık ve ABD Konsolosu dedi ki: “Biz sizin bakıcınız değiliz. Yemeğiniz yok, suyunuz yok, paranız yok, telefonunuz yok, bineceğiniz uçak yok, vizeniz yok. Sizi doğru havaalanına götürüyoruz, sonra başınızın çaresine bakarsınız. Biz sizin bakıcınız değiliz.” Söylenmesine ihtiyacımız varmış gibi bunu bize dört beş kez tekrarladılar.
Son birkaç gün içinde yaşadığımız Ben-Gvir – Trump işi kâbus budur. Sonuçta sadece yardımı ulaştırmaya çalışan aktivistler, öğretmenler, hemşireler, sağlık emekçileri ve dünyanın dört bir yanından insanlardan oluşan bu gruba Ben-Gvir ne istiyorsa yaptı -terörist muamelesi gördük.
Not: Al Mezan İnsan Hakları Merkezi, birçok Filo üyesinin de tutulduğu tescilli en-Nakab (ya da Ketsiot) hapishanesindeki Filistinli tutsakların içinde bulunduğu koşulları belgelemişti. Kuruluşun internet sayfasında hapishane hakkında daha çok bilgi bulabilirsiniz.
* SH’nin notu: David Adler fotoğrafta en sağdaki gözlüklü ve beyaz tişörtlü kişidir.