Her ağızlarını açtıklarında “maden olmasa ne yaparız?” diye çaresizliklerini dile getiren işçilere birilerinin “biz olmasak maden ne yapar?” diye sordurması gerekiyor
Bugünden 15-16 Haziran’a bakabilir miyiz? Soma’dan nasıl bakabiliriz mesela 15-16 Haziran’a… Bir yanda sel olmuş akan, önüne kattığı her şeyi yıkıp geçen ve ancak kendi örgütünün çağrısıyla durdurulabilenler, diğer tarafta uğradıkları toplu katliamla neye uğradığını şaşıranlar…
DİSK 15-16 Haziran’ı Soma’da sembolik bir etkinlik yaparak kutladı. İsabetli bir karar. DİSK’in bu eylemini “İki fotoğraf arasındaki 7 farkı bulun” diye okumak lazım. Baktığımızda gördüğümüz 7 değil saymakta zorlandığımız kadar farkı arayıp bulmak sınıf mücadelesi örgütlerinin görevi.
Ama sanırız en göze batan fark “irade” meselesidir. Bir tarafta kendi iradesini eline almış ve kullanmakta tereddüt etmeyen bir sınıf iradesi, diğer tarafta gününü, yarınını, ekmeğini, suyunu, çoluğunu çocuğunu sermayenin ve devletin insafına bırakmış bir çaresizlik… Kuşkusuz bu çaresizlik sadece Soma’da yaşanmıyor, her yanımız sermaye sınıfının ve devletin iradesiyle kuşatılmış durumda. Belki de tersinden okursak Soma en cesur şekilde bu kuşatmayı yırttı. Bu kuşatmayı açığa çıkarmak ve sonuçlarının en yıkıcı haliyle nasıl olabileceğini göstermek için bilerek ve isteyerek kendilerini gömdüler madenin derinliklerine!
Her ağızlarını açtıklarında “maden olmasa ne yaparız?” diye çaresizliklerini dile getiren işçilere birilerinin “biz olmasak maden ne yapar?” diye sordurması gerekiyor. Bu soru çok güçlü bir işçi iradesinin beyninde şekillenir ve sınıf mücadelesine olan inançla hayata dair bir soru olarak insanların nefes alıp verdiği bütün mekanlara dolar. 15-16 Haziran bu soruyu sorma bilincine sahip ve cevabını da verme iradesine sahip işçi sınıfının eseridir. Kapitalist düzenin partilerine, parlamentosuna, askerine, polisine topyekun ayağa kalkıştır 15-16 Haziran.
15-16 Haziran direnişi kendisinden sonraki süreci çok derinden etkilemiştir. Nasıl kendisi Kavel direnişinin, Saraçhane mitinginin sularıyla beslenip büyük bir deniz haline geldiyse sonraki 10 yılda sayısız işçi direnişini, grevini ve devrimci mücadele pratiğini derinden etkilemiştir.
Soma katliamı bunu tersinden yapabilir mi? Bu, cevabı bugünden verilebilecek bir soru değil. Ancak bilmemiz gereken şu ki, Soma katliamı kolaylıkla unutulabilecek bir mesele değildir, olmamalıdır. Bunun için Soma’yı Soma’da bırakmamak gerekir. Soma katliamı yürürlükteki kapitalist düzenin işçi sınıfına biçtiği kaderdir. Soma katliamı işçi sınıfının tersinden Gezi Direnişi olmalıdır. Artık nasıl her mücadele deneyimi Berkin’siz, Ali İsmail’siz olmuyorsa her işçi eylemi de Soma’sız olmamalıdır… Artık Soma’yı anmadan, bu katliamın sorumlularına lanet okumadan bir işçi toplantısı, bir işçi direnişi düşünülmemelidir.
Çünkü Soma, işçi iradesinin sıfırlandığı andır. Bütün kaderini sermaye düzenine ve onun devletine teslim ettiği anın ifadesidir. Arkadaşlarını göçük altında bırakıp gelmiş, cinayetten son anda kurtulmuş bir madencinin katillerin sedyesine yatırılırken “çizmelerimi çıkarayım mı?” halidir Soma’nın özeti. Kuşkusuz bu hali en iyi anlatan bu “an” sermaye düzeninin yazarları ve bazı asalet meraklısı liberallerimiz tarafından, “yoksulluğun asaleti” olarak yere göğe sığdırılamamıştır.
Oysa biz ne yoksulluk ne asalet meraklısıyız. İkisinin de canı cehenneme. Biz, bu dünyanın mallarını ve hizmetlerini üreten işçiler olarak iyi yaşamak istiyoruz. Yoksul halimizle, çaresiz halimizle, “maden olmasa ne yaparız” halimizle bu düzende beş paralık kıymetimiz olmadığını anlamak için ikinci bir Soma’yı yaşamak istemiyoruz.
İşçi sınıfı mücadelesi artık Soma ile beraber yürüyecektir. Çünkü Soma onun bugünü, yarını, geleceğidir. Ya iradesini patronuna, devletine teslim etmiş ve bu yüzden iş cinayetlerinde dünya rekorları kırmış işçilerden oluşan bir Türkiye ya da üretimden, tüketimden, vatandaşlık hakkından, insan olma hakkından doğan tüm haklarını sonuna kadar kullanarak hayatın her alanında “işçi iradesiyle” var olan ve hayatı daha yaşanılır kılan bir işçi sınıfının var olduğu bir Türkiye…
Bu yazı sendika.org sitesinden alınmıştır.