Eylemsizlik olmasını isteyen uluslararası güçler ve demokratik kamuoyu da eylemsizliği bozmak isteyen Türkiye’ye karşı tavır almalıdırlar. AKP sadece Türkiye halklarının değil, Ortadoğu halklarının ve tüm dünyanın barışını da tehdit etmektedir. AKP 1 Kasım seçimlerinin de çatışma, gerilim ve baskı ortamında yapılmasını istemektedir.
1 Kasım seçimlerine gidilirken tüm seçilmiş belediye eşbaşkanları üçer beşer tutuklanmaktadırlar. Kürt halkının iradesi zindanlara atılmaktadır. 7 Haziran’da da Kürtler HDP’ye oy verdiler, ancak Kürtlerin ortaya koyduğu bu irade de tanınmadı. Bunun Kürt halkına savaş açma anlamına geldiği açıktır. Neden savaş tırmanıyor, neden savaş bitmiyor sorularının cevabı bu tutuklamalarda vardır. Dünyada bir halkın siyasi iradesine bu düzeyde bir saldırı yapıldığı görülmemiştir. Seçilmiş belediye eşbaşkanlarının bu düzeyde tutuklanması, AKP’nin Kürt halkına yönelik savaşı şiddetlendirerek sürdüreceğini göstermektedir. Çünkü tüm dünyada seçilmişlere yönelik saldırı, o halka saldırı olarak değerlendirilmektedir.
Zindanlar Türkiye’de Kürtlerin ikinci evi haline gelmiştir. Özellikle 35-40 yıldır Kürtler zindanda kalma rekoru kırmıştır. Araştırılırsa son yüzyılda dünyada Kürtler kadar zindanlara atılan başka bir halk yoktur. Guinnes rekorlar kitabına girecek düzeyde zindanda kalma rekoru kırılmıştır. Bu, tartışmasız bir gerçekliktir. Bu gerçeklik, aynı zamanda Türk devletinin karakterini ve Kürtlere yönelik izlediği politikayı da gözler önüne sermektedir.
Kürtler ne zaman ki biraz bilinçlendi, örgütlendi, siyasi irade ortaya koyduysa Türk devleti öldürme ve katliam yanında siyasi soykırım operasyonlarına başvurmuştur. Özellikle eskisi gibi toplu katliam yapma imkanının bulunmadığı 20. yüzyıl son çeyreği ve 21. yüzyılda esas olarak tutuklamalara yönelmiştir. Fiziki katliam ve soykırım yerine siyasi soykırım uygulamasını ikame etmiştir. Kuşkusuz yine katletmekte, öldürmekte ve bu yolla ezip sindirmek istemektedir. Ancak bunun bir sınırı olduğundan siyasi soykırım operasyonlarını süreklileştirmiş bulunmaktadır. Bunu bir özel savaş yöntemi haline getirmiştir.
AKP hükümeti seçilmişlere bu kadar yöneldikten sonra Kürt halkına kapsamlı direnmekten başka yol kalmaz. Zaten Kürt haklının kendi kendini yönetmesi anlamına gelen öz yönetim ilanı ve direnişleri, AKP hükümetinin bu politikalarına verilmiş bir cevaptır. Kürt halkı temsilcilerini Meclis’e gönderecek ama bu milletvekillerine en küçük bir saygı gösterilmiyorsa, seçtikleri belediye eşbaşkanları tutuklanıyorsa Kürt halkının öz yönetim ilanları da, direnişleri de meşrudur.
AKP, bütün belediye eşbaşkanlarını tutuklayarak; yerel yönetimlerin çalışmalarını sabote ederek buradan kendine oy devşirmek istiyorsa büyük yanılıyordur. Belediye eşbaşkanlarının tutuklanması halkın AKP’ye olan öfkesini daha fazla arttırmaktadır. Bir halkın iradeleri zindana atılmışsa, o halk da zindana atılmıştır. Bu durumda Kürt halkı ister sokakta, ister sandıkta AKP hükümetine karşı tavrını ortaya koyacaktır.
Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyenler, Türkiye’de Kürt sorununun çözümü ve kalıcı barışı isteyenler her şeyden önce Kürt halkının siyasi iradesine yönelik bu saldırılara karşı çıkmalıdırlar. Yoksa Türkiye’de ne savaş ortamı ortadan kalkar, ne de savaş durdurulabilir.
CHP’ye de bazı şeyler söylemek lazım. Bu kadar belediye eşbaşkanı ve siyasetçi tutuklanırken hiçbir ses çıkarmamak bu saldırılara ortak olmak anlamına gelir. O zaman CHP kendisine sosyal demokrat bile diyemez. Ya da sıra Kürtlere geldiğinde belediye eşbaşkanları da, siyasetçiler de sudan gerekçelerle tutuklanabilir anlayışındadır. Bu halkın iradesi olan seçilmişlere sahip çıkılmadan hiç kimse kendine demokratım diyemez. Bu açıdan Türkiye’nin tüm aydınlarının ve yazarlarının da bu tutuklamalara karşı yüksek sesle tutum ortaya koymaları gerekir.
1 Kasım seçimlerine gidilecek. Seçilmişlerin bu düzeyde tutuklandığı bir yerde seçimler bir anlam taşımaz ve seçimlerin demokratikleşmenin önemli bir parçası olduğu konusunda inanç zayıflar. Zaten Türkiye’nin temel sorunu hala seçilmişlerin bir değer taşımamasıdır, ya da çoğunluk bendedir diyenlerin diğer toplulukların haklarını dikkate almamasıdır. Türkiye siyasetinin seçilmişler dışındaki güçler tarafından belirlenmesi gerçeği hala varlığını sürdürmektedir. Nitekim son savaş kararını böyle bir yetkisi olmayan MGK almış; halktan yetki almamış ve meşruiyeti kalmamış AKP hükümeti tarafından pratiğe konulmuştur. Güçlü hükümetlerin bile alamayacağı kararın iktidardan düşmüş AKP tarafından alınması, Türkiye siyasetinin karakterini ortaya koymaktadır. Zaten bu kadar belediye eşbaşkanının tutuklandığı bir yerde hiç kimse demokrasiden ve demokratik siyasetten söz edemez. Demokrasinin olduğu yerde demokratik siyaset anlamlıdır ve sorunlar çözülür. Ancak Türkiye hala bu durumda değildir.
AKP hükümeti tüm sorunları zorla ve şiddetle çözerim diyor. Öyle ki, Kürt Özgürlük Hareketi eylemsizlik ilan etti, Türk devleti saldırıları daha da arttırdı. Eylemsizliği fırsat bilip gerilla alanlarını kuşatmakta ve saldırmaktadır. Önceleri rahatlıkla yola çıkamayan asker ve polis, şimdi her yerde operasyonlara çıkmaktadır. Gerilla güçlerini öldürmeye ve imha etmeye yönelmektedir. Bu durum, eylemsizliği ortadan kaldırıp gerillayı kendini savunmaya, yani çatışmaya zorlamak anlamına gelmektedir. Tüm Türkiye kamuoyu da bu gerçeği bilerek bu saldırılar ve operasyonlar karşısında tutum geliştirmelidir. Eylemsizlik olmasını isteyen uluslararası güçler ve demokratik kamuoyu da eylemsizliği bozmak isteyen Türkiye’ye karşı tavır almalıdırlar. AKP sadece Türkiye halklarının değil, Ortadoğu halklarının ve tüm dünyanın barışını da tehdit etmektedir.
AKP 1 Kasım seçimlerinin de çatışma, gerilim ve baskı ortamında yapılmasını istemektedir. Seçimin güvenlik içinde geçmesini isteyen iç ve dış kamuoyunun da AKP’nin bu saldırgan politikalarına karşı tutum alması gerekmektedir.
(Yeni Özgür Politika / 16 Ekim 2015)