TUNCAY YILMAZ yazdı: “Halihazırda faşizmi inşa edenlerle tutarsız da olsa duruma muhalefet edenler arasındaki ayrımın farkında olarak Kılıçdaroğlu, Akşener ve diğerlerinin zırvalamalarını eleştirmeli, HDP’nin faşizmi durdurmak için geliştirdiği sorumlu ve tutarlı siyaseti kitleler nezdinde daha görünür kılmalıyız.”
TUNCAY YILMAZ
Yerel seçimler yaklaştıkça sinirler geriliyor, kafalar karışıyor. Bu sadece AKP-MHP cenahı için değil, bütün siyasal aktörler için geçerli.
Esas olarak ne iktidarın bir “el koyma” operasyonunu tamamlayacak güç ve meşruluğa henüz tam olarak ulaşamamış olması, ne de muhalefetin (sistem içi ve dışı) mevcut egemen bloku dağıtacak bir kapasite geliştirememesi sonucu yavaş çekim bir son sahne yaşıyoruz adeta. Bu noktaya gelinceye dek filmde yaşananlar sonucu işaret ediyor olsa da hâlâ tamamlanmamış bir kapanış sahnesinde gibiyiz. Herkes bu son sahnenin bir sonraki süreçte elini güçlendirecek biçimde bitmesi için var gücüyle (ve kendi meşrebince) gelişmelere müdahale etme gayreti içerisinde.
Güç dengesindeki bu “pata durum” dış unsurların yanı sıra siyasal öngörü ve taktik beceriyi daha fazla önemli hale getiriyor.
İşte tam da bu noktada HDP’nin ezber bozan taktik hamlesi herkes açısından yeniden konum belirleme merhalesi oldu. Dost da düşman da sözünü, duruşunu bu hamleye göre yeniden tanımlamak zorunda kaldı.
Başarısını kendi icraatları ve kapasitesinden çok karşısındaki güçlerin dağınıklığından, demokratik bir savunma hattı oluşturulamamasından alan faşist AKP-MHP Bloğu bu taktik hamleden en çok rahatsız olanların başında geliyor. HDP’nin Kürdistan’da kayyumları defetme, batıda AKP-MHP’yi geriletme üzerine kurulu seçim taktiğinin faşist kardeşleri rahatsız etmesi olağan bir durum.
Olağan dışı olan ise bu taktik hamleyi zerrece anlamayıp, bütün enerjisini AKP-MHP faşist bloğunu yıpratmak yerine HDP’yi ve seçim sürecinde HDP’nin taktiğine destek verenleri yıpratmaya ayıranlardır.
Son on beş gün tüm konsantrasyonumuzu seçim taktiğinin başarı kazanmasına ve seçimler sonrasında mücadele alanımızı nasıl genişletebileceğimize ayıracak olsak da, bir kez daha bu kafa karışıklığını çözmeye çabalayalım.
Faşizm & Parlamentarizm
Son tahlilde hepsi kapitalist burjuva diktatörlüğünün farklı tecessümleri olsa da faşizm, askeri diktatörlük, parlamentarizm, başkanlık sistemi, Bonapartizm, monarşi hepsi ayrı rejimlerdir, devlet biçimleridir. Bunları aynılaştırmak bir çeşit teorik-siyasal sığlık, politik-taktik körlük anlamına gelecektir.
Solda çok yaygın olduğu biçimiyle her şiddet, baskı ve hukuksuzluk rejimini “faşizm” diye etiketlemek görünenin aksine bir sol sapmadan çok, burjuva diktatörlüğünden “demokrasi” beklentisinin yüksekliğine işaret eden bir sağa savruluştur.
HDP’nin seçim taktiğindeki “batıda AKP-MHP bloğunu geriletme” taktiğini hedef alarak buradan “solculuk” yaparak HDP’yi yıpratmaya ve taktiği boşa düşürmeye çalışanların argümanlarını tek tek ele almaya çalışalım.
Bu argümanlar üzerinden tartışmaya geçmeden evvel, kararlaştırılan taktiğin hayata geçirilmesinde bir dizi politik ve yönetimsel eksikliğin yaşandığının da altını çizmek gerekiyor. Seçimlerden sonra detaylı biçimde tartışacağımız bu eksiklikler taktiğin esasına ilişkin bir değersizleşme anlamına gelmemektedir.
Somut olarak soralım: AKP-MHP faşist bloğunun bugün uyguladığı siyasal pratikle (bozuk ve çarpık da olsa) daha önceki hükümetler, iktidarlar arasında, ya da olası bir CHP (hadi İyi partiyle koalisyon olarak) fark yok mu? Peki Cumhur ve Millet ittifakları aynı mı?
AKP-MHP’nin Cumhur İttifakı ne yapıyor, ne savunuyor? Cumhur İttifakı sahaya Erdoğan’ın polis teşkilatını, Kürtlere tam ve açıktan savaş açmış orduyu, paramiliter İslamcı grupları, mafya babalarını, Soylu’yu, tam olarak AKP’nin bile değil, Erdoğan’ın emrine girmiş hukuku sürüyor. Cezaevlerine tıkılmış binlerce devrimciyi, sürgünleri, kaçak duruma düşenleri, yurt dışında yaşayanlara varıncaya dek muhalifleri tehdidi, kadınlara/çocuklara yönelik taciz ve tecavüzlerin yasal olarak önünün açılmasını, eğitimin dinileştirilmesini, muhalif görüşteki binlerce kamu emekçisinin daha işten atılmasını, kadrolara tamamen kendi tabanının yerleştirilmesini, sendikaların bitirilmesini, grev ve direnişlerin yasal ve fiili olarak yasaklanmasını vs uyguluyor. Sırada bekleyen ve muhtemelen seçim sonrası devreye sokulacak olan 3-4 bin kişilik Gezi, yine bir o kadarlık HDK-HDP dosyasını hazırlıyor, Rojava’ya, Kandil’e askeri müdahalenin propagandasını ve hazırlığını yapıyor, hatta imkanını bulduğunda fiilen işgal ediyor. HDP’nin kapatılmasını, HDP’yi destekleyenlerin Irak Kürdistanı’na gitmesini gündemleştiriyor. Kitlesini açıktan silahlanmaya davet ediyor, vs. vs.
Millet ittifakı ise Türkiye’nin klasik çarpık burjuva parlamenterizmini, zaaflı da olsa güçler ayrılığını, seküler bir eğitim ve gündelik yaşamı, vs savunuyor.
İkinci olarak; AKP-MHP’nin savunduğu ve istediği düzen nasıl bir düzen? Faşizme ihtiyaç duymuyor mu? Devletin faşistleşmesi ne demek?
Sermaye – AKP ve MHP ittifakı ve Ergenekon’un oluşturduğu faşist blok her türlü muhalefeti üstten (devlet eliyle) susturmak, alttan (kitle ve paramiliter güçler eliyle) kuşatmak ve sindirmek, güçler ayrılığını ortadan kaldırmak, iktidarı tek adamın elinde toplamak istiyor mu, istemiyor mu? Eğer istiyorsa bu faşizm değilse nedir? HDP gidişatın buraya doğru olduğunun altını çiziyor ve bu gidişatı engellemek için taktik esneklikler gerçekleştiriyor.
Faşist Blok CHP, İyi Parti dahil tüm muhalefeti susturmak istemiyor mu? Bunu sağlamak için devletin her türlü zor ve ideolojik araçlarını kullanmıyor mu? Bütün baskıya rağmen direnen muhalefeti sindirmek için sivil/paramiliter/mafyatik güçleri devreye sokmuyor mu ve daha fazlasını hazırlamıyor mu? Sadece üstten değil, İslamcı ve Türkçü ideolojiyi kullanarak sıradan insanı iktidarının sopası haline getirmeye çabalamıyor mu?
Eğer bu sorulara cevabınız evetse: Faşizm somut bir tehditse, olağan zamanlardaki mücadele taktikleri ve araçlarıyla aynı şekilde devam edebilir miyiz?
Yani her türlü demokratik mücadele alanı kapatılma, araçları dağıtılma, taktikleri boşa düşürülme, kadroları tutuklanma, kriminalize edilme, hatta katledilme tehlikesiyle karşı karşıyayken hiçbir taktik değişikliğine ihtiyaç yok mudur?
Faşizmi kurumsallaştırmakta olan siyasi iktidarla, (lafta dahi olsa) faşizme, tek adam rejimine, güçler ayrılığının ortadan kaldırılmasına karşı olan diğer sistem partileri arasında bir fark gözetmek gerekmiyor mu?
Tarihten bakarsak, Hitler iktidarı tam olarak ele geçirmeden evvel Alman komünistleri sosyal demokratların ne kadar alçak, kaçkın olduklarını öne sürerek onlarla birlikte davranmaktan (iş işten geçinceye dek) imtina etmekte haklılar mıydı, yoksa buradan biz bir ders çıkartmalı mıyız? Kimilerine göre çıkartılacak ders yok, baş düşman faşizm tehlikesini yaratan iktidardaki partiler değil, onunla dönem dönem kimi konularda aynı frekansa düşen ama bütünsel olarak faşizm programını savunmayan diğer burjuva partilerdir.
Sosyalist mücadelede burjuvazinin herhangi bir bölüğüyle hiçbir koşulda dönemsel/taktiksel işbirliği yapılmaz diye bir kabul yoktur, tarih de bunun aksine örneklerle doludur. Burada önemli olan stratejik olarak kurtuluşu burjuvazinin siyasal iktidarını aşan bir yerden tariflemektir. “Önce burjuva demokrasisi sonra sosyalizm” aşamacılığına düşmemektir. Taktik işbirlikleri sırasında dahi proletarya sosyalizminin etkisini, gücünü arttıracak uyanıklıkları geliştirebilmektir. Ve elbette bunları kendi gücünün de sınırlarının farkında olarak yapabilmektir.
Dördüncü olarak; hâlâ kurumsallaşmasını ve mutlak hakimiyetini son noktasına erdirememiş, yani zayıflatmış dahi olsa muhalefetin kitlelerle bağ kurma, onları harekete geçirme kanallarını, fiili, meşru, demokratik mücadele hattını tamamen kapatamamış bu faşist kalkışma karşısında mücadele yöntemimiz nedir?
Birilerinin buna cevabı “faşizm ancak silahlı mücadeleyle gider, gerisi fasafiso”dur. Yine bir başka kesim “bu dalga geçip gidecek, gidene kadar biz kendimize bir kaya kovuğu bulalım sığınalım”dır. Biz ise faşizmin kurumsallaşmasını ancak bir kitlesel itirazla durdurabileceğimizi düşünüyor ve buna göre de faşizmin manipülasyonundan ve sistem partilerinin etkisinden kurtaramadığımız kitleleri örgütlemeye dönük taktikler, politikalar geliştiriyoruz.
Beğenelim beğenmeyelim bugün CHP’nin tabanında, bizimle (HDP’yle) CHP arasında örgütleyebileceğimiz, örgütlememiz gereken önemli bir kitle vardır ve biz politika geliştirirken bir yandan da bu kitleyle bağları nasıl güçlendireceğimizin, onları nasıl sistem partisinin arkasından kopartacağımızın hesabını yapmak zorundayız. CHP yönetimi bize yeterince malzeme veriyor bu konuda aslında. Biz biraz daha becerikli olabilsek ve “Türkiye Partisi” olma iddiamızı sürdürebilsek, bu kitleleri kazanabilmek için muazzam fırsatlarla karşı karşıyayız.
Beşinci ve şimdilik son olarak; bu olağanüstü dönemde geliştirilen “Faşist AKP-MHP ittifakını geriletme” taktiğini savunmak CHP ve İYİ Parti’den medet ummak anlamına mı gelmektedir?
HDP’nin bu konudaki tarzı, tavrı, söylemi yeterince nettir: HDP’den köşe bucak kaçarak AKP’yi yenebileceğini düşünenlere rağmen “faşizmin kurumsallaşmasına çelme takabilmek”, kendi mücadele alanımızı, imkanlarımızı genişletebilmek için başta büyük şehirler olmak üzere kimi yerlerde AKP-MHP’ye kaybettirecek adayları, listeleri destekleyeceğiz.
Bu taktiğin pratikleştirilmesindeki hatalara yönelik (Ankara örneği, CHP’ye erkenden verilen tavizler, demokrasi güçlerini sürece katmadaki yetersizlikler, vs. vs.) sayfalar dolusu eleştiri yapılabilir ancak taktiğin doğruluğu yanlışlığı başka bir meseledir.
Bütün eksiklerimize rağmen, şayet taktiği başarılı şekilde uygulayabilir ve ardını getirebilirsek (kimlerinin kaygı duyduğu gibi) bu süreçte CHP’yi meşrulaştırmak şöyle dursun, örgütlemek istediğimiz demokrat tabanın gözünde çok daha fazla güven kazanmış olarak çıkabiliriz.
AKP-MHP Bloğunu geriletmek için yaptığımız bu işbirlikleri, faşizmin kurumsallaştırılmasında doğrudan değilse de demokrasinin gelişmesi önünde engel olan muhataplarımızın yanlışlarını açıkça eleştirmemizin önüne engel değildir, olmamalıdır. Halihazırda faşizmi inşa edenlerle tutarsız da olsa duruma muhalefet edenler arasındaki ayrımın farkında olarak Kılıçdaroğlu, Akşener ve diğerlerinin zırvalamalarını eleştirmeli, HDP’nin faşizmi durdurmak için geliştirdiği sorumlu ve tutarlı siyaseti kitleler nezdinde daha görünür kılmalıyız.
Ve unutmayalım ki 31 Mart’tan sonra faşizme karşı mücadele çok daha boyutlanarak devam edecektir. Mesele kimin kendisini bu mücadelede daha avantajlı hale getireceği meselesidir.