Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krize dair bir çağrı metni yayınlayarak kampanya başlattı. ”Halkımızı krize karşı birlikte mücadeleye, dayanışmaya ve örgütlenmeye çağırıyoruz!” başlıklı açıklamada “Aynı gemide değiliz; krizi beraber yaratmadık; krizin bedelini, krizi yaratanlara ödetelim!” denildi.
SiyasiHaber
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Türkiye'nin içinden geçtiği ekonomik krize dair, ''Halkımızı krize karşı birlikte mücadeleye, dayanışmaya ve örgütlenmeye çağırıyoruz!'' şiarı bir çağrı metni yayınladı. HDK,) "Halklarımızı krize karşı birlikte mücadeleye dayanışmaya çağırıyoruz" şiarıyla ekonomik krize karşı mücadele kampanyası başlatıyor. HDK Genel Merkezi'nde düzenlenen basın toplantısıyla kampanya duyurusu yapıldı. Basın toplantısına HDK Eş Sözcüleri Gülistan Kılıç Koçyiğit ve Sedat Şenoğlu ile HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, ESP Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü, SYKP Eş Genel Başkanı Cavit Uğur katıldı.
Açıklamada, ''Halkların Demokratik Kongresi’nin, halklarımıza 3 cümlelik bir çağrısı var'' denilerek aşşağıdaki üç madde sıralandı.
- Aynı gemide değiliz; krizi beraber yaratmadık; krizin bedelini, krizi yaratanlara ödetelim!
- Yokluğa, yoksulluğa, işsizliğe karşı dayanışmamızı örgütleyelim!
- Savaş politikalarına karşı barış aklını egemen kılalım!
Açıklamanın tam metni:
Halkımızı krize karşı birlikte mücadeleye, dayanışmaya ve örgütlenmeye çağırıyoruz!
Türkiye ağır bir ekonomik kriz yaşıyor
Kamuoyunun ve özel sektörün dağ gibi iç ve dış borcu var. Merkez Bankası verilerine göre her gün, sadece dış borç faizi olarak 50 milyon dolar ödüyoruz.
Dış borç faizlerini ödeyebilmek için, hükümet yetkilileri uluslararası tefeci piyasalarından borç arıyor.
Hükümet 17 yılda maden sahalarını, kamu fabrikalarını, kamu bankalarını, markaları, iştirakleri, taşınmazları, kamunun mülkiyetinde olan ne varsa sattı ve 60 milyar dolar elde etti. 2 trilyon doların üzerinde vergi topladı ve ayrıca 500 milyar dolar dış borç var.
Bu gelirler konut inşaatına, Saray’a yakın 5-6 müteahhide ihale edilen büyük inşaat yatırımlarına, lükse, şatafata ve silahlanmaya harcandı.
Geldiğimiz noktada tarımı tasfiye olmuş; mevcut sanayisi küçülmüş, sanayileşme hedeflerinden vazgeçmiş; soğanı, samanı, patatesi ithal eden, bir ekonomimiz var.
İşsizlik her hanenin kapısında. Yoksulluk veba salgını gibi günden güne, bütün emekçilere, işçilere, köylülere, memurlara, küçük esnafa bulaşıyor. Sosyal medyada günaşırı, canına kıyan işsizlerin, üstüne benzin döküp ateşe veren emeklilerin haberleri dolaşıyor.
Kriz en çok kadınları vuruyor. İşten en önce çıkarılan, ücreti düşürülen, aileyi ayakta tutmak için her gün daha fazla fedakârlığa zorlanan kadınlar; krizin tetiklediği şiddetten de en fazla payı alıyor.
İktidar ise, silahlanmaya, toplumu baskı altına almak için sayısını sürekli arttırdığı polise, bekçiye, jandarmaya; Suriye’deki haksız savaşa; sınır ötesi harekâtlara; cihatçı çetelere, israfa, debdebeye para yetiremiyor.
Bütçe açıklarını, suya, elektriğe, akaryakıta, doğalgaza ve her şeyin fiyatına zam yaparak; yeni vergiler koyarak, mevcut vergileri yükselterek kapatmaya çalışıyor.
Günü kurtarma telaşıyla, çokuluslu maden şirketlerinin ve yerli işbirlikçilerinin doğayı geri dönüşü olmayacak biçimde yıkıma uğratmasının önü tamamen açılıyor.
Yandaş müteahhitlere ve enerji şirketlerine verilen 46 milyar tutarında hesapsız kredi battı. Yandaş holdingler, bankalara olan borçlarını yeniden yapılandırdı.
Vatandaşın yaşadığı krizle ilgilenmeyen Saray, müteahhitlerin sorunlarını çözmek için, bankaları maliyetin altında kredi vermeye zorluyor. Bu zorlamalar kamu bankalarını batmanın eşiğine getirdi.
Üretim alanında sürekli küçülen ekonomi, krizin bankacılık sektörüne dayanmasıyla finansal bir krizle karşılaşmanın ve çöküşün eşiğinde.
Hükümet ne krizin varlığını kabul ediyor, ne uzun vadeli tedbir alıyor, ne de israfından vazgeçiyor.
Krizden çıkış için toplumun önüne konulan üç çıkış yolu var:
Birincisi hükümetin topluma dayattığı yoldur: Bu yol “Merminin fiyatından haberiniz var mı?” yoludur. Bu yol, savaş politikalarıdır, olağanüstü haldir; halkı iç savaşla korkutma; dini ve milli hassasiyetleri daha çok istismardır; hukuksuzluk, baskı ve terör; böylece yoksulları krizin yükünü taşımaya ikna etme yoludur. AKP-MHP iktidarının yolu budur.
İkinci yol Ali Babacan ve Abdullah Gül’ün IMF’ci yoludur: Türkiye ekonomisini yeniden “borç ödeyebilir” hale getirmek; bunun için hukuku ve mevzuatı uluslar üarası sermayenin telkinleri yönünde düzenlemek; IMF’nin “acı reçetesini” uygulayarak, krizin yükünü emekçilerin sırtına yüklemek; Kemal Derviş 2002’de ne yaptıysa, aynısını yapmak… Nitekim bu isimler, Kemal Derviş’in, tarımı tasfiye eden ve sanayii daraltan programını AKP iktidarında sadakatle uygulamışlardı.
Üçüncü çıkış yolu ise, demokratikleşme, barış; özgürlük ve dayanışma yoludur; üreticilerin ve tüketicilerin örgütlü birliği ve dayanışmasıdır. Böylece krizin bedelini krizi yaratanlara ödetme yoludur.
Bir yandan en geniş demokrasi cephesinin, demokrasiden yana olanların birlikte mücadelesinin örülmesi; bir yandan bu mücadele içinde, yeni yaşamın filizleneceği meclisleşmelerin gelişmesidir.
Halkın siyasetin doğrudan öznesi siyaset olması gerçekleştiği ölçüde, halktan çalınanların halka iade edilmesinin yolu açılacaktır.
Krizden çıkış için toplumun önüne konulan üç çıkış yolu var:
- Aynı gemide değiliz; krizi beraber yaratmadık; krizin bedelini, krizi yaratanlara ödetelim!
- Yokluğa, yoksulluğa, işsizliğe karşı dayanışmamızı örgütleyelim!
- Savaş politikalarına karşı barış aklını egemen kılalım!
Kriz karşısında, bizim ve çocuklarımızın geleceği için yegane çıkış yolu budur.