Cezaevlerinde, F Tipi hücre sistemine geçilmek istenmesine karşı başlatılan ölüm orucu eylemleri sonrasında 20 cezaevine yönelik operasyon sonucu gerçekleşen 19 Aralık Katliamı’nın üzerinden 20 yıl geçti. Katliamın tanıkları Fatime Akalın ve Veli Saçılık’la konuştuk.
19 Aralık 2000, Türkiye yakın tarihinin en büyük katliamlarından biri olarak tarihe geçti. Katliamın sorumlarından dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün ‘Hayata Dönüş Operasyonu” olarak tanımladığı, resmi adı ‘Tufan Operasyonu’ olan 19 Aralık Cezaevleri Katliamını, katliamın tanıklarından Veli Saçılık ve Fatime Akalın ile konuştuk.
5 Temmuz 2000’de Burdur Cezaevi’ne yönelik operasyonda, cezaevinin duvarı iş makinasıyla yıkılırken kolu kopan Veli Saçılık, 19 Aralık Katliamı’nın gerçekleştirildiği operasyonlar sırasında ise Haymana Cezaevi’ndeydi.
Fatime Akalın ise, 1996 yılında tutuklanıp Ulucanlar Cezaevine gönderildi.2000 yılında Adli Tıp Kurumu tarafından Wernicke Korsakoff teşhisi konuldu. Ulucanlar Cezaevi’nde 10 devrimci tutsağın katledildiği operasyonu yaşadı. Katliamın ardından Niğde’ye sürüldü. 20 Ekim’de başlayan açlık grevinin 2. Grubunda yer aldı ve 65. Günde açlık grevini ölüm orucuna dönüştürdü. Ölüm orucundayken bilincini kaybedince müdahaleye uğradı ve 2001 yılında da tahliye oldu. Şimdi yurtdışında yaşıyor.
2000 yılının sonbaharında Demokratik Sol Parti (DSP) – Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Anavatan Partisi (ANAP) koalisyon iktidarının cezaevlerinde koğuş sisteminin yerine getirmek istediği “F Tipi” cezaevi uygulamasına karşı çıkan siyasi tutuklu ve hükümlüler, 19 talep öne sürerek süresiz açlık grevi eylemine başladı.
20 Ekim’de başlayan açlık grevi, 45’inci günde ölüm orucuna dönüştürüldü. 19 Aralık 2000 tarihinde sabaha karşı 04.30 sularında 20 cezaevinde aynı anda “Hayata Dönüş Operasyonu” adıyla operasyon başlatıldı.
Bu operasyonlarda ağır silahlar, hala ne olduğu anlaşılamayan kimyasal yakıcı maddeler, iş makinaları, helikopterler ve gaz bombaları kullanıldı. Cezaevlerinin çatıları delinerek ve duvarları yıkılarak tutuklulara saldırıldı.
Operasyon 3 gün sürdü. 3 günlük sürede 30’u siyasi tutuklu, 2’si asker olmak üzere toplam 32 kişi yaşamını yitirdi. Saldırılar sırasında yüzlerce tutuklu yaralandı. Kimi mahpuslarda kalıcı hasarlar oluştu.
19 Aralık günü en büyük vahşete tanıklık eden cezaevi ise Bayrampaşa Cezaevi oldu. 14 saat aralıksız devam eden operasyonda 12 tutuklu ve hükümlü diri diri yakılarak öldürüldü. 14 saatin ardından cezaevinden geriye sadece enkaz ve onlarca yaralı kaldı.
Aradan 20 yıl geçmesine rağmen, operasyon emrini verenler, kimyasal gazları kullananlar ve bu insanlık dışı katliamı gerçekleştirenler cezalandırılmadı. Emir eri durumundaki 39 jandarma erinin yargılandığı göstermelik bir davayla gerçeklerin üstü örtüldü. MGK tarafından alınan bir kararla başlatıldığı açığa çıkan ‘Hayata Dönüş Operasyonu’nun sorumluları olan ve emri veren dönemin Adalet ve İçişleri Bakanları, Jandarma Genel Komutanı, Bölge ve İl Jandarma Komutanları, Başsavcı ve cezaevinden sorumlu savcılar, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü ve diğer sorumlular hakkında işlem yapılmadı.
İşlem yapılmadığı gibi sorumluların bir kısmı ödüllendirildi.
Veli Saçılık’ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
19 Aralık’ın şifresi Ecevitin sözünde gizli: ““Sokaklara ve cezaevlerine hakim olamazsak, İMF yasalarını geçiremeyiz”
“Türkiye neoliberal bir dönüşüm geçiriyordu. Kurt, kuş, arı, MHP, DSP, ANAP hükümeti hem Avrupa Birliği (AB) uyum yasaları, hem ABD ile yeni anlaşmalar, Ortadoğu’daki yeni dizaynlar üzerine bir siyaseti hayata geçiriyordu. İktidar bu düzlemde muhalefetsiz bir Türkiye, devrimcisi, sosyalisti olmayan, sesini sokakta yankılatmayacak, suskun bir toplum istiyordu. Cezaevleri operasyonları bu eksende gelişti. O dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, “Sokaklara ve cezaevlerine hakim olamazsak, İMF yasalarını geçiremeyiz” diyordu ve buradan yola çıkarak cezaevlerini hedefe koyuyordu. Devrimciler cezaevlerini ele geçirmiş, 8 yıldır arama yapılamıyor gibi saftalar dillendirilerek, cezaevlerine müdahalenin koşulları hazırlanıyordu. Burada cezaevleri üzerinde bir suskunluk ve tecrit uygulama hedefleniyordu. Biz F Tipi Cezaevlerine itiraz ederken, F Tipi yaşamada karşı çıktığımızı söylüyorduk. F Tipi tecrit edilmiş bir toplum yarattı Türkiye’de.”
“19 Aralık’a giden yol, 26 Eylül ’99 Ulucanlar Katliamı’yla başladı”
“Ben 1999’da yeniden cezaevine girdiğimde kendimi bir cangılın içinde buldum. Devlet televizyondan sürekli 8 yıldır koğuşlara giremediklerinin, örgütlerin cezaevlerine hakim olduğu gibi propagandalar yapıyordu. Ulucanlar’da arkadaşlar 120 kişilik koğuşlarda kalmak istemediklerini söyleyip, eylem yaptıklarında 10 kişinin katliamıyla sonuçlanan bir operasyonla cevap verildi. 19 Aralık’a giden yol 26 Eylül 1999’da Ulucanlar Cezaevi katliamıyla başladı.”
“’Cezaevlerine hakim değiliz’ yalanıyla 19 Aralık Katliamı’nın yolu döşendi”
“Hemen ardından benim bulunduğum Burdur Cezaevi gündeme geldi. Oraya Erzurum Cezaevi Müdürü Katip Özen getirilmişti. ‘Burayı ben Ulucanlar’a çevireceğim’ diyordu. Bunu söylerken de şahsi görüşünü ifade etmiyordu. Bir yerden emir almıştı. Burdur Cezaevine yönelik operasyonu uzun süre önce hazırlamışlardı ve 5 Temmuz sabahı ortada bir direniş, bir barikat yokken cezaevine saldırıda bulundular. Sabah sporumuzu yaptık, ben ranzamın üzerine çıktım ve ranzanın yanına el bombası, ses bombası düştü, operasyon böyle başladı. Ardından bir sürü gaz bombası, kafamıza atılan tuğlalar, iş makinalarıyla duvarların yıkılması, o iş makinalarından birinin Doğu koğuşlarından içeri dalarak benim kolumu koparması, Sadık Türk’ün kafasına gelen gaz bombasıyla kafa tasının parçalanması ve bir çok arkadaşımızın ağır yaralanması vb… Böyle bir vahşeti yaşadık. İktidar, 19 Aralık katliamına giden yolda Burdur Cezaevi operasyonu da ‘bakın biz cezaevlerine hakim değiliz’ diyerek ters propagandaya çevirdi. Aynı dönemde Alaattin Çakıcı ile Nuri lakaplı kişi arasında mafya çatışması vardı. Bunların adamlarına silahlar verip birbirlerini öldürtüp, mafya içindeki bu çatışmayı da devletin cezaevlerine hakim olamadığının göstergesi olarak sundular. Cezaevleri bu ortamda bir saldırı, vahşet ortamına dönüştürüldü. Ardından da 19 Aralık’a giden yol döşendi.”
“19 Aralık ‘Hayata Dönüş’ değil insanların, toplumun geleceğinin çalınmasıydı”
“19 Aralık günü 22 cezaevine eş zamanlı operasyon yapıldı. Ben o sırada Haymana cezaevindeydim, operasyona tabi tutulan cezaevlerinden biri değildi Haymana Cezaevi. Hacer Arıkan’ın ‘diri diri yakıldık’ dediği, onlarca cezaevinde insanların katledildiği bir operasyon yaşadık ve ne yazık ki, Hikmet Sami Türk gibi bir gaddar da çıkıp bunun adı ‘Hayata Dönüş’tür dedi. Onlarca insanı öldürerek, hatta iki askeri de kendileri öldürerek ‘Hayata Dönüş’ adını koydular. Bu ‘Hayata Dönüş’ değildi, insanların toplumun geleceğinin çalınmasıydı. Bizim için 19 Aralık bir katliam olmaktan ziyade, bir direniştir, bir karşı koyuştur. Hücre tipi, 5 yıldızlı otel diye pazarlanan F Tipi’nin reddedilişidir.
“Bize hücre tipini 5 yıldızlı otel diye pazarlayan 28 Şubatçılar, o hücrelere girdiler”
F Tipleri açıldığında ne olduğu, nasıl işkence merkezi olduğu ve insanların üzerindeki etkileri daha net biçimde ortaya çıktı. F Tipi cezaevlerini bize 5 yıldızlı otel olarak pazarlayan 28 Şubatçılar o cezaevlerine girdiler. Hepsi GATA’da yatmak zorunda kaldılar. Ardından da 15 Temmuz sonrası Fettullahçılar da, askerlerde buraların yatılmaz olduğunu haykırıyorlar. İşkence merkezi olarak, tredman olarak insan belleğini ele geçirmeye çalışan ve toplumda da hücre tipi yaşamı dayatan F Tiplerine karşı çıktık ve çıkmaya devam ettik. F Tipleri demek ki sadece devrimciler için yapılmamış. Toplumun dışında, siyasetin dışında muhalif sayılabilecek herkes için yapılmış bir operasyondu. Buna karşı direnenler sadece devrimciler oldu.
Genç arkadaşlara şunu söylemek istiyorum. Anlattığımız şeyler korkunç olabilir. Bir arkadaşımız Korsakoff olmuş, birçok arkadaşımız hayatını kaybetmiş… Bir korku filmi izliyor gibi izliyor olabilirler programı. Böyle düşünmesinler. Biz hayata gülen insanlarız, o direnmenin rahatlığıyla bugün güzel yaşıyoruz, yaşamı algılıyoruz. Dostlarımızla, ailemizle, yoldaşlarımızla beraberiz. Bir taraftan korkunç şeyler yaşadığımız doğrudur ama korkunç şeyler yaşamamak için ve kendi benliğimizi korumak için iyi bir direniş sergilediğimizi de söyleyebiliriz. Çok cesaretli olduğumuz için değil, sadece doğru bildiğimiz ve haksız olana karşı olduğumuz için direnebildik. Keşke bir bedel ödemeden, bunları yaşamadan daha iyi bir Türkiye, daha iyi bir dünya olsaydı ama ne yazık ki bunları yaşıyoruz, yaşayacağız. Korkmuyoruz. Kesinlikle yaşadıklarımızdan dolayı keşke yaşamasaydık demiyoruz. Dün nasıl düşünüyorsak bugün de öyle düşünüyoruz. Bu karşı duruş da bize mutluluk veriyor.
Fatime Akalın’ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle.
“Cezaevi katliamları hücre tipi yaşama geçisin nabız yoklamalarıydı”
Biz devrimciler toplumun vicdanıdır, geleceğidir, umududur. 19 Aralık’ta insanlık onuruna saldırıldı, direnme hakkına saldırıldı. Çünkü direnmek, var olanı kabul etmemek insan hakkıdır, dolayısıyla insan hakkına saldırıldı. Ben Ulucanlar Cezaevi’nde de yaşadım, Ulucanlar katliamını da yaşadım. O katliamda da var olan koşulları reddedip, bu koşulları değiştirmek için belli eylemler ve direnişler gerçekleştirmemize bir saldırıydı. Siz ne yaparsanız yapın, biz ne dersek o olacak diyen bir aklın ürünüyle saldırı gerçekleştirildi. Cezaevlerindeki saldırıların hepsi, hücre tipi yaşama geçişin nabız yoklamalarıydı. Bu operasyonlarda tek tek cezaevlerine yapılan saldırılarla başa çıkamayacaklarını anlayınca 20 cezaevine aynı anda saldırdılar. Biz hücre tipi cezaevleri tam hazırlanmadan bir eylem gerçekleştirip, toplumun önüne koyduk. İnsanların hücrelere konulması, insanların insansızlaştırılmaları, bölünmeleri, parçalanmaları, birbirlerinden bir haber hale getirilmelerini toplumun gözünde görünür kılmak için yaptığımız bir eylemdi. Ve saldırıda bu eyleme yönelik bir saldırıydı. Eylemin ilk aşamasında toplum bizim eylemimizi ve taleplerimizi sahiplendi. Ancak devlet belirli manipülasyonlar ve manevralarla devrimcilerin toplum üzerindeki etkisini zayıflattı. Bütün cezaevlerine saldırdı ki, herhangi bir cezaevine saldırı yapıldığı koşullarda diğer cezaevlerinde eylemlerle bu saldıra karşı tepki ve eylemler gerçekleşmesin.
“Biz ölümü kutsamadık, hayatımız pahasına durumun ciddiyetini göstermek istedik”
Ben ölüm orucunun 2. Ekibindeydim. Açlık grevi 45. Günde ölüm orucuna dönüştürüldü, bende 65. Günde ölüm orucuna dönüştürmüş oldum. Biz ölmek için bu direnişe başlamadık. Sadece hayatlarımızı ortaya koyarak, durumun ne kadar ciddi, tehlikeli olduğunu, bugünkü siyasal ve toplumsal ortamı yaratmak için bize saldırdıklarını, tüm yaşamımızın hücreleştirilmeye çalışıldığını göstermek için bu eylemi yaptık. Asla niyetimiz ölmek değildi, biz ölümü kutsallaştırmadık, asla ölüm bizim için kutsal değildir, ölüm hayatın bir parçasıdır. Ama biz ölüm pahasına da olsa onurlu bir yaşamı boyun eğen bir yaşama tercih ettik.
“Hücre Tipi cezaevleri Avrupa Birliği’nin yarattığı bir modeldi”
“19 Aralık niye oldu? 19 Aralık tam da Türkiye’nin koşullarının bugünlere gelmesi için dikensiz gül bahçesi yaratmak için yapılmadı. Çünkü onların istedikleri reddeden, itiraz eden, örgütlenen, karşı duranları yok ederek, etkisizleştirerek, etki alanlarını daraltarak neoliberal politikaları uygulamak, neoliberal dünya düzenini toplumun tüm hücrelerine yerleştirmekti.
19 Aralık Katliamı’yla ilgili uluslararası ceza davaları devam ediyor ama Türkiye’deki temel mesele şu: Cezasızlık politikası var, işkencecisi, katliamcısı eğer devletin görevlisiyse ya da devlet tarafından yaptırılmışsa asla yargılanmıyor, yargılansalar bile göstermelik cezalara ya da ödül gibi cezalara çarptırılıyor. Uluslararası düzeyde baktığımda zaten hücre tipi cezaevlerinin kendisi Avrupa Birliği’nin yarattığı bir modeldir. Türkiye’nin dünyanın onayını almadan bu işe giriştiğini düşünmüyorum. Bu oluru almak içinde politik bir hava yaratılmıştır, “cezaevlerine hakim değilim, cezaevleri terör yuvasıdır” söylemleriyle.
19 Aralık Katliamında kullandıkları kirli yöntemler, kullandıkları zehirli, kimyasal gazlar konusunda o dönemde operasyona katılan asker, komutanlar açıklamalar yaptılar. Açıklamalar şunu söylüyor. Toplumdaki korku duvarlarını iyice kalınlaştırmak için devlete karşı gelinemez, devletle kavga edilemez. Ama direnmek haktır. Biz her koşulda direnmenin bir yolunu buluruz.”