Close Menu
Siyasi HaberSiyasi Haber

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    Günümüz gerçekliğinde faşizmi anlamak

    30 Aralık 2025

    SYKP: Suriye’de yaşananlar bir “iç mesele” değildir; halklara karşı yürütülen organize, mezhepçi ve sistematik bir şiddettir.

    30 Aralık 2025

    Abdullah Öcalan: “Yeni yıl, savaşın değil barışın yılı olsun”

    30 Aralık 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    • Güncel
      • Ekonomi
      • Politika
      • Dış Haberler
        • Dünya
      • Emek
      • Kadın
      • LGBTİ+
      • Gençlik
      • Ekoloji ve Kent
      • Haklar ve özgürlükler
        • Halklar ve İnançlar
        • Göçmen
        • Çocuk
        • Engelli Hakları
      • Yaşam
        • Eğitim
        • Sağlık
        • Kültür Sanat
        • Bilim Teknoloji
    • Yazılar

      Günümüz gerçekliğinde faşizmi anlamak

      30 Aralık 2025

      Gazetecilik “ayarı” verilmez, etik hatırlatılır

      27 Aralık 2025

      Devletten kadınlara 11. Yargı Paketi mesajı: “Sizi korumak önceliğim değil”

      26 Aralık 2025

      Şam ile Rojava arasında “anlaşma” krizi

      26 Aralık 2025

      Dekolonizasyon şart abiler*

      24 Aralık 2025
    • Seçtiklerimiz

      Asgari ücrette döviz gerçeği!

      29 Aralık 2025

      Piyangocu Meryem hepimiz için ilham kaynağı

      26 Aralık 2025

      Manisa’da işçiyi savuran o şiddetli fırtına!

      23 Aralık 2025

      İklim krizi gökte mi, yerde mi?

      22 Aralık 2025

      Neoliberal güvencesizlikten geç faşizmin belirsizlik rejimine: Emekçilerin askıda kalan hayatları

      19 Aralık 2025
    • Röportaj/Söyleşiler

      Piyangocu Meryem hepimiz için ilham kaynağı

      26 Aralık 2025

      Avrupa Süryaniler Birliği: “Noel Bayramı eşit yurttaşlığın bir gereğidir”

      24 Aralık 2025

      Duygusal Olan Politiktir – KESK’li Kadınların Mücadele Deneyimleri

      24 Aralık 2025

      Özlem Tolu: 2026 bütçesi eğitimin daha fazla piyasalaşacağı bir dönemin habercisi.

      15 Aralık 2025

      Onur Hamzaoğlu: “Sağlık Bakanlığı’nın bütçedeki payı yüzde 15’in altında olmamalı”

      13 Aralık 2025
    • Dosyalar
      • “Süreç” ve Sol
      • 30 Mart Kızıldere Direnişi
      • 8 Mart Dünya Kadınlar Günü 2022
      • AKP-MHP iktidar blokunun Kürt politikası
      • Cumhurbaşkanlığı Seçimleri
      • Ekim Devrimi 103 yaşında!
      • Endüstri 4.0 üzerine yazılar
      • HDK-HDP Tartışmaları
      • Kaypakkaya’nın tarihsel mirası
      • Ölümünün 69. yılında Josef Stalin
      • Mustafa Kahya’nın anısına
    • Çeviriler
    • Arşiv
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    Anasayfa » Günümüz gerçekliğinde faşizmi anlamak

    Günümüz gerçekliğinde faşizmi anlamak

    BURAK İMREK yazdı: Bugün karşımızda, ya faşizme karşı birleşerek mevzilerimizi koruyup genişleteceğimiz ve kazanacağımız bir gelecek, ya da binbir gerekçeyle bölünüp teker teker ezileceğimiz tarihsel bir eşik var. Hiç olmazsa meseleyi bu ciddiyetle ele alıp, gerçekleri tarihsel deneyimlerin ışığında tartışmanın ve ortak bir mücadele zemini örmenin yolunu bulmalıyız; bütün ayrım noktalarımız, farklılıklarımız ve okumalarımız buna engel olamaz -çünkü faşizmin kazandığı yerde, hiçbirimizin “haklılığı” hayatta kalmaz.
    Burak İmrek30 Aralık 2025
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn WhatsApp Reddit Tumblr Email
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email


    Faşizm, yanlızca marksistlerce değil siyasal bilimler ve eleştirel siyasal iktisat disiplinleri tarafından yirminci yüzyılın en çok tartışılan ve analiz edilen siyasi ideolojilerinden biri olarak öne çıkmasına rağmen hala içerisinde bir dizi karmaşayı barındırıyor. Bu karmaşanın temelinde, faşizmin tarihsel özgünlüğü ile güncel tezahürleri arasındaki ilişkiyi kurma zorluğu yatıyor. Faşizmin salt bir ideoloji, bir siyasi rejim biçimi ya da toplumsal bir patoloji olarak ele alınmasının ötesine geçerek, onu sermaye birikim süreçlerinin kriz anlarında nasıl bir zorunluluk olarak ortaya çıktığı ve açık bir diktatörlük olarak barındırdığı tehlikeleri tekrar tekrar anlatmaktan sıkılmamak gerekiyor.

    Bugün bu polemiği zorunlu kılan iki güncel metin var. Birincisi, Şebnem Oğuz’un “Faşizmi kurumsal erozyona indirgemek: CHP Programının sınırları” başlıklı yazısı (https://siyasihaber10.org/fasizmi-kurumsal-erozyona-indirgemek-chp-programinin-sinirlari/). Şebnem Oğuz’un ısrarı, faşizmi yalnızca “kurumsal erozyon” başlığına indirgeyen liberal açıklamaları aşmak bakımından yerinde bir çıkış noktası sunsa da faşizmin maddi altyapısını, savaş ekonomisiyle, ekstraktivist birikim stratejileriyle ve sömürgeci güvenlik rejimleriyle birlikte düşünmeye şıkıştırma ısrarında. Ne var ki bu ısrar, siyasal biçimin özgüllüğünü ikincilleştirdiği ölçüde, bizi ekonomizmin (iktisadi indirgemeciliğin) tehlikeli sularına da sürükleyebiliyor.

    İkinci metin ise Halit Elçi’nin “CHP: Dost mu, düşman mı?” başlıklı yazısı (https://siyasihaber10.org/chp-dost-mu-dusman-mi/). Halit Elçi, anti-faşist cephenin taktiksel zorunluluğunu vurgulamakta haklı bir yerden başlasa da, CHP-DEM ilişkisini büyük ölçüde “pragmatik” düzlemde ele alıyor. DEM Parti’nin mücadele-müzakere çizgisindeki belirsizlikleri ve mücadelesiz müzakere risklerini ise yeterince tartışmıyor dolayısıyla Anti-Faşist Cephenin olmama sebeplerinden birisini görünmez kılıyor.

    Polemiğe başlamadan önce, faşizmin ne olduğu ve ne olmadığına Marksist siyasal iktisat çerçevesinde bakmak, tekrar olsa da, polemiği kuracağımız zemini sağlamlaştırmak açısından işimizi epeyce kolaylaştıracaktır.

    Finans kapitalin siyasal üstyapısı: gericilik eğilimi

    Emperyalizm ve faşizm arasındaki ilişki rastlantısal değil, yapısal bir zorunluluğa dayanır. Emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşaması olarak, siyasi alanda demokrasiyi yıkmaya ve gericiliği pekiştirmeye yönelik sürekli bir baskı oluşturur. “Tekelci kapitalizmin (emperyalizm tekelci kapitalizmdir) siyasal üstyapısı, demokrasiden siyasal gericiliğe değişimdir. Demokrasi serbest rekabete tekabül eder.” (V. İ. Lenin – Emperyalist Ekonomizm, Marksizmin Bir Karikatürü – Sol Yayınları, ÜÇÜNCÜ BASKI, Ankara 2008)

    Bu formülasyon, mekanik bir “ekonomi -> siyaset” çizgisi değildir. Tekelci aşama, gericilik eğilimini güçlendirir, fakat bu eğilimin hangi somut devlet biçimlerinde cisimleşeceği, doğrudan doğruya sınıf mücadelesinin seyri, hegemonya krizinin derinliği, ittifaklar ve siyasal güç dengeleri tarafından belirlenir.

    Kapitalizmin gelişiminde burjuva devletinin işleyişi, sınıf tahakkümünün ekonomik temelleri ile siyasal üstyapının diyalektik ilişkisi içinde düşünülmelidir. Burjuva egemenliği, her zaman aynı siyasal biçimle işlemez. Kapitalist devlet, kimi dönemlerde “normal” görünen bir işleyiş içinde, kimi dönemlerde ise krizin keskinleşmesiyle olağan sınırlarının dışına taşmak zorunda kalan “olağanüstü” yönetim biçimleriyle kendini yeniden üretir.

    Bu çerçevede çok tarihsel iki evreden söz edilebilir:

    • Serbest rekabetçi dönem ve burjuva demokrasisinin genişleme momentleri : Bu dönemin tipik devlet biçimi “demokratik cumhuriyet” olarak görülür. Lenin’e göre bu dönem, demokrasi serbest rekabete tekabül ederken, burjuvazinin feodalizmle mücadelesinde kendi nesnel çıkarlarını gerektirdiği için eşitlik ve özgürlük gibi ilerici bir ideoloji savunuculuğu yaptığı evredir.


    • Tekelci/Emperyalist dönem ve gericilik eğiliminin güçlenmesi: Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizmin belirleyici özelliği, finans kapitalin ve mali oligarşinin egemenliği altına girmesidir. Bu yapısal değişim, siyasal alanda kaçınılmaz olarak bir gericilik ile kendini gösterir. Bu dönemde emperyalizm, demokrasinin yerine genel olarak oligarşiyi geçirmeye çalışmaktadır.

    Emperyalist dönemin devlet biçimlerini ise temelde:

    • Oligarşik Diktatörlük: Mali oligarşinin, biçimsel demokratik kurumları (parlamento, seçimler) koruyarak azınlık diktatörlüğünü sürdürme biçimidir. Bu durum, bürokrasi ve militarizmin dev boyutlara ulaştırılmasıyla (bürokratik ve askerî aygıtın yetkinleştirilmesi) sağlanır, bu da güçlü bir denetleyici mekanizma yaratır.

    • Faşizm: Faşizm, siyasal gericilik eğiliminin kriz koşullarında ulaştığı en radikal biçimdir. Faşizm, finans kapitalin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının teröre dayanan açık diktatörlüğüdür.

    Bu iki biçimi birbirinden ayırmak için, yalnız “otoriterlik” ölçütü yetmez. Faşizmi ayırt etmek için daha somut kriterlere ihtiyaç vardır.

    Faşizm: Olağanüstü devlet biçimi

    Faşizm, literatürde olağanüstü devlet biçimi olarak tanımlanır. Bu, kapitalist devletin, sınıf mücadelesindeki keskinleşme ve siyasal bunalım dönemlerine denk düşen, normal işleyiş sınırlarının dışına çıkan bir kriz yönetimi biçimidir. Faşist diktatörlüğün temel karakteristiği, demokrasinin baştan sona reddi, devlet aygıtının militaristleşmesi ve terörle baskı uygulamasıdır.

    Faşist diktatörlüğü, yalnızca “kurumların zayıflaması” değil, çok daha kapsamlı bir yeniden yapılanma hamlesi olarak tanımlamak gerekir bu yeniden yapılanma da temelde:
    • Demokratik hakların baştan sona budanması ve siyasal alanın daraltılması,

    • Devlet aygıtının militaristleşmesi ve merkezileşmesi,

    • Terörün süreklileşmesi (keyfilik, cezasızlık, hedefli şiddet, toplu cezalandırma),

    • İşçi sınıfının ve ezilenlerin örgütlerinin (sendikalar, dernekler, parti örgütleri) tasfiyesi/korporatizasyonu,

    • Milliyetçilik, ırkçılık, ümmetcilik ve “iç düşman” söylemleriyle kitlesel karşı-devrimci seferberlik ve toplumsal yeniden hizalama.

    Faşizm genellikle darbecilikle kolaylıkla karıştırılır. Oysa, İtalya’da Faşistler ve Almanya’da Naziler, çoğunlukla “demokratik”, süreçler sonucunda iktidara gelmişlerdir. Faşizmin darbeyle ilişkisi, sadece iktidara geliş tarzıyla ilgili değildir, geldiği gibi gitmeyi kabul etmemesi ve geniş halk desteğine dayanmasıdır. Nitekim, 1980 darbesi ile faşizmin arasındaki ayrım da buradan başlar: Faşizm, kapitalist devletin krize karşı kendini güvenceye alma, teröre dayalı süreklilik biçimiyken, darbe rejimleri genellikle, bir geçiş hamlesi olma eğilimindedir.

    Devlet biçimleri, kapitalist tahakkümün ekonomik temelleri ile siyasal üstyapısının diyalektik ilişkisi içinde tanımlanır ve her kriz dönemi, faşizm gibi yeni veya yeniden üretilmiş olağanüstü yönetim biçimlerinin ortaya çıkma potansiyelini taşır.

    Eğer, Faşizm kavramını olağanüstü devlet biçimi olarak kurmazsak, ‘otoriterlik’, ‘baskı’, hatta ‘kaba zor’ ile eşanlamlı hale getiririz. O zaman faşizm, açıklayıcı olmaktan çıkar, yalnızca bir hakaret sözcüğüne dönüşür. Ya da Faşizmi, sermaye birikiminin krizleriyle doğrudan özdeşleştirip, siyasal biçimin özgüllüğünü ihmal eder ve yanlışlığı ispatlanmış “sınıfa karşı sınıf” sloganını tekrarlar dururuz. 



    Emperyalizmin olağan hali

    Savaş ekonomisi, ekstraktivizm ve sömürgeci güvenlik rejimleri “faşizmin maddi altyapısı” diye adlandırıldığında, kavramların içi yer değiştirir. Emperyalizmin olağan işleyişi, faşizme özgü bir istisna gibi sunulmaya başlanır. Oysa emperyalizm savaş ekonomisini yadsıyan bir düzen değildir; militarizm, kolonyal şiddet ve zor aygıtının genişlemesi, tekelci kapitalizmin “olağan” nabzıdır. Bu nabzı, faşizmin özgüllüğüymüş gibi yazmak, faşizmi açıklamak değil; onu emperyalizmin genel görüntüsü içinde eritmek olur.

    Burada belirleyici ayrım şudur: Emperyalizm her zaman militarist ve kolonyal olabilir, fakat faşizm, bu mantığın içeride -yani sınıf mücadelesi bağlamında- olağanüstü bir devlet biçimi olarak kristalleşmesidir. Savaş ekonomisinin varlığı faşizmi otomatik doğurmaz. Faşizmi faşizm yapan, devletin olağan sınırlarını aşarak zor aygıtını merkezileştirmesi, terörü süreklileştirmesi, örgütlü işçi hareketini tasfiye etmeye yönelmesi ve kitleleri şovenizmle karşı-devrimci bir seferberliğe bağlamasıdır. Devlet biçimi meselesi silindiğinde, geriye “faşizm” değil, emperyalizmin her döneme eşlik edebilen geniş bir zor ve yağma repertuvarı kalır.

    Şebnem Oğuz’un eleştirisi, CHP’nin faşizmi “kurumsal erozyon”a indirgeyen restorasyoncu konforunu hedef alması bakımından yerinde bir başlangıç gibi görünüyor. Ne var ki faşizmi devlet biçimi olarak ayıran ölçütler netleşmediğinde, eleştiri kolayca şuraya savrulur: emperyalizmin olağan işleyişi ile faşizmin olağanüstü biçimi arasındaki sınır silinip; faşizm, sermayenin her zor momentine yapıştırılan bir “genel ad”a dönüşür. Bu, yalnız kuramsal bir gevşeklik değil, siyasal stratejiyi de kemiren bir kaymadır.

    Siyasal stratejik kayma, “anti-faşist mücadele”yi mutlaka savaş/ekstraktivizm/kolonyal iç yönetim/birikim rejimiyle nihai hesaplaşma düzeyine sabitlediğimizde, mücadeleyi fiilen yalnızca devrim programına indirgenerek en belirgin haline kavuşur. Böylece anti-faşizm, geniş kitlelerin somut savunma ve geri püskürtme mücadelesi olmaktan çıkar; “doğru programa sahip küçük bir öznenin” tekelinde, neredeyse arkaik bir safiyet sınavına dönüşür. O noktada cephe siyaseti zaten kurulamaz: daha kurulmadan, her zaman “yetersiz” kılınır.

    Üstelik bu mantığın bir sonraki adımı şaşırtıcı değildir. CHP merkezli bir restorasyon cephesinin faşizmi kökten geriletmeye yetmeyeceğini söylemekle yetinmeyip, buradan “anti-faşist mücadelenin koşulu CHP’nin de yenilmesidir” sonucunu üretmek, aynı akıl yürütmenin devamıdır. Tarihte masum bir sayfada değildir: “sınıfa karşı sınıf” sekterliğinin, sosyal demokrasiyi “asıl düşman” ilan eden felç edici tutumunun yükünü taşır. Birleşik mücadelenin imkânlarını budayan bu yük, bir kez daha, faşizmin karşısına parçalı bir güçle çıkmanın ve mutlak yenilginin yolunu döşer.

    Burada ihtiyaç duyulan şey, restorasyonculuğun sınırlarını teşhir ederken, faşizmi emperyalizmin “doğal hali”ne eşitleyen indirgemeciliğe düşmemektir. Anti-faşist mücadele, ne kurumsal tamiratın dar koridoruna sıkıştırılmalı ne de devrim programının mutlak eşiği’ne hapsedilmelidir. Marksist ciddiyet, tam da bu iki kolaycılığın arasından, devlet biçimini, sınıf mücadelesini ve cephe siyasetinin zorunluluğunu birlikte düşünmeyi gerektirir. Faşizm koşullarında sınıf siyaseti de budur.

    Anti-faşist cephe niye kurulamıyor?

    Halit Elçi’nin yazısının başlığına bakıldığında sanki bir soruyu cevaplayacakmış gibi girişip olayı Gordion düğümüne çeviren çelişkili mantık silsileleri ortaya çıkıyor. Ne başta sorduğu soru cevaplanıyor ne de bugüne kadar anlatımı yapılan tartışmaların ve güncel durumun tutarlı bir yanı ortaya çıkıyor. Bu yazının değerli noktası olarak Anti-faşist hattın iki “kilit bileşenini” açık seçik koyması ve seçim hesaplarını sandık retoriğine indirgemeden yapabilir konuma gelmesi.

    Gelelim düğüme,

    CHP’ye dair kurulan tarihsel-siyasal teşhis ile “anti-faşist cephe”yi kurma biçimi arasındaki uyumsuzluk. 1950 yılından bugüne iktidar olamayan hatta çok partili hayata geçtiğinde beri tek başına iktidar olmamış CHP’yi, yalnızca “düzen partisi” diye değil; Kürtler başta olmak üzere halklara dönük şiddetin kurucu faili olarak konumlayıp, üstelik bu sürekliliği “devlet partisi” kimliği üzerinden bugüne bağlıyor ve Kürt kolektif hafızasında CHP’nin “esas sorumlu” olarak kodlanmasını meşrulaştırıyor. Ama aynı zamanda bunu iktidar bir manipülasyonu olarak da tanımlıyor. Kuruluştan bugüne arada SHP ile ilk meclise girişlerin yaşanması sanırım SHP olduğundan es geçiliyor.

    Aynı metinde böylesi bir CHP’yi “bugün anti-faşist cephenin en büyük, en kitlesel gücü” ilan ediyor ve “CHP’nin içinde olmadığı hiçbir formülasyonla… faşizmi durdurmak ve geriletmek mümkün değildir” diye kurucu bir önermeye dönüştürüyor.

    Tam da burada yazı, kendi açtığı kuyunun kenarında duruyor: “kurucu suçun faili” ve “devlet partisi” diye tarif edilen bir öznenin, hangi kırılma eşiğinden geçtiği, hangi bağlayıcı adımları attığı, hangi programatik taahhütleri verdiği gösterilmeden, anti-faşist cephenin “vazgeçilmez bileşeni” mertebesine yükseltilmesi seçim aritmetiğine ve CHP tabanının faşist rejim ile sorun yaşamasına bağlanıyor.

    CHP’nin İmralı/komisyon meselesi üzerinden başlayan gerilimle açılıyor; “cellat polemiği” de bu bağlamda şekillenirken barış ya da çözüm süreci aksına bakmama imkanını kendisine tanıyor. Belki de yazının en kritik noktasını buraya girmediği için es geçiyor.

    Ama en önemli çelişki ise Halit Elçi, CHP’yi Şebnem Oğuz’a referansla “faşizmi kurumsal erozyona indirgeme” çizgisine yerleştirip bunun “anti-faşist mücadele”ye engel olduğunu söylüyor ama ilerleyen yerinde “CHP’siz hiçbir formülasyonla sokakta da sandıkta da faşizmi durdurmak mümkün değildir”e bağlıyor. Yani CHP’nin sınırlarını programatik düzeyde tespit ediyor, sonra cephenin zorunluluğunu aritmetik düzeyde ilan ediyor. Bu metin bu yüzden kendi içinde iki ayrı dil konuşuyor.

    Peki gelelim söylemediklerine,

    Faşist bir iktidarla “barış süreci” nasıl bir siyasal aks olabilir?

    Halit Elçi’nin metni, barış/çözüm aksına “odağım kaymasın” diyerek girmediği için, kabullenmek zorunda kaldığımız ama altında tam da CHP’nin olması gereken yeri bulacağımız bir soru var. Faşist bir iktidarla çözüm süreci ve müzakere mücadele diyalektiği. Buraya girilmediğinde sürecin nasıl bir siyasal aks olabileceğine dair;

    • Barış, rejimin iyi niyetiyle değil; kitle mücadelesiyle, grevle, sokakla, uluslararası basınçla, rejimin krizine müdahaleyle zorlanan bir siyasal sonuçtur. Bu durumda müzakere, mücadelenin bir momentidir; mücadele zayıfladığında müzakere “barış” değil, teslim alma/oyalama mekanizmasına dönüşür.

    • Barış, rejimin ihtiyaçları doğrultusunda (dış politika, sermaye dengeleri, seçim hesabı, devlet içi yeniden düzenleme) bir “kontrollü gevşeme” hamlesi olarak kurgulanır. Bu durumda müzakere, mücadelenin ürünü olmaktan çıkıp rejimin istikrar tekniğine dönüşür. “Barış” denilen şey, çoğu kez barış değil, çatışmanın yönetimi olur.

    İktidarla müzakere başlığı ise (İmralı/komisyon tartışmasının merkezde olmasına rağmen) tartışmadığı için “mücadele koşulu” netleşmiyor ve rejimle temasın sınırları da çizilmiyor.

    Faşizmle müzakerenin tek koşulu mücadeledir

    Bugün fiilen olan ve Halit’in yazısında örtük biçimde ama zaman zaman açık sonuçlarıyla savunulan fikir şudur: Kürtler, faşist bir iktidarla bir “barış” zeminini geliştirebilir; hatta iktidar da çeşitli zorunluluklar nedeniyle bu masaya oturmaya mecbur kalmıştır ve barış çeşitli düzenlemeler ile sağlanabilir. Bu kabulün hemen arkasından gelen ikinci önerme daha da belirleyicidir: dolayısıyla bu süreci “akamete uğratabilecek” hiçbir hamle yapamayız. Yani siyasal hattın esası, masayı korumak ve masayı bozacak çatışmaları büyütmemektir.

    Bu düşünsel çerçevede CHP’nin nerede durduğunu tartışmak zaten tali hale gelir. Çünkü eğer “asıl aks” faşist iktidarla barışma ihtimaliyse ve bu ihtimali korumak için siyasal alanı daraltmayı göze alıyorsak, CHP ile cephe kurmanın stratejik anlamı da buharlaşır. CHP, ancak faşizme karşı mücadeleyi büyütmek, toplumsal muhalefeti seferber etmek ve rejimi geri adım atmaya zorlayacak bir basınç üretmek için önemlidir. CHP ile cephe geliştirme ihtiyacı, tam da mücadeleyi ön koşul olarak kabul ettiğimizde, yani barışı “mücadelenin ürünü” olarak kavradığımızda ortaya çıkar. Mücadeleyi ön koşul saymayan bir hatta ise CHP tartışması, en fazla seçim aritmetiğinin bir unsuruna indirgenir; anti-faşist cephe fikri de, bir strateji olmaktan çıkarak prosedürel bir tamamlayıcıya dönüşür.

    Toplum mevzilerinde yürütülen savaşın zorunlu momenti olarak “anti-faşist cephe”

    Diyelim ki seçim matematiği, CHP’li bir ihtimalin kazanma olasılığını ortaya çıkarmıyor. Diyelim ki CHP, çok daha fazla ulusal nosyonlar ve refleksler ile hareket ediyor ve Kürtler ile yan yana gelmek için “bağra taş” basılması gerekiyor. Ve diyelim ki Kürtler, AKP-MHP iktidarı ile masada bu çözümü üretip iktidarın ömrünü bile uzatmaya razı. Bu koşullarda, bir geniş cephe imkanını zorlamanın anlamı yok mudur?

    Geniş cephe, seçim kazanmaktan bağımsız olarak, kitlesel karşı-devrimci seferberliğe karşı kitlelerin somut savunma ve geri püskürtme mücadelesini örgütlemenin aracı değil midir?

    Bugün ne oldu da bu politika tekrardan tartışmalı geldi? HDP’nin DEM’e dönüşümü ile “kürdistanileşme” hamlesiyle bu tartışma tekrar gündeme gelmedi mi? Üçüncü yol çizgisi eşit mesafeciliğe indirgendi ve birleşik anti-faşist cephe sadece bir taktik olarak silikleştirilmedi mi?

    Halit Elçi, dün daha kötü koşullarda yapılabilenleri bugün yapılması için bağladığı koşulları niye öne çıkarıyor? Bu koşullar yanlış olduğundan değil -bu arada CHP onları yapsa ve gerçekten bir cephenin oluşum imkanı doğsa keşke- ama bunun olması için CHP adım atmak zorundayken, DEM bu mesuliyetten azade mi sayılmalıdır? Ve asıl soru: sosyalistler niye tüm bunlarda tarafsızmış gibi davranmak zorunda kalmaktadır?
    Anti-faşist politika tarafsızlık kaldırmaz. CHP adım atmıyorsa, bunun adı yalnızca “üzücü bir durum” değildir, cephenin önündeki sınıfsal-siyasal engellerden biridir ve açıkça teşhir edilmelidir. DEM iktidarla masaya oturuyor ve iktidarın ömrünü uzatmasına vesile oluyorsa, bunun da adı “süreci akamete uğratmamak”, stratejik ittifak v.s diye geçiştirilemez. Bu masanın hangi koşullarda mücadeleyi büyüttüğü, hangi koşullarda rejimin ömrünü uzatan bir pasifizme dönüştüğü tartışılmak zorundadır. Sosyalistlerin görevi, bu iki hattın arasında “eşit mesafe” tutmak değil; geniş cepheyi, mücadeleyi ön koşul kabul eden bir karşı-hegemonya stratejisi olarak somutlamak ve her iki tarafa da bu ölçüt üzerinden siyasi basınç uygulamaktır.

    Çünkü geniş cephe, “kazanmaya yakınken” devreye sokulan seçim manevrası değildir, kitlelerin örgütlü savunmasını kurmanın, geri püskürtmenin ve yeni mevziler kazanmanın tarihsel adıdır.

    Faşizm yalnız devlet aygıtıyla değil; sendikalar, basın, eğitim, dernekler, yerel ağlar ve gündelik hayatın değerleri üzerinden rıza üreterek, toplumsal dokuyu yeniden örgütleyerek güç kazanır. Dolayısıyla anti-faşist mücadele de aynı zeminde yürümek zorundadır. Bugünkü devlet aygını AKP-MHP ittifakından ayıran bir çizgi kalmamıştır. Kurumsallaşma sendikalar, basın, eğitim, dernekler, yerel ağlar ve gündelik hayatın değerleri üzerinden ilerletilmektedir. Faşizm koşullarında sendika kurma, genel oy hakkı, grev yapma, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, yerel örgütlenme… bunlar “liberal talepler” diye küçümsenirse, emekçi sınıfların kendi siyasetini üretme zemini ortadan kalkar.

    Tam tersine, devrimci siyasetin yapılabilir olmasının koşulu demokratik hakları savunmayı gerektirir. Bu karşı-hegemonya kurmanın “altyapısı”dır. Örgütlenme kanalları yoksa, hegemonya savaşı da veremezsin.
    Tam da bu yüzden “birleşik cephe” fikri, soyut bir birlik çağrısı değil; faşizmin iktidar tekniğine karşı stratejik bir müdahaledir. Faşizm, emekçi sınıfları bölerek yönetir: işçiyi işsize, güvenceliyi güvencesize; yerliyi göçmene; laik olanı dindara; kentliyi kır yoksuluna; “makbul” sayılanı “iç düşman”a karşı konumlandırarak… Birleşik anti-faşist hat ise bu parçalama operasyonunu tersine çevirir, Gramsci’nin “tarihsel blok” dediği şey de buradan çıkar ve sosyalizmin de imkanını yaratır. Farklı emekçi katmanlarıyla demokratik güçleri ortak bir yön duygusu ve program etrafında bir araya getirmek. Burada demokratik savunma “yan konu” değildir: örgütlenme özgürlüğü, genel oy hakkı, grev hakkı, yerel örgütlenme imkânları, basın ve ifade alanı korunmadan sınıf siyaseti de yapılamaz. Bu koşullarda demokratik hakları küçümseyen bir “saf devrimcilik”, farkında olmadan faşizmin istediği zemini -örgütsüzlüğü ve parçalanmayı- tahkim eder.

    Bu çizgi, birleşik mücadelenin “minimum program” seviyesinde donup kalması anlamına da gelmez. Hegemonya, yalnız doğru fikirleri savunmakla değil; farklı kesimlerin deneyimlerini birleştirip onları kolektif iradeye dönüştürmekle kurulur. Birleşik mücadele bu bakımdan bir “liderlik pratiği”dir de. Üstelik “birleşik”demek “eritmek” demek değildir: en geniş birlik ile sınıf ve ezilen halkların bağımsızlığını birlikte taşımak gerekir. Devrimci hat, birliğin içinde susarak değil, ikna ederek, örgütleyerek güçlenir; anti-faşist cepheyi de ancak bu ikili ilke -genişlik ve bağımsızlık- stratejik bir mevzi savaşına dönüştürür.

    Bugün karşımızda, ya faşizme karşı birleşerek mevzilerimizi koruyup genişleteceğimiz ve kazanacağımız bir gelecek, ya da binbir gerekçeyle bölünüp teker teker ezileceğimiz tarihsel bir eşik var. Hiç olmazsa meseleyi bu ciddiyetle ele alıp, gerçekleri tarihsel deneyimlerin ışığında tartışmanın ve ortak bir mücadele zemini örmenin yolunu bulmalıyız; bütün ayrım noktalarımız, farklılıklarımız ve okumalarımız buna engel olamaz -çünkü faşizmin kazandığı yerde, hiçbirimizin “haklılığı” hayatta kalmaz.

    Share. Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Telegram Email

    İlgili İçerikler

    Abdullah Öcalan: “Yeni yıl, savaşın değil barışın yılı olsun”

    30 Aralık 2025

    Lazkiye alarm veriyor: Alevilere yönelik katliam girişimi sürüyor

    30 Aralık 2025

    Roboski Katliamı’nın 14. yılında adalet talebi: “Unutmadık, unutturmayacağız”

    28 Aralık 2025
    Destek Ol
    Yazılar
    Burak İmrek

    Günümüz gerçekliğinde faşizmi anlamak

    Elif Gamze Bozo

    Gazetecilik “ayarı” verilmez, etik hatırlatılır

    İrem Kabataş

    Devletten kadınlara 11. Yargı Paketi mesajı: “Sizi korumak önceliğim değil”

    Ömer Bölüm

    Şam ile Rojava arasında “anlaşma” krizi

    Bağlantıda Kalın
    • Facebook
    • Twitter
    Seçtiklerimiz
    Aziz Çelik

    Asgari ücrette döviz gerçeği!

    Siyasi Haber

    Piyangocu Meryem hepimiz için ilham kaynağı

    Ayla Önder

    Manisa’da işçiyi savuran o şiddetli fırtına!

    Mehmet Horuş

    İklim krizi gökte mi, yerde mi?

    Güncel Kalın

    E Bültene üye olun gündemden ilk siz haberdar olun.

    Siyasi Haber, “tarafsız” değil “nesnel” olmayı esas alır. Siyasi Haber, işçi ve emekçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler, doğa ve yaşam savunucuları, ezilen etnik ve inançsal topluluklardan yanadır.

    Devletten ve sermayeden bağımsızdır.

    Facebook X (Twitter) YouTube
    EMEK

    Piyangocu Meryem hepimiz için ilham kaynağı

    26 Aralık 2025

    Buca Belediyesi’nde maaş krizi yeniden alevlendi: İşçiler iş bıraktı

    26 Aralık 2025

    Asgari Ücret İnisiyatifi:  28 bin 75 TL’lik asgari ücret, sermayenin ve iktidarının emekçiye karşı savaş ilanıdır

    25 Aralık 2025
    KADIN

    Rojda Yakışıklı, katledilmeden önce fail hakkında şikâyette bulunmuş

    29 Aralık 2025

    Kadınlardan İsrail’e tepki: Cinsel şiddet savaş politikasıdır

    28 Aralık 2025

    Piyangocu Meryem hepimiz için ilham kaynağı

    26 Aralık 2025
    © 2025 Siyasi Haber. Designed by Fikir Meclisi.

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.