KORKUT AKIN yazdı: “Enis Batur, geniş perspektifli bakışıyla -beğenmeyenler olabilir kuşkusuz, ama o beğeni beklemediğinden olsa gerek- okurun bakışına katkı sunuyor başlattığı ‘Çekmeceler’ dizisinde.”
KORKUT AKIN
Bir “neden” yanıtı ararız, nedenini araştırmadan… Bir “neden”in kökeni vardır mutlaka, ama yine de sorumuz hep “neden”dir.
Galiba bizi belirleyen soruların başında geliyor “neden”. Galiba, sorarak öğreniyoruz da ondan. Bir “galiba” daha eklersem ipin ucu kaçacak… Onun için konuya girmeliyim tez elden.
Enis Batur, çalışkan, çalışkan olduğu kadar da üretken, üretken olduğu kadar da “dağıtkan” bir yazar. Çalışkanlığını, üretkenliğini biliyoruz, ama “dağıtkan” da ne ola ki!
Bir iki ay önce başka bir yayınevinden çıkmış kitabını okumuştum, bir kitabını da -tabii ki o daha başka bir yayınevinden çıkmış- görmüştüm… Bir de daldan dala atlayan -şiirden denemeye, araştırmadan antolojiye…- yapıtları var. Okundukça yeni bir bakış açısı sunan Enis Batur’un, yeni bir denemeler dizisi de “Çekmeceler” alt başlığıyla Sel Yayıncılık’tan çıktı: “Gülmekten Ölmek”.
Resmin katkısı…
Enis Batur, geniş perspektifli bakışıyla -beğenmeyenler olabilir kuşkusuz, ama o beğeni beklemediğinden olsa gerek- okurun bakışına katkı sunuyor başlattığı “Çekmeceler” dizisinde. 2002-2015 yılları arasında yazdığı denemelerini 11 ana başlıkta toplamış. Ağırlıklı olanı da resimleri irdelediği denemeleri.
Resmin (soyut olanlar daha çok) ve müziğin (eğer sözsüzse) verdiklerini hissetseniz de anlatamazsınız kolay kolay… İçinizde bir şeyler kıpırdar da söze, yazıya, duyguya dökemezsiniz. Bazen anlamadıklarınız da olur, öyle bakıp/dinleyip geçersiniz. Enis Batur, sizi sizinle (bundan önce bırakmadığı gibi, bundan sonra da) bırakmayacağı için küçük “tereddütler” saçıyor ortalığa. Resimle edebiyatı, müzikle felsefeyi, sinemayla heykeli buluşturuyor. Siz, o tereddüdünüzle sorular soruyorsunuz kendinize… Sonra bu sorular büyüyor, büyüyor, büyüyor…
“Bilicilik”…
Yazı yazmak gerçekten de bir bilicilik midir? Sahi, bilicilik olmasa (yazarın diliyle soralım) neden okuyalım ki! Buradaki bilicilik, her şeyi bilmek olmasa gerektir; bizi bilmeye iten bir güç olmalı. Yazarın kendince kurduğu dünyayı anlayabilmek için değişik bakış açıları bunlar. Enis Batur, en çok da bunu sağlıyor. Gerek Fazıl Hüsnü Dağlarca (“Dilgiz” en sevdiğim, dönüp dönüp okuduğum bölümü oldu kitabın, tüm kısalığına rağmen) gerekse
“O
işinin ozanı
Ben Tanrısıyım
İşimin”
dizeleri yeni yelkenler açtırıyor felsefi anlamda da… Tabii ki hayata, coşkuya ve aşka.
Söz yazıya sokulunca…
55 dakikalık bir belgeseli, “…büyücü-şaire dönüştürüyor izleyicisini” diye tanımlayınca (s.142) ister istemez etkisine giriyorsunuz filmin. İzlememiş olmanız bu etkiyi azaltmıyor, aksine tetikliyor, “Nereden bulurum da ‘büyücü-şaire dönüşürüm’ izleyerek” diyorsunuz.
Aynı duygu, belki daha da büyüğü… kitabın kapağına da çıkmayı başaran o resimde yaşanıyor. Batur, kendisinin ne denli etkilendiğini, kendisine neler çağrıştırdığını anlatıyor. Bir taraftan içten bir kahkaha, bir taraftan delilik mertebesine ulaşmış, irkilten bir gülme. Acaba hangisi?
Gülmekten Ölmek, Enis Batur, denemeler, Sel Yayıncılık, 2016,174 s.