Türkiye’de entelektüel emek tartışması çoğunlukla Ortodoks Marksist yorumlara kurban ediliyor. Kognitif (bilişsel) emek üzerine söylenen sözler akademi dışında yeterince itibar bulmuyor, kognitif emekçilerin örgütlenme çabaları ve prekerleşen (kırılgan hale gelen) çalışma sisteminin yorumlanması ise çoğunlukla lüks muamelesi görüyor. Türkiye’de yayıncılığa gerçek anlamıyla yeni bir soluk getiren ve yeni teorinin kitleselleşmesi, Marksizm’in güncel yorumlarının tebliğ edilmesi gibi işlevleri olduğuna inandığım Notabene yayınları ise bu ‘lüks’ tartışmayı yapabilme imkanını bize sunuyor. Yayınevi TripleC dergisinin, 2012 tarihli Marx Geri Döndü: Günümüzde Eleştirel İletişim Çalışmaları Açısından Marksist Kuram ve Araştırmanın Önemi başlığını taşıyan sayısını gayet düzgün çevirilerle yayınladı.
Kitabın yayın tarihinin üstünden birkaç ay geçmiş olsa da, özellikle Radikal Gazetesi’nin dijital alana şaibeli geçişi, Sol Gazetesi’nin finansal sürdürülebilirliği sağlayamadığı için kapatılması ve yine Karşı Gazetesi’nin kısa sürede basılı yayın hayatına veda etmesi gazeteciliğin geleceği açısından, habercinin emeğini ve haber üretiminde artı değer meselesini tekrar tartışmaya açmamıza vesile oluyor. Bugün plazalardan butik yayıncılık deneyimlerine, kognitif emek üreten habercilerin statülerini şu başlıklarda değerlendirebiliriz: Şirket/kurum bünyesinde çalışanlar kendi aralarında kadrolu, sözleşmeli ve part time olarak ilk üç grubu oluştururken, geçici yahut parça başı çalışanlar da dördüncü bir grubu teşkil ediyorlar ve dördüncü grubun çalışma biçimi genellikle freelance olarak adlandırılıyor (Beechey ve Perkins, 1987). Freelance çalışma biçimi gazeteciliğin özellikle uluslararası yayıncılık düzlemindeki büyük şirketler için çok önemli bir yer arz ediyor. Birçok kurum, temsilci ya da büro açamadığı yabancı ülkelerde freelance olarak ilişkide oldukları muhabirlerle ilişki halinde. Bazı kurumlarsa yaratıcı potansiyeli arttırdığını düşünerek freelance muhabirlerle çalışmayı tercih ediyor (Coffee, 2007). Uluslararası kuruluşların yanı sıra ulusal harekette ve sol hareketlerde de birçok yayının parça başı, freelance çalışma biçimini benimsediğini biliyoruz. Haber üretiminin yanı sıra yine önemli bir başlık olarak nitelendirilebilecek, dergi ve köşe yazılarında da telif düzeni söz konusu. Hatta Pınar Öğünç’ün Radikal’den çıkarılırken kendine yapılan teklif dahilinde belirttiği üzere ücret beklemeksizin yazma teklifi de yapılabiliyor. Bunun özellikle sol/sosyalist basında yaygın bir eğilim olduğunu da biliyoruz.
Peki bu emek krizi neden yaşanıyor? Radikal özelinde Tuğrul Eryılmaz, Mehmet Y. Yılmaz ve İsmet Berkan gibi isimler bunun kötü yönetimle ilgisi olduğunu söylüyor. Ancak hatırlanacağı üzere Newsweek gibi küresel üne sahip bir yayın dahi dijitalleşme kararı almıştı. Her ne kadar Newsweek’in basılı yayıncılığa dönüşü tez olsa da kötü yönetim dışında, dijital alanın kendi koyduğu kurallarla da ilgili bazı ekonomik ve içeriksel değişikliklerin olduğu aşikâr. Özellikle web 1.0 ve web 2.0 teknolojilerinin gelişimiyle birlikte ortaya çıkan yeni medya deneyimi, televizyon ve radyoda da var olan; ancak bu kadar görünür ve efektif olmayan bir kavramı, izleyici/kullanıcı emeğini tekrar görünür kıldı. Bugün dönüşen emek süreçlerinin izleyici, okur ya da üye emeği üstünden de artı değer elde edebilir hale geldiği görülüyor. Bu işaret kendini özellikle sokak satışı düşük ancak web ortamındaki tanınırlık ve erişimi yüksek Radikal Gazetesi, Birgün, Sol gibi mecralardaki işten çıkarmalar, düşük maaş oranları ve Sol Gazetesi özelinde günlük gazetenin yayımına son vermesi ile kendini doğrularken web 2.0 döneminde muhabir emeği sosyal ağlar aracılığıyla artı değer probleminin çok ötesinde bir emek krizine dönüşmüş durumda.
Muhabirlik bu süreçte sermayenin ve devletin yarattığı hegemonik alan içerisinde, yine devlet tarafından denetlenen ve devlet izniyle sermayece sağlanan Internet hizmeti üstünden sosyal ağlar ve benzeri araçlarla sermaye için enformasyon üretilmesi biçimini aldı (Mosco ve Fuchs, 2014:31). Google bugün global arama motoru pazarının %84.7’sini kontrol ediyor; ama bunu karşılıksız yapmıyor. Ücretsiz olarak kullandıkları servislerde karşılıksız olarak çok ciddi bir miktarda bilgi üretiyor ve bırakıyorlar, Google da bu veriyi kâra dönüştürüyor ve bu yeni bir tür sömürü olarak kurumsallaşıyor (Sandoval, 2014:147). Yani attığımız her ‘tweet’, yaptığımız her ‘click’in Google’a artı değer şeklinde geri dönüşü oluyor. Twitter ve Google, pazarladıkları özgür ifade ortamı üstünden ciddi kâr sağlarken, Google News ve benzeri ‘syndication’ uygulamalarıyla haberin ve haberciliğin kendi mecrasında kendini sergileme ve satma ihtimali azalıyor.
Bu durum, yine bu tür bir mecra olan Radikal Blog üstünde de kendini gösteriyor. Radikal.com.tr’nin anasayfasında diğer yazarlarının isminin hemen altında ismi yer alan Radikal Blog yazarlarına ödeme yapılmıyor. Oysa aynı mecrada hatta birçok yazardan daha sık yazıyorlar, doğrudan gündeme ilişkin hızlı reaksiyonlar vererek, yorum yazıları oluşturuyorlar. Peki bir Radikal.com.tr yazarıyla Radikal Blog yazarı arasındaki farkı ne belirliyor?
İşte bu soru çoğu insan tarafından günümüzde kullanıcı emeği üstüne kurgulanmış entelektüel üretim modellerinde bir yaklaşım oluşturmayı zorunlu kılıyor. Birinci yaklaşım, mesleki, uzmanlık gerektiren bir sıfat olarak gazeteciliği, muhabirliği ele almak. Bu yalnızca ‘profesyonel’ değil aynı zamanda kişisel bazı tasarrufları da devreye sokuyor. Örneğin burada Melin (2014: 232) tarafından öne sürülen, gazeteciliğin savaş benzeri stratejiler gerektirdiği iddiası da ele alınarak, sosyal alandaki oyuncuların belirlenmesinde mevcut politik, toplumsal kodların gazetecilerin iş bulma ve işlerini sürdürme imkanlarına etkisi de tartışmaya açılabilir. Yine Bourdieu’nun (1998, 2005) tezleri üstünden bir kişisel, ideolojik ve profesyonel çatışma alanı olarak gazeteciliği ele alarak bize bu prekerleşmeyi ortaya çıkaran psikolojik koşullar üzerine de fikir edinebiliriz. Yani doğru ilişkileri kuranların, ekonomik sistemin dönüşümü, değişimi her ne olursa olsun, ürettikleri alanda daha kesin hakimiyet kurabilecekleri tezi üstünde durabiliriz. Bu bazen politik pozisyonlara bağlı olarak (yandaş/candaş gazetecilik vs.) bazen de mikro komüniteler içindeki işbirliklerinin sonucu olarak ele alınabilir. Teknik olarak bazı gazete ve dergi çevrelerine Cihangir Dergisi vb. yakıştırmalar yapılması bazı yayınevlerinin kendini örneğin Kadıköy üstünden tanımlaması gibi durumlar tam da böyle ‘komünite’ kadrolarına ait entelektüel üretim platformlarına ait tanımlamalar. Ve dahi birçok gazetecinin yaptıkları haberlerde gözettikleri ‘denge’ gerekçesiyle kurumlarında kalabildiklerini biliyoruz. Örneğin Pınar Öğünç’ün ürettiği sağlam içeriklere rağmen Radikal’de kalamaması, daha sol, radikal bir entelektüel dünyaya ait olduğu için cezalandırıldığı anlamına geliyor olabilir. Zira aynı gazetede ücret alarak çok daha mainstream görüşler yazan, çok daha mainstream bir siyasi alanı kendine mesken tutan isimler hâlâ aktif yazar konumundalar. Yani Öğünç ‘oyunu doğru oynayamayan’ bir gazeteci olarak maddi gelir bölüşümünün bir parçası olamamış olabilir. Elbette bu birinci yaklaşım genel olarak, mevcut ekonomik modelin kapitalist tasarruflar etrafında daralma ve kullanıcı emeğinin sömürüsüne dayanarak hareket etme üstüne kurulu. İkinci ve benim savunduğum yaklaşım ise, alternatif ekonomi modellerinin tekrar savunulması, kapitalist endüstrinin, neoliberal haber odası yaklaşımının prekerleşmiş emek modeline karşı, kolektif, kooperatif bir ekonomik model oluşturulması yönünde.
Bu konuyla ilgili Türkiye’de sürdürülen birçok çalışma var ve gelen dönemle birlikte bu deneyimlerin sayıca artacağı herkesin malumu konumunda. Bianet, T24, Beş Harfliler gibi birçok dijital yayın, ekonomik döngülerini fonlar üstünden kurgulamış durumdalar. Ancak bu kurumlar da analiz yazarlarına ve dışarıdan haber üreten şahıslara telif ödemek konusunda belirgin bir sistem oturtabilmiş değiller. Özellikle fikir/analiz yazıları söz konusu olduğunda telif meselesi ayrı bir problem haline geliyor. Telifin güvencesizliğini bizzat bir problem olarak ele alacak durum dahi oluşmuyor.
Ancak, yeni medyanın ta kendisinin kâr üretebilecek, sonuç ortaya çıkarabilecek bir şey olduğu da ortada. Amazon’un kurucusu Jeffrey Bezos’un Washington Post’u satın alabilecek sermayeyi oluşturması da dahil birçok vaka yeni medya sermayesinin geleneksel sermayeye üstünlük kurup onu dönüştürebileceğinin örneği. Bu, ikinci seçeneğin yalnızca bilindik STK fonlama yöntemleriyle değil, inovasyonla, yeni içerik biçimlerinin üretilmesiyle de mümkün olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin son dönemde ortaya çıkan Line.do benzeri siteler, göreceğiz ki sundukları format bakımından ciddi talep oluşturacak, değişim sağlayacaklar.
Bu iki yaklaşım arasından ikincisi üstünden bir tartışma yaratmak, Türkiye’deki gazetecilerin mevcut kapitalist medya içerisindeki çalışma modellerinin prekerleşmesini engellemek için neler yapılabileceği üzerine çalışma üretmek şart. Yapılmış olan çalışmalar ise başka bir yazının konusu.
Kaynakça:
Beechey, V.; Perkins, T. (1987). A matter of hours: Women, part-time work, and the labour market. Minneapolis: University of Minnesota Press.
Bourdieu, P. (1998). On Television. New York: New York Press.
Coffee, S. (2007). Freelance Journalism: A Series of Profiles on the Practice of Creative Individuals. Honours Newcastle: University of Newcastle, 2007.
Fuchs, C.; Mosco V. (2014). Marx Geri Döndü. Marx Geri Döndü: Medya, Meta ve Sermaye Birikimi. Der: Vincent Mosco & Christian Fuchs, Tr. Derleyen: Funda Başaran. Notabene.
Melin, M. (2014). Flight as Fight Re-Negotiating the Work of Journalism. Critique, Social Media and the Information Society. Der: Fuchs C. & Sandaval, M. New York: Routledge.
Sandoval, M. (2014). Critique, Social Media and the Information Society. Der: Fuchs C. & Sandaval, M. New York: Routledge.
Mesele Ağustos 2014 sayısında yayınlanmıştır