Alexis Kalk, Siyaset Gazetesi’nin 31. sayısı için Ermeni Soykırımı’nın 101. yılı hakkında bir yazı yazdı. Kalk, yazısında 1915’de iki yüzü aşkın Ermeni aydının, sanatçının, düşünürün ve siyasetçinin öldürülmesiyle solun yüzleşmesi gerektiğine değiniyor.
24 Nisan 1915’de iki yüzü aşkın Ermeni aydını, sanatçısı, düşünürü, kanaat önderi ve siyasetçisi İstanbul’da evlerinden zorla alınarak ölüme yollandı. Bu sayı, takip eden günlerde 600'ü aşacaktı. Böylece bir halkın sesi kısılmış, iradesi ve aklı elinden alınmış oldu. Sonrasında yüz binlerce Ermeni, imparatorluğun dört bir yanından kafilelerle Der Zor çöllerine doğru ölüm yoluna çıkarıldı. Onların ancak çok azı, ruhlarında ömür boyu taşıyacakları derin yaraların diyetiyle bedenlerini kurtarabildi. Ölen öldü, giden gitti kimisiyse köleliğe mahkûm bir hayata sahte bir kimlikle tutunmaya çalıştı. Bugün, o yetimlerin torunları, iyileşmek umuduyla dünyanın dört bir yanında atalarının çalınmış hayatlarının ve hayallerinin hesabını sormaya çalışıyor. Peki ya diğerleri? Suça doğrudan iştirak edenler, yani failler ve bu suçun rantını yiyenler bir yana, bu korkunç insanlık suçunu görenler, duyanlar, bilenler? Onların ezici bir çoğunluğu, ne yazık ki uzunca bir süre devam edecek olan sessizliğin ve hâlâ süren inkâr siyasetinin suç ortakları oldular. Bu durum zamanla öyle bir hal aldı ki, en demokrat, en devrimci kesimlerde bile Hrantlar Fırat, Armenaklar Orhan adını kullanmak zorunda kaldı.
Hrant Dink ve Ermeni Soykırımı
İşte o bizlerin "Kılıç Artığı" dediklerinden birinin torunu, Hrant Dink. Onun soykırım konusundaki çalışmaları, soykırımın 90. yılı yaklaşırken tüm dünyada süren tartışmaların Türkiye’ye de taşınmasına büyük ölçüde vesile oldu. Agos ve özellikle televizyonlarda çıktığı tartışma programları aracılığıyla 90 yıllık sessizlik duvarını yıktı ve adeta katledilen atalarının toprağın ve tarihin derinliklerinden yükselen çığlığı oldu. Onun yalın anlatısı gerçeğin gücüne dayalıydı ve devletin ağdalı yalanlarla dolu propaganda dilinin etkisini, güneşin buzu erittiği gibi eritiyordu. Devletin bu duruma tepkisi ve Hrant’ın katli, meselenin devlet açısından yakıcılığının ve onun söyleminin gücünün kanıtıdır. Konuyu gündeme getirmek, yine bir Ermeni devrimciye kalmıştı. Bu ayıp yetmemiş olacak ki, Hrant Dink’e karşı başlatılan linç kampanyasında devrimci demokrat çevreler gereken dayanışmayı sergileyemedi. 19 Ocak 2007’de onun katledilmesi ardından ortaya çıkan büyük tepki ve geniş çaplı eylemlilikler bir anlamıyla hem Hrant Dink’e sahip çıkamamanın hem de Ermeni soykırımı konusundaki tepkisizliğin ve suskunluğun bir çeşit günah çıkarması olarak yorumlanabilir. Gösterilen tepki ne yazık ki 90 yıl gecikmiş bir tepkiydi ve bu gecikmenin faturası sadece Ermenilere değil bu coğrafyada yaşayan tüm halklara çıkmıştı.
Hrant Dink’in katli, tüm sistemi ve toplumu derinden sarstı. Toplumun pek çok kesimlerinde geçmişe yönelik bir hesaplaşma ve yüzleşme sürecini tetikledi. Ne var ki, sorunun bunca yıllık inkârını meşrulaştırmak için devlet ideolojisine paralel şekilde kurgulanmış mekanizmalarla hesaplaşmak, onları sorgulamak, hataları kabullenmek ve özeleştiride bulunmak hiç de kolay olmayacaktı. TC’nin kuruluş sürecinin antiemperyalist bir mücadele olarak kutsanması ve Ermeniler’in emperyalistlerle işbirliği içinde olduğu, Ermeniler’in azılı kapitalistler olarak halkı sömürdükleri gibi Nazi artığı propaganda yalanları kimi sol çevrelerce içselleştirilmişti. Bugün hâlâ sol görünüşlü şoven söylemlerle Talat Paşa gibi imparatorluk idarecisi katilleri antiemperyalist kahraman olarak halka satmaya çalışanların olması yüzleşme önünde ciddi bir engeldir. Bu açıdan bakıldığında Ermeni soykırımı meselesi sol ve devrimci çevreler için bir turnusol işlevi de görmekte. Solun evrensel değerleri ve enternasyonalizm ile hiçbir ilişkisi bulunmayan bu fikriyatın mahkûm edilmesi ve kalıntılarından solun arındırılması hâlâ önemli bir görev olarak önümüzde durmakta. (500)
Belki de sol içindeki tüm bu çatışmalar sebebiyle ilk girişimler liberal çevrelerden ve dolayısıyla daha kolaycı, konformist bir noktadan gelişti. Soykırım gibi çok boyutlu bir suç, yüzeysel bir yaklaşımla politik ve güncel altyapısından arındırılıp "özür diliyoruz" gibi kampanyalarla vicdani, kişisel bir meseleye indirgendi. Bir çeşit katarsis olan bu "anma" hali devlete, dünyaya ne kadar demokratik olduğunun propagandasını yapma imkânı da sağlıyordu. Bu siyasi sıkışmışlığı kıracak olan kuşkusuz devrimci demokrat solun meseleyi temelden ele alması olacaktı.
Devrimci demokrat yapıların pek çoğunun soykırım meselesini ciddi bir şekilde ele alması ve gündemleştirmesi ancak soykırımın 100. yılında mümkün olabildi. Burada Kemalist ideolojinin sol üzerindeki etkisinin başarısını sanırım teslim etmeli. Nazım Hikmet’in Akşam Gezintisi şiirinin yakın zamana kadar pek çok yerde sansürlenen aşağıdaki dizelerine çok daha önce kulak verilmeliydi.
"Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış
Affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini
Fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin
Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına"
Nasıl bir yüzleşme? Niçin bir yüzleşme?
Ermeniler 100 senedir başlarına gelen ve inkâr edilen felaketi belgelendirmenin ve anlatmanın bin bir çeşit yolunu deniyor. Soykırımın 100. Yılı, Türkiye solunun geniş bir kesimi tarafından soykırım inkârının mahkûm edildiği, yaşananların adının konduğu, konunun tarihi kökenlerinin araştırıldığı, aktarıldığı ve hatta yer yer bugüne ilişkin etkilerinin ve sürekliliklerinin de irdelendiği değerli bir dönem oldu. Fakat tüm bu olumlu faaliyetler, Türkiye solunun gerçek bir yüzleşme üretebilmesi için yeterli değil. Türkiye solu ancak bu soykırımın doğrudan mağduru ve muhatabı olduğu gerçeğini idrak edip kendi felaketinin belgelendirilmesi, analizi ve anlatısı ile gerçek bir hesaplaşma sürecini başlatabilir. Hesaplaşma, 101 yıl önce eşit ve özgür bir yaşamı savunduğu için katledilen Ermeni devrimcilerin hayallerini bugün sahiplenebildiğimiz, özgür ve eşit bir ülke kurabildiğimiz, soykırım ve katliamları ortadan kaldırabildiğimiz oranda gerçekleşmiş olacaktır.
Gerçek yüzleşmenin ilk ışıkları
Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) özgün koşulları gereği bu yüzleşme ve hesap sorma pratiğine Türkiye soluna oranla daha erken başlamıştır. Devletin soykırım ve katliam politikalarının güncel muhatabı olan Kürtler aslında bugünün Ermenileri konumundadır. Özellikle KÖH’ün tarihi sürekliliğe ve güncelliğe vurgu yapan, siyasi ve insani talepleri bir arada dillendiren okuması, yüzleşme adına umut vericidir.
Paramaz Kızılbaş adını alarak Kobanê’de gerçek bir enternasyonalist devrimci olarak savaşan ve düşen Suphi Nejat Ağırnaslı’nın duruşu bir yüzleşme ve hesap sorma pratiği olarak önemli bir örnek. Nejat, 100 yıllık inkârı sırtlamış, tarihi, acıyı ve haksızlığı ruhunda damıtmış, devrimci öfkeye çevirmiş ve güncel bir soykırım girişiminin karşısına dikilmiştir. Nejat, aldığı referans noktalarıyla zamanı adeta bükmüş kendi öncülü olarak gördüğü Paramaz’ı, 1915’de Beyazıt Meydanı'nda asılan Ermeni devrimci lideri, Kobanê cephesinde yeniden var etmiştir. Bu eylemiyle, hepimizi sürekli öğüten soykırım çarkını az da olsa geriye çevirmeyi başarmış, sistemle yüzleşmiş ve tüm katledilenler adına hesap sormuştur.
Soykırımın 100. yılında, Armenak Bakırcıyan adına Nazımiye ilçesi Xarik Köyü'nde inşa edilen anıt mezarda yer alan “Armenak Bakırcıyan, Hrant Dink, Manuel Demir, Nubar Yalımyan, Kevork Çavuş, Monte Melkonyan, Antranik Uzunyan… isimsiz mezarsız tüm kahramanlara” yazısı ve elbette Orhan Bakır adıyla tanınan Armenak Bakırcıyan’ın gerçek ismiyle anılmaya başlanması kadar Kadir Akın’ın Devrimci Paramaz kitabı ile Paramaz’ın fikirlerini ve mücadelesini önemli sayıda insana ulaştırması da 100 yıl sonra solun Ermeni soykırımı ile yüzleşme çabasının önemli adımları olmuştur.
Bugün her devrimci demokrat yukarıdaki ilkeler doğrultusunda kendi mezhebince bir yüzleşmenin ve hesap sorma mekanizmasının yollarını aramalıdır. Unutmayalım ki tarihi algılama şeklimiz gelecek tahayyülümüz üzerinde belirleyicidir. Bu zorlu ve zahmetli süreç, salt vicdani bir sorumlulukla katlanmak zorunda olduğumuz bir çile değil, geleceğimizi inşa edebilmenin mücadelesidir. Hakkıyla yerine getirildiğinde kuşkusuz barış ve eşitlik kavgamızı önemli oranda ileri taşıyacaktır.