4 Mart 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükun Yasası ve Şeyh Said Ayaklanmasını tarihçi yazar Erdoğan Aydın ile konuştuk. “Takrir-i Sükun ve benzeri yasalar geri bir düzeni savunan güçlerin iktidarı ele geçirip 20 yıldır da iktidarda kalabildikleri bir toplumsal deformasyona yol açmıştır.”
4 Mart 1925 yılında çıkarılan ve hükümetin yasama ve yürütmeyi birleştirmesini yargıyı ise tekeline almasını sağlayan Takrir-i Sükun Yasası’nı ve Cumhuriyet tarihinin ilk Kürt isyanı Şeyh Said Ayaklanmasını tarihçi yazar Erdoğan Aydın ile konuştuk.
Röportajın satır başları şu şekilde:
“Bu yasanın bir benzeri Kasım 1924’te İsmet İnönü tarafından çıkarılmak istedi. Ancak Meclis’te gerekli çoğunluk sağlanamayınca, İsmet İnönü Meclis’e rest çekerek istifa edecek ve Fethi Bey (Okyar) Başbakan olacaktı. 13 Şubat 1925 yılında bize isyan olarak anlatılan ancak Şeyh Said’in bulunduğu Piran’a kaçakları yakalamak bahanesi ile aslından Şeyh Said’in otoritesini kırmaya yönelik bir operasyon sonucunda erken doğurtulmuş ve giderek yaygınlaşan bir isyan ile karşı karşıya kalınması sonra yeni rejimin şekillendirilmesinde adeta beklenen fırsat olarak görülür. Mustafa Kemal’in de müdahalesi ile Fethi Bey’in yerine Kasım ayında ortada öyle bir şey yokken Takrir-i Sükun Yasası benzeri bir yasa getirmek istenen İsmet İnönü tekrar Başbakan olarak atanır. İsmet İnönü daha önce başaramadığı işi bu sefer Meclise dayatır. Meclis bu sefer İsmet İnönü’nün getirdiği yasayı onaylar.”
Muktedirlerin kafasındaki gerçek düzeni hayata geçirme yasası
“Bu yasada asıl mesele birinci maddesidir. Birinci maddeye göre, “Toplumsal düzenin huzur ve sükunun emniyet ve asayişin kurulması ve bunların bozmaya yönelik örgütlenme, kışkırtma, basın yani aslında her türlü muhalefeti katı bir şekilde cezalandırma önergesi ve bunun da uygulanması için Ankara ve Diyarbakır merkezi İstiklal Mahkemeleri’nin kurulmasıdır.” İçeride ve dışarıda rejimi tehlikeye sokacak herhangi bir şey yokken buna rağmen söz konusu yasa daha önceden mecburen kabul edilmiş görünen bazı şeylerin yerine muktedirlerin, iktidarı elinde tutanlarının kafasındakini gerçek düzeni hayata geçirmek içindir.”
“Eğer daha önceden verilen taahhütler doğrultusunda ve o sırada Lozan’da kendi dünyaya kabul ettirmiş olan rejim yoluna sükunetle ve Anayasasına uygun devam edecek olsa zaten ortada bir problem yoktu. Ancak rejimi yeniden ve Cumhuriyet Halk Partisi içerisindeki Milli Şef’in kararları doğrultusunda Türkleştirmek, sünnileştirmek ve burjuvalaştırmak üzerinden bir konseptle memleketin dizaynı sağlanmaya çalışılıyordu. Bu nedenle daha Kasım 1924’te İsmet İnönü böyle bir yasa önermişti.”
“Tarihi doğru algılayacaksak bu bütünlük içerisinde değerlendirmek lazım ve demek lazım ki Takrir-i Sükun aslında memleketi yönetici elitin istediği program doğrultusunda dizayn etmeyi rahatlıkla yapabilmeye yönelik bir yasaydı.”
“(Takrir-i Sükun Yasası) Rejimin, milli mücadele ve uluslararası gerilimleri aştığı bir noktada içeriğe dönüp devleti ülkesi ve milleti haline getirecek, memleketin Türk olmayanlarını asimile edecek, Sünni, Hanefi ve laiklik ile modernizmle uyumlu olmayan güçleri asimile edecek ve bütün karar mekanizmasını tepede bir kişi veya üç beş kişinin kendi arasından düzenleyebileceği bir hale getirmek üzere gereken yaptırımlara yasal bir mevzuat sağlamaya yönelik bir girişimdir. Dolayısıyla 4 Mart 1925’te çıkarılan bu yasa bize söylenenin aksine o günden bugüne geçen 100 yıl boyunca memleketin neden demokratikleşemediğinin nedeni ile bizi karşı karşıya bırakıyor.”
Şeyh Said İsyanı
“Burada çiğnenen çok fazla şeyler var. Çiğnenenlerden bir tanesi biz Türkler ve Kürtler diye Milli Mücadele yürütenlerin içinden bir kesimin artık sen yoksun diye suratına tokat indirilmesi. Ve bunu yaparken de onun hakları yerine onun feodal olduğu üzerinden bir itibarsızlaştırma kampanyası yürütülmesi. Hiç kuşkusuz Şeyh Said bir feodal hiç kuşkusuz Şeyh Said’in savunduğu perspektifinin temelindeki iki şey halifelik ve İslamcılık. Şeyh Said dışında laik kimlikleri tartışmasız olan örneğin Cibranlı Halit gibi Hasan Hayri gibi bir kısmı Alevi bunların, Yusuf Ziya gibi milletvekili ve benzerlerinin palaz pandıraz yakalanarak idam edildikleri bir süreçten bahsediyoruz.”
“Dönüp resmi tarihin bize anlattığından farklı olarak, acaba doğru mu söyleniyor diye sormaya başladığımızda gördüğümüz çok önemli şeyler var. Mesela Şeyh Said’in her dönem yanında durmuş olan Binbaşı Kasım Bey aslında ajan veya İstanbul’da Kürt Teali Cemiyetinin başkanına gidip İngiliz ajanı olarak para teklif eden, Kürdistan’ın bağımsızlığını teklif eden kişi polis, emniyetten gönderilen insanmış. Veya daha sonra bize anlatılan İngilizler Musul’u bizden kopartmak için Şeyh Said’e silah yardımı yaptılar ve yönlendirdiler söylemine bir bakıyoruz bize gösterilen kanıtlarda sadece silah katalogları gönderilmiş. Kaldı ki İsmet İnönü daha sonra yazdığı hatıralarında “Kürtlerin İngilizlerle herhangi bir bağlantısı söz konusu değildir.” diye kendisi yazmıştır. Yani bütün bunları birleştirdiğimiz de karşımıza çıkan tablo şu; aslında durup dururken ayaklanan bir Kürt halkı veya Kürt feodali veya Kürtlerin laik önderlerinin bir ayaklanması değil adeta ayaklanmaya zorlanma hali var. Önceden Kürt halkına ve memleketin bütününe verilen taahhütlerin çiğnenmesi var.”
“Cumhuriyetin Takrir-i Sükun ve benzeri yasalar üzerinden modernleşme hamlesi gerçek bir modernleşmeyi imkansızlaştırmıştır ve kendisinden daha geri bir düzeni savunan güçlerin 80 yıl sonra iktidarı ele geçirip 20 yıldır da iktidarda kalabildikleri bir toplumsal deformasyona yol açmıştır.”