Temmuz ayı geldiğinde çoğu insan deniz veya yayla tatilini, güneşin sıcaklığını, sahil planlarını konuşur. Ama biz, yani engelli bireyler, bu ayı başka bir anlamla karşılıyoruz. Bu coğrafyada yıllardır yok sayılan, “öteki” ilan edilen, kamu binalarından dışlanan, okullarda hor görülen, işyerlerinde “yük” olarak etiketlenen bir topluluğun sesi olmak için bir kez daha birlikteyiz: Engellilik Onur Ayı kutlu olsun!
Ama bu ayı çiçekli posterlerle, sempatik tebessümlerle, sosyal medya “farkındalık” paylaşımlarıyla kutlamıyoruz. Çünkü bizim onurumuz süslü cümlelere sığmaz. Bizim onurumuz; gözyaşıyla, bedensel acıyla, yalnızlıkla, toplumun dışlayıcı bakışlarıyla mücadele ederek inşa edildi. Ve hâlâ mücadeleyle ayakta duruyor.
Ben, cam kemik hastalığına sahip ve işitme engelli bir kadınım. Kırılgan kemiklerimle yaşamayı öğrendim. Ama asıl mücadelem sağlamcılıkla, ayrımcılıkla, dışlanmışlıkla oldu. İşitemediğimde eksik değilim. Kırıldığımda güçsüz değilim. Engelliliğim ne utanılacak bir şey, ne de aşılması gereken bireysel bir sınav. Engellilik, benim kimliğimin bir parçası. Ve bu kimlik için utanmak değil, onur duymak gerekir.
Toplum ise hâlâ bizi “yardım edilmesi gereken zavallılar” olarak görmek istiyor. Oysa biz ne ilham nesnesiyiz, ne de merhamet dilencisi. Bizim tek talebimiz var: Haklarımız! Eşit, onurlu ve bağımsız bir yaşam hakkı. Anayasal güvence altındaki eşitlik. BM Engelli Hakları Sözleşmesi’nin tanıdığı tam ve etkin katılım.
Bizler rampasız kaldırımlarda yolumuzu ararken, asansörü olmayan okullarda eğitime erişemezken, işitme engelliler için altyazısız eğitim içeriklerinde dışlanırken, topluma sadece bir şey soruyoruz: Nerede eşitlik?
“Engelinle barışık mısın?” diye soranlara cevabım net: Benim barışmam gereken bir engelim yok. Ben, beni engelleyen sistemle kavgalıyım. Engelliliğimi sorun hâline getiren mekanizmalarla hesaplaşıyorum. Asıl sorun, o çok normal görünen ama ayrımcılıkla işleyen toplumsal yapıdır. Engeli bireyin bedenine yükleyen değil, sistematik ayrımcılığı görüp dönüştüren bir bakış açısına ihtiyacımız var.
Gururla Varız: Engellilik Onur Ayı Üzerine
Bu ay, birbirimize ses olduğumuz, güçlendiğimiz, ama en çok da kendimiz olmaktan onur duyduğumuz bir ay. Çünkü biz sadece “başaran” bireyler değiliz. Biz, bu toplumda eşitlik mücadelesi veren hak sahipleriyiz.
İş arkadaşlarımızın “Sen burada otur, sadece izle” dediği yerde bizler sahneye çıkıyoruz. Ailelerimizin “Dışarıda tehlike var” diye evde tutmaya çalıştığı yerden çıkıp mücadeleye devam ediyoruz. Çünkü biz izleyici değiliz; oyuncuyuz, aktörüz ve çoğu zaman sahnenin ta kendisiyiz!
Engellilik Onur Ayı, sadece engellilerin değil; bu toplumda eşitlikten yana olan herkesin ayı olmalı. Çünkü bu mesele bireysel bir durum değil, yapısal bir adalet sorunudur. Sağlamcılığın, ayrımcılığın, dışlamanın karşısında her birimiz sesimizi yükseltmeliyiz.
Bugün hâlâ birçok üniversitede işitme engelliler için erişilebilir dijital materyal yok. Görme engelliler için betimlemeler yetersiz. Cam kemik gibi nadir hastalıklara sahip bireyler erişilebilir sağlık hizmetine ulaşamıyor. Bu tablo değişmeden eşitlikten söz etmek mümkün değil.
Bu nedenle, biz artık susmuyoruz. Artık kendimizi gizlemiyoruz. Korkuyla, utançla yaşamayı reddediyoruz. Engellilik bir eksiklik değil, yaşamın çeşitliliğidir. Ve bizim yerimiz, merhamet masalarının altı değil; yaşamın, siyasetin, sanatın, emeğin ve tüm kamusal alanların tam ortasıdır!
Ve bu ay, tekrar tekrar yüksek sesle haykırıyoruz:
Biz buradayız!
Biz görünmez değiliz!
Biz eksik değiliz!
Biz kimsenin kahramanı değiliz!
Biz bu toplumun eşit, onurlu, bağımsız yurttaşlarıyız!
Ve her şeye rağmen, her engele rağmen, inadına,
ONURLU YAŞAM TALEP EDİYORUZ!