Edremit Çevre Platformu (EDÇEP) sözcüsü Kubilay Saygın Öztürk, Edremit Körfezi’ndeki sorunlar ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Öztürk, “Şikayet etmek değil, mücadele etmek ve dönüştürmek gerekiyor artık. Yoksa yarına epeyce eksikli girmek zorunda kalacağız” dedi.
Edremit Çevre Platformu (EDÇEP) sözcüsü Kubilay Saygın Öztürk, Edremit Körfezi’nde yaşanan çevre sorunları ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerileri üzerine idanews.net’e değerlendirmelerde bulundu.
Öncelikle, sizi genel olarak çevre sorunlarıyla, özel olarak da Edremit Körfezi’ nde yaşanan çevre sorunlarıyla ilgilenmeye iten neden nedir?
Çevre sorunları ile ilgilenmemin çok basit ve kişisel nedenleri var. İlki, hayata bakışla ilgili. Doğada, tıpkı bizler gibi yaşamını sürdüren ama sesini duyuramayan dağ, orman, akarsu, bitki, hayvan, kuş, böcek gibi canlılar da var.. Ancak onlar bugün çok savunmasız durumdalar. Onların dili olmak, sesi olmak ise şimdi bize düşüyor. Yarınlarda var olmayı sürdürmeleri için, onlara ciddi boyutta bir savunma kurmak zorundayız. Yaşam alanımızı paylaştığımız bütün bu canlılara, böyle bir borcumuz var. İkincisi ise, yaşam denilen şu parantezde, kendi payımıza düşenlerle alakalı.. Ne yazık ki daha önce Kocaeli’ de ve sonra da İzmir’ de körfezlerin nasıl katledildiğini, mahvolduğunu, ölmeye durduğunu ve tekrar yaşama döndürülmek için ne büyük çabalar gerektiğini gördüm ve yaşadım. Şimdi bir kez daha Edremit Körfezi’ nde aynı döngüyü yaşamak istemiyorum. “Sen o zaman ne yaptın dede?” derse ilerde torunlarım, verecek onurlu bir cevabım olsun istiyorum. Çevre mücadelesini, emek ve demokrasi mücadelesinden de ayrı görmüyorum. Kentlerde ve köylerde öyle büyük ve vurdumduymaz bir saldırı var ki bugün, hangi alanda savunma yaparsanız, diğer alanlara da omuz veriyorsunuz zaten.
Edremit Çevre Platformu (EDÇEP) hakkında bilgi alabilir miyiz?
İlçemizde sağlıklı çalışan bir Kent Konseyi yok maalesef. Adı var sadece. Bizler de bu çerçevede bir sene kadar zaman kaybettik açıkçası. Sonra gözümüz açıldı, akıllandık.. 2017 yılı Dünya Çevre Günü kutlamasını yaptık Akçay’da 5 Haziran’ da ve “yeterli sivil inisiyatif var, böyle devam edelim” dedik. Bence iyi de ettik. Körfez’ de çevre dernek ve platformlarının ördüğü bir dayanışmamız vardı zaten, buna Edremit’ i eklemek gerekliydi ve keyifli de oldu bizler için.
EDÇEP öncelikle bir gönüllü hareketi. Bağımsız olmaya özen gösteren, herkese eşit uzaklıkta duran, sivil bir çevre savunma hareketiyiz. Ekoloji konularına gönül veren, yaşam alanımızdaki tüm dernek, kuruluş, topluluk, grup ve bireylere açığız.. Çözülmesi gereken her bir çevre sorunu için, önce çalışma grupları oluşturuyor, konuyu irdeliyor, öğreniyor, çözüm önerileri geliştiriyor ve gündeme alıyoruz. Birlikte öğreniyor, birlikte tartışıyor ve yürüyoruz çözene kadar.. Hiyerarşi yok aramızda, herkesten mümkün olabilen emeği ve çabayı istiyoruz sadece. Çalışma gruplarımızın incelemeleriyle yıllık bir program oluşturuyor ve gerektikçe revize ediyoruz. Faaliyet alanımız Edremit ama aynı ekosistemde yer alan komşu il ve ilçelerdeki tüm gelişmelere de müdahil olmaya, dayanışma içinde bulunmaya önem veriyoruz. İlimiz Balıkesir’ in tüm ilçelerine de, komşu İzmir ve Çanakkale illerine de destek ve ilgimizi canlı tutmaya çalışıyoruz. Balıkesir’ in temel sorunu madenler, Çanakkale’ nin ise termik santraller. Biz her ikisinin arasındayız ve iki yönden etki altındayız ne yazık ki..
Bölgenin en önemli çevre sorunları nelerdir ve bunlara ilişkin çözüm önerileriniz nelerdir?
Sahillerden ve kentsel alandan, kırsal alana doğru ana başlıklar halinde sıralamaya çalışayım.. Bölgemizde zeytinlerin kesilip, hızla yazlıkların yapıldığı 50 yıllık bir geçmiş var. Betonlaşma ve çarpık kentleşme en temel sorun. Balıkesir “Büyükşehir” olmuş ama eski küçük belediyelerin zamanında onayladıkları imar planları hala yürürlükte. Buna dayanan bir inşaat faaliyeti de var. Bu yapılaşma kaosunun bir vizyonu ve gelecek planlaması ise bulunmuyor haliyle. Foseptikle idare etmek zorundaki milyarlık villalar ile zeytinliklerin iç içe olması da; binalara verilen iskan raporlarının kapsadığı nüfus ile buna göre inşası gereken altyapı yatırımlarının asla uyumlu olmaması da, aynı çarpık temele dayanıyor. Bu nedenle öncelik, imarı durdurup hemen ve acil olarak bir master plan yapmak olmalı. Bilim ışığında, üniversitelerle ve belediyelerin yetişmiş personeliyle, tüm etkilenecek tarafların da görüşleri alınmak kaydıyla. Ancak o zaman, bireyler de, kurumlar da, yerel yönetimler de karmaşadan ve savrukluktan kurtulabilir.
Arıtma tesisleri bölgemizde yetersiz. Hepsi biyolojik arıtma. Yani evsel atıkları bakterilere parçalatıp yedirmek üzerine kurulmuş. Kimyasal arıtma yok. Sözümona arıtılan bu atıksular ise iki tesiste borularla, diğerlerinde dereler vasıtasıyla denize boşaltılıyor. Halk görüntü ve kokuya bakarak arıtmanın kalitesi konusunda fikir sahibi oluyor. Arıtmaların kapasiteleri sürekli oturan nüfusa göre belirlendiğinden, yaz nüfusu tavan yapınca sorunlar da başlıyor. Tesisler yetersiz kalıyor. Sanırım bu nedenle, BASKİ arıtmaların çıktılarını Derin Deniz Deşarjı ile açıklara boşaltmaya yönelik yeni projeler hazırlıyor. Oysa arıtmaların kabiliyet ve kapasitelerini arttırmadan, böyle bir yatırım yapmaya kalkmak, halkın parasını boşa harcamak anlamına geliyor. Bunun yerine “ileri arıtma” haline getirseler mevcut tesisleri, o zaman çıkan arıtılmış sularla park ve bahçeleri sulamak bile mümkün olur ve denize borular döşemeye de gerek kalmaz. Aksine mevcut durumda, bu tesislerden çıkanları, denize borularla boşaltmak, hassas su alanı statüsündeki ve kapalı bir havza formundaki Körfezi öldürmekle sonuçlanacak. Şüphesiz BASKİ’ nin arıtma tesisleri gibi, otel, motel, tatil köyü arıtmalarının da disipline edilmesi gerekmekte.
Karasal kirleticiler de önemli. Bu çerçevede toplam 13 dere, pek çok kirleticiyi Körfez’ e taşıyor her gün.. Mevcut bütün vahşi çöp alanlarının içinden bir dere geçiyor mesela. Atık sistemine bağlı olmayan tüm köylerin kanalizasyonları en yakın dereye akıtılıyor. Besi çiftliklerinden, zeytin işletmelerinden, çeşitli fabrikalardan, zirai ilaçlama yapan tüm tarım alanlarından da dereler vasıtasıyla Körfez’ e pek çok kirletici akıyor.
Katı atıklar halen vahşi çöp depolama alanlarına boşaltılıyor. Ayrıştırma olmadan üst üste atılan çöpler, ilkel koşullarda “değerlendiriliyor” ve çöpün kalanı, işe yaramayan kısmı bir yok etme yöntemi olarak sürekli yakılıyor. İnsanlarımız bunu soluyor, üstelik tüm dünyaya da böyle bir karbon katkısında bulunuyoruz.. Terkedilmiş eski Akçay, Altınoluk çöp alanlarında da sürekli yangınlar oluyor metan çıkışı sürdüğü için.. Şimdilerde ise iktidarın “Sıfır Atık” projesi kapsamında, Balıkesir B.Belediyesi tüm çöpleri merkezde, Savaştepe yolundaki modern çöp depolama alanına taşımak istiyor. Bu amaçla Ayvalık’ ta ve Havran’ da inşa edilen bölgesel aktarma istasyonları bitmek üzere. Ancak Balıkesir’ deki tesisi 2014’ de açarlarken 444.000 nüfusa yeterli olacağı söylenmişti. Halbuki şimdi Balıkesir’in sürekli nüfusa 1.208.000 kişi, yazın Marmara ve Ege sahillerine gelen yazlıkçılarla birlikte 5.000.000 kişi oluyor. Bu çöp taşıma işinin hesabına aklımız ermiyor doğrusu. Üstelik taşıma başladığı zaman, eski vahşi çöp depolama alanlarının nasıl rehabilite edileceğine dair bir plan da yok kamuoyuna sunulan.
Göz önünde, kentsel alandaki bu sorunları hemen herkes biliyor, görüyor ve yaşıyor. Ancak kırsal alanda çok daha büyük sorunlar var. Edremit’ e yakın her köyde, her tepede bir maden ruhsatı var neredeyse. Tepeoba’ daki Molibden madeni, açık ocakları, işleme tesisi ve havuzu, kuş uçuşu 6 km mesafede ilçe merkezimize. Sülfürik asit kullanıyor ayrıştırma için. Kalkım’ daki kurşun madenleri 20 km mesafede. Şapçı’ da altın madeni ile Eğmir’ deki mevcut demir madeninin karşısına yeni gelen bir başka altın madeni yine 20 km yakınımızda. Kocaseyit’ teki taş ocaklarının yanına, Halılar’ a bir başka altın madeni ruhsatı verildi. Bunların hepsi neredeyse iç içe ve küresel iklim değişikliğiyle yakın gelecekte su fakiri ülkeler arasına girecek olan memleketimizde, tüm bu madenler çalışırsa bölgenin zaten kıt olan suyuna göz koyacakları aşikar. Ne yapacak o zaman köylü, hayvanlar ve bitkiler? Su savaşı mı çıkacak madencilerle aralarında? Bu ruhsatlar verilirken, her bir işletmenin tek başına çevresel etki değerlendirmesini yapılması asla yeterli değil. Artık kümülatif etkiye bakılmak zorunda.
Bunlar yetmezmiş gibi İvrindi altın madeni için yeşil örtü temizleme çalışmaları başladı bile. Cehennem çukurları İvrindi tarafında, işleme tesisi ise Burhaniye tarafında kalacak olan bu altın madeni, Uşak Eşme’ dekinden bile büyük olacak. Yani bölgenin en büyük derdi olmaya aday daha şimdiden.. Ayvalık’ ta Altınova’ da denizden çıkarılmak istenen demir madeninden, Kazdağı eteklerinde yapılacak barajlardan sonra buraya da madencilerin hücum etmeleri gerçeğinden, Çanakkale Köprüsü yapılırsa Kazdağı’ nın içinden geçecek otoyolun yaratacağı doğa talanından, Çırpılar’ da üç kez reddedilmesine rağmen ısrarla yapılmak istenen ve seçimden hemen sonra Bakanlık’ tan izni verilen termik santralden de bahsedilebilir şüphesiz. Bunlar da çevremizdeki baş ağrılarımız..
Körfezde yaşayan insanlar sizce buradaki çevre sorunlarına yeteri kadar duyarlı mı? Peki ya tatilciler? Ayrıca burada bu konuyu temel gündem maddesi haline getiren sivil toplum örgütlerinin/demokratik kitle örgütlerinin faaliyetlerini hem sayıca hem de etki olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Duyarlılığı artırmak için neler yapılabilir?
Ülkemizdeki genel iklime uygun olarak, bölgemizde de ne yazık ki çok duyarlı değil insanlarımız.. Bunun bir nedeni, “sürekli oturan-yazlıkçı” vurgusuyla kendini gösteriyor zaten. Yazın bu bölgeye gelen insanlar, sorunlara da sadece belli bir zaman dilimi itibariyle bakıyorlar. Deniz kirliliği, arıtmaların yetersizliği, belediyenin sahilleri kiralanmasıyla oluşan ticarileşme ve betonlaşma daha çok ilgilendiriyor onları. İmza kampanyalarımıza katkı veriyorlar ama kışın yaşanan hava kirliliği sorununu, hayalet kasabaya dönmüş mahallelerdeki başıboş köpek sürülerinin yarattığı sorunları hiç bilmiyorlar mesela. Ayrıca bölgeye yakında doğal gaz geliyor, Balıkesir’den yola çıktı boruların inşası. Önümüzdeki yıllarda, yazlıkçıların bir kısmı, özellikle de yaşlı nüfus, kışın büyük kentlere gitmeyip burada yaşamak isteyeceklerdir. Bu nüfus yoğunlaşması gerçeğine karşın, şimdilik ne yerel yönetimler, ne de atanmış yöneticiler bir hazırlık yapmıyorlar. İleride trafik, su ve kanalizasyon sistemleri, arıtma tesisleri problem haline gelecek ve sanırım o zaman daha çok insan sesini çıkartmaya başlayacak çevre konusunda.
Açıkçası sadece tatil için buraya gelen ve her istediğini yapmaya hakları olduğunu sananlardan pek ümidim yok. Aksine kirletiyorlar çevreyi, doğayı hiç korumuyorlar. Bu nedenle de sevilmiyorlar. Yerli nüfus da onlara karşı insan gibi değil de, sadece para kazanma aracıymış gibi bakıyor. Karşılıklı sürdürülen bir hırçınlık hali var. Toplumsal yaşam böyleyken, dönüp ortak sorunlarına insana yakışır bir biçimde bakmayı da beceremiyorlar haliyle.. Bu durum bölgemizde önemli bir sorun.
Kırsal alanda ise köylüler madencilerin, termikçilerin küçük rüşvetlerine kanıp, arazilerini sanki son şanslarıymış gibi bu şatafatlı yatırımcılara satma eğilimi sergiliyorlar sıkça. Ancak doğru yöntemlerle anlatılırsa, bu talana karşı durabiliyorlar. Şirketler ile devleti aynı kefeye koyma eğilimleri var. “Şirket çıkarını korumak ve çok kazanmak derdinde, sen de kendininkini savun, devlet de hakem olsun” denilse bile bunu artık pek olası görmeyen bir eğilim var genel olarak.. Bir umutsuzluk hali sanki daha hakim insanlarımızın üzerinde.
O vakit iş kalıyor çevre mücadelesi verenlerin sırtına.. Bizler, kamusal çıkar görmediğimiz her konuda gerçekleri söylemeye, şirketlerin engelsizce hareket etmelerini engellemeye, halkı da hakları konusunda bilgilendirme çalışarak, yasal mücadele olanaklarını zorlayarak, elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Bazen başarısız oluyoruz, bazen de sevindirici gelişmeler yaşıyoruz. STK’ ların ve DKÖ’ nin desteği de önemli şüphesiz. Ancak halkın somut sorunlarının çözümüne yoğunlaşarak kitle desteği bulmak, daha doğru bir yöntem. İlk başta pek olası görmeseler de, ısrarla söyleyip anlatmak ve uzun vadeli çalışmak çoğu kez başarı da getiriyor. Ancak karşımızda ya duyarsız ve kendi programı dışına çıkmaktan ürken bir bürokrasi ya da çok güçlü sermaye grubu oluyor çoğu kez. Bu gerçeği de asla unutmamak gerek. Halkı aydınlatma toplantıları bile artık adet yerini bulsun modunda yapılıyor. Yukarıdan gelen talimatlar, rasyonel akla tercih ediliyor. Hukuk daha yanlı işliyor vb.. Yasalar, yönetmelikler çok sık değişiyor. Kazanılan bir ÇED davasına daha sevinemeden, yeni ÇED dosyası verilmiş oluyor. O nedenle, kentte ve kırsal alanda, bıçak kemiğe dayanmadan, “yeter artık” tavrı konulmadan başarı da sağlanamıyor.
Körfez bölgesinin ekonomisi başta zeytin ve turizm üzerine yükselmektedir. Bölge aynı zamanda, inşaat faaliyetlerinin de yoğun olduğu bir bölgedir. Bu sektörlerin çevre üzerindeki etkilerini değerlendirir misiniz? Ekonomik ve ekolojik sürdürülebilirlik adına acilen alınması gereken tedbirler nelerdir ve kime ne gibi sorumluluklar düşmektedir?
İlkesel olarak hiçbir sektör, diğerine “rağmen” çalışmamalı. Ancak yukarıda andığım türde master planlar olmayınca, “tarafların” karar alma mekanizmalarına ulaşma ve etkileme imkanlarına göre, dönemsel kararlar alınıyor ve asla uzun vadeli düşünülmüyor. Küresel iklim değişikliği var mesela, zeytin sineği erken uyanıyor, o zeytin sineklerini binyıllardır doğal olarak dengeleyen yarasa kolonisi ise baraja kurban gitmiş ve bu durumda zeytin rekoltesini kurtarmak için havadan kimyasal ilaçlama yapılmasından başka bir çare kalmıyor. Ama zeytinler ve insanlar artık o kadar iç içe girmişler ki hepimizi birden ilaçlıyorlar. Bu kimyasallar arıları kitle halinde öldürüyor, diğer böcekleri de, su kaynaklarını da etkiliyor. İnsan üzerinde de bir etkisi var mutlaka ama ölçümün yapan güvenilir bir kurum yok.. Bir başka örnek, balıkçı barınakları yapmışız ama Körfez’ de balık kalmamış, balıkçı tekneleri artık turist gezdiriyor. Ayvalık mesela gelirinin yarısını turizmden kazanan bu ilçede, mevcut arıtma tesislerinden birisi BASKİ ile hukuki bir anlaşmazlık içinde olduğundan iki yıldır ilçe merkezinin kanalizasyonu hiçbir işleme tabi tutulmadan, arıtılmadan iç denize aktarılıyor. Kendi bacağını kesmek gibi bir şey bu.. Yerel yönetimler ile merkezi yönetimin ilimizdeki, ilçelerimizdeki birimleri arasında eşgüdüm olmadığı gibi, Büyükşehir yasasının bizatihi kendisi de çeşitli sorunlar yaratıyor. Şehir ile ilçe belediyesi uyumlu çalışamıyor. Su ve kanalizasyon Büyükşehir’ e, ama yağmur suyu tahliyesi ilçe belediyesine ait mesela. Kıyılarda ise şurası Büyükşehir’ in burası falanca bakanlığın tasarrufuna bırakılmış.. Uzatmayayım, bütün bunlara bütünlükçü ve rasyonel bir düzen verilmek zorunda. Bu da öncelikle yasama organının işi olmalı. Ama yasama organı şimdilere sadece bir onay merci gibi çalışıyor. Tarafların haklarını savunan, tartışan, araştıran, başka olumlu örnekleri inceleyen, çağa göre karar alan bir yapı yok. Bir metin geliyor yukarıdan ve eller kalkıp iniyor. Taraflardan baskı grubu oluşturabilen, istediğini yaptırabiliyor. Düşünün ilimizde inşaat ruhsatlarını verenler ile bu binalarda oturacak insanlar için yapılması gereken kamu yatırımlarına karar verecek olanlar yan yana çalışıyorlar. Ancak biri hızlı tren gibi giderken, diğeri bisikletle arkadan geliyor. Bu eşitsiz yapı, sonuçta bir sürdürülebilir ekonomi de, ekoloji de bırakmıyor. Aksine bindiğimiz dalı kesmekle, geleceğe temiz bir doğa ve çevre bırakmamakla, umut bırakmamakla meşgulüz.
Elbette bundan çıkış yolu var. Henüz her şey kaybedilmiş değil. Ancak seçilmiş ya da atanmış tüm yöneticilerin eşgüdümle çalışacakları, amacı ve sonuçları bilimsel olarak önceden etüt edilmiş bir yolda yürümemiz gerekiyor.
Önümüzde yerel seçimler var. Öncelikle şu anda yerel yönetimlerin çevre sorunlarına ilişkin bakış açılarını ve pratiklerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu soruyla bağlantılı bir diğer soru; aday ya da adayların çevre sorunlarına bakış açısı sizce nasıl olmalıdır? Çevre sorunlarına çözüm geliştirmesi bakımından aday/adaylardan talepleriniz nelerdir?
Şüphesiz yerel seçimler çok önemli.. Demokratik temayüllerin yerleşmiş olduğu ülkelerde, örgütlü sivil toplum ile siyasi partiler açıkça pazarlık ve program taslağı yapabiliyor. Bizde öyle değil. Zaten ayrışmış, kamplaşmış bir toplum haline geldiğimiz için adayların niteliği, kabiliyetleri, vizyonu, programı ve ekibi değil, mensubu olduğu siyasi parti önem kazanıyor. Fakat yine de hem ilçemizde, hem de ilimizde aday olacak tüm siyasetçilere yönelik bir talep bildirgesi hazırlığı içindeyiz. “Her şey” değil bunun çerçevesi şüphesiz, çevre sorunları ve çözümü ağırlıklı olacak bu bildirge. Küresel ısınmaya, iklim değişikliğine göre organize olmaya hazır, mevcut sorunlara kalıcı çözümler üretebilecek, termik-maden kıskacına karşı radikal çarelere kapalı olmayan, şirketler için değil de kamusal çıkarlar için cesur adımlar atabilecek adayları destekleyeceğimizi bu bildirgeyle açıkça söyleyeceğiz. Şimdi detaya girmek istemiyorum. Bu konuda Eylül sonuna kadar talepleri toplayacağımızı daha önce duyurmuştuk. Takip eden günlerde de redaksiyonunu yapar kamuoyuna sunarız.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Öncelikle teşekkür ediyorum. Umarım sizin aracılığınızla daha fazla hemşehrimizin gönlüne, aklına ve vicdanına seslenme imkanımız olur. Herkesi bireysel mücadele etmek yerine, çevreye duyarlı dernek ve platformlarda ortak ses vermeye çağırıyorum. Şikayet etmek değil, mücadele etmek ve dönüştürmek gerekiyor artık. Yoksa yarına epeyce eksikli girmek zorunda kalacağız. İlçemiz, bölgemiz, ülkemiz ve küçük mavi gezegenimiz için bir şeyler yapmazsak, yarınımız çok daha sorunlu olacak. O nedenle oyalanmadan, bir yerlerden başlamak zorundayız.