Ayşegül Sandıkçıoğlu’nun KESK içinde çalışma yürüten kadınlarla yaptığı röportajlardan oluşan kitabı, kadınların sendikal alanda yaşadığı zorluklara, dayanışmaya ve dirence tanıklık ediyor. “Duygusal Olan Politiktir” KESK içinde dahi patriyarkanın nasıl varlığını sürdürdüğünü ve toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin ne denli acil ve yaşamsal olduğunu gösteriyor. Halen Büro Emekçileri Sendikası (BES) Çanakkale Şube Başkanlığını yürüten Ayşegül Sandıkçıoğlu ile söyleşiyi Feminist hareketten Hatice Erbay gerçekleştirdi.
Hatice Erbay: Kitabın adından başlamak istiyorum. “Duygusal olan politiktir” derken bahsettiğin tam olarak hangi duygular, neyi kastediyorsun ve özel olanın/alanın politikliği ile bir bağ kuruyor musun?
Ayşegül Sandıkçı: Kitapla ilgili çalışmaya başladığımda açıkçası kitabın ismine dair hiçbir fikrim yoktu. Hatta itiraf edeyim çoğunlukla çekindiğim ve zorlanacağımı düşündüğüm bir iştir başlık ve isim meselesi. Bu nedenle sık sık çalışma tamamlanana kadar bu konuyu hiç düşünmeyeceğimi telkin etmiştim kendime. Ardından tüm röportajları tamamlayıp konuşulanların üzerinden geçtikçe ve konuşulanlardan çıkan sonuçları toparlamaya başladıkça kendimi kadınların masamın üzerine bıraktıkları birçok duyguyla karşı karşıya buldum. Neşe, hüzün, gurur, yorgunluk, kırgınlık, tükenmişlik hissi, yeterince yetememiş olma hissi, bazı şeyleri başarmış olmanın zafer hissi, mücadelede inat ediyor olmanın hazzı… Bu duyguların peşine düştükçe de her birisi gelip çalışmanın merkezine oturdu diyebilirim.
Neden yoğun bir şekilde yorgunluktan, yetememekten, tükenmişlikten bahsediliyor mesela? Çünkü evde, işte, sokakta, sendikada, ailede her yerde eril tahakküm ilişkilerinin, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, eşitsiz iş bölümü ve angaryaların arasında bir de politika yapmaya çalışıyor kadınlar. Dolayısıyla tabii ki senin de sorduğun gibi özel alanın politikliğiyle birebir ilgili bu duygular. Hem özel hem de kamusal alanda karşı karşıya olduğumuz eril tahakküm ilişkileri kadınlar açısından ilk bariyeri oluşturuyor zaten. Diğer yandan eşitsizce yüklenen bakım emeği, duygusal bakım emeği gibi faktörler, kadınlar açısından sendikal mücadeleye ayrılacak zaman bulmakta ikinci bir bariyeri oluşturuyor. Birçoğumuz hayatlarımızın içindeki bu engelleri tanımlamadan, bunlar bireysel olarak bizim engellerimizmiş/sorunumuzmuş gibi düşünerek 24 saatlik günün içerisinde sanki üç-dört ayrı birey gibi çalışma yöntemini seçtik. ‘Biz istersek her şeye yetişebiliriz’ algısıyla bir mücadele inadı kurduk. Ama biz yalnızca bir taneyiz ve günün sonunda bu inat hepimize yorgunluk, tükenmişlik ve hatta hastalık olarak geri döndü.
Kısacası bu duygular bizim duygusallığımızdan, duygusal zaaflarımızdan ya da kişisel yetersizliklerimizden değil aksine çok da politik bir saldırı biçimi olan ataerkil politikalar nedeniyle içine düştüğümüz duygular. Dolayısıyla bu kadar çok kadının ortaklaşa bir şekilde hissettiği duygular tam da politik bir nedenin yarattığı sonuçlar demeyi doğru buluyoruz. Ki bu söylem bizlerde belki de bugüne kadar hep ikincil gördüğümüz duyguları artık konuşmamız gerektiği düşüncesini de netleştirdi açıkçası.
Sendikal mücadele içinde yer almak her kadın arkadaşım için başka başka fedakârlık başka başka emek
Kitapta söyleşi yaptığın kadınları nasıl belirledin, neleri gözettin?
Bu belirlemeyi yapmak oldukça zor bir konuydu aslına bakarsan. Çünkü sendikal mücadele içinde yer almak her kadın arkadaşım için başka başka fedakârlık başka başka emek. Ama illaki bir kitap sınırı ile hareket etmek zorunda olduğum için geçmişte ya da bugün halen sendikal yönetimlerde bulunan kadın arkadaşlarla oluşturdum sınırı. Geçmişten bugüne kadın meclisleri ve kadın komisyonlarına emek veren arkadaşlara ulaşmak istedim. Diğer yandan işkollarının öznelliklerini anlayabilmek için KESK’te yer alan Eğitim-Sen, Tüm Bel-Sen, SES, BES ve Haber-Sen’li kadınlarla görüşmeler yapmaya çalıştım. Bunun dışında KESK birçok siyasal hareketle birlikte ayrıca bağımsız bireylerin ve bağımsız feministlerin de bulunduğu bir konfederasyon olduğu için elimden geldiğince bunu da dikkate almaya çalıştım. Ve tabii ki yaşadığımız yerlerin bu konudaki etkilerini görebilmek için de Ankara, İstanbul, İzmir, Amed, Çanakkale ve Dersim’den kadınlarla görüştüm.
Kadın arkadaşlarımın geçmişten bugüne verdikleri emekleri görünür hale getirmek istedim
Sorduğun sorulara değinmek istiyorum. Birincisi, her kadına sendika çalışmalarına ilk başladıkları dönemi sormuşsun. Bu soruyla aradığın neydi, neye ulaşmak istedin? İkincisi ise sendikalardaki kadın sekreterliği üzerinde durmuşsun. Kadın sekreterliğiyle ilgili aldığın cevaplardan çıkardığın net sonuçlar var mı?
Aslında bu soruyla kadın arkadaşlarımın geçmişten bugüne verdikleri emekleri görünür hale getirmek istedim daha çok. Hatta sırf bu dertten dolayı da tüm röportajlar bireysel olarak kendilerine teşekkürle bitiyor. Emeğin ve bedellerin görünür kılınmasına hatta takdir ve teşekkürüne pek alışkın değiliz çünkü. Birçoğumuz verdiği emeği ve mücadeleyi bir beklentisi olmadan yaptığını söyler, öyle de yaşar. Bunu hepimiz biliriz çünkü böyle öğrendik. Ama şu soruya cevap ararken zorlanırız: Neden çok fazla küskün ve kırgın yol arkadaşımız var etrafımızda? Temelde bunun için sordum bu soruyu. Neler çıktı cevaplardan neler… KESK’li kadınları bugüne getiren ne çok emek çıktı ortaya. Ki en güzeli de şuydu; o günleri anlatan kadınların gözleri parlıyordu yaptıkları şeyleri anlatırken.
Kadın sekreterliği üzerinde durmamın temel nedeni ise yönetimlerdeki diğer sekreterliklerle arasındaki farkları ve sekreterlikteki yine görünmeyen emeği su yüzüne çıkarmaktı. Çünkü ülkede ciddi bir kadın gündemi ve mücadelesi varken kadın sekreteri arkadaşlarımız diğer sekreterliklerdeki arkadaşlarımız gibi yöneticilik yaparken aynı zamanda kentlerdeki kadın platformları ile koordineli bir çalışma yürütüyorlar. Bu da onlar için ciddi emek yoğun bir süreç yaratıyor. Ama bu yoğunluğa rağmen kadınlar burada olmaktan vazgeçmiyorlar. Her türlü eyleme etkinliğe ve toplantıya katkı sunmak için gerçekten insan üstü çaba gösteriyorlar.
Ancak diğer yandan, bu emeğin yeterince görünür olmaması ve hatta yönetimdeki özerk yerlerinin yeterince kabul görmemesinden dolayı da kırgın ve kızgınlar. Örneğin zaman zaman kadın sekreterlikleri bütçe talepleri konusunda ikincil planda kalabiliyor. Ya da sekreterlik sadece kadınlarla ilgili meselelere sıkıştırılabiliyor. Ki bu zaten kabul edilebilir bir durum değil. En basitinden ‘Kreş konusu kadınların değil ebeveynlerin meselesidir ve örgütün tamamını ilgilendirir’ demekten gerçekten birçok arkadaşımıza gına geldi.
Bunun yanı sıra kadın sekreterliğine ilişkin soru şöyle bir gerçeğin de ortaya çıkmasına neden oldu. 7 kişilik yönetim seçilip de sekreterlikler belirlenirken kadın arkadaşların hemen kadın sekreterliğine yönlendirildikleri, başkanlık ya da genel sekreterliğin genellikle erkeklerde kaldığına dair bir gözlem var. Bunun sonucu olarak da kadın arkadaşlar ‘Bana sorulsa zaten kadın sekreterliğini seçerdim ama onlar paylaşımı çoktan yapmışlar’ diyor. Bu durumsa hala daha kadın sekreterliklerinin ciddiyetinin tam olarak algılanamadığını, başkanlık gibi daha direkt yönetimsel kadrolarınsa zaten erkeklerde olması gerektiği algısını koyuyor önümüze.
Kadın dayanışması güç veriyor
Söyleşilerde kadınlar evdeki karşılıksız emekten, anneliğin zorluğundan, yani cinsiyetçi iş bölümünden, sendikadaki cinsiyet eşitsizliğine kadar birçok şey anlatıyorlar. Fakat bunların hiç birisi kadınları sendikal mücadeleden vazgeçirmiyor. Bu vazgeçmeyişteki kadınları güçlendiren unsurlar neler sence?
Evet, gerçekten de kadınlar öyle ya da böyle sendikal mücadeleden vazgeçmiyor. Burada güçlenmelerini sağlayan unsurların başında yine kadın yol arkadaşları var bence. Örneklerden hatırlarsınız; bir arkadaşım her şeye rağmen KESK Kadın Meclisini düşününce içim rahatlıyor diyor. Bir diğeri daha süt emzirdiği bebeğini işyeri gezisine gidebilmek için sarıp sarmalayıp biberonla başka bir kadın arkadaşına bırakıyor. Ben mesela birçok toplantımda kadın arkadaşlarıma bıraktım Öykü’yü. Güçlendiğimiz yerler birbirimizden geçiyor aslında daha çok.
Aynı zamanda mücadelenin içinde olmak ve çevremizdeki patriyarka ile sürekli kavga halinde olmak ister istemez bir güç kazandırıyor kadınlara. Sürekli bir kavgadan bahsediyorum; çünkü az önce de söylediğim gibi evde, sokakta, işte, sendikada her yerde kurmaya çalıştığın yaşamla ilgili söz ve politika üretiyorsun. Bu bir yandan yorucu olsa da bunun örgütlü bir şekilde yapılıyor olması her alanda olduğu gibi kadın mücadelesinde de bir ferahlık yaratıyor. Ayrıca KESK’in kuruluş sürecinden bu yana elde edilen çokça kazanımımız var. ‘Çok emek verdik ve geldiğimiz noktayı illaki koruyacağız’ inadı da kadınları güçlendiren başka bir motivasyon bence. Ve sonuçta bu kazanımlar mücadelenin değiştirme ve dönüştürme gücünün bir yansıması. Günün sonunda hiçbir emek, hiçbir mücadele boşa gitmiyor çünkü.
Feminist politikalar sendikaları da dönüştürüyor
KESK’deki kadın mücadelesi nedeniyle, sendikalı kadınların özgün deneyimlere sahip oldukları bir gerçek. Ayrıca feminist hareketin de emek alanına yönelik hem eylemlilikleri, dayanışma pratikleri hem de epeyce zengin bir yazını var. Senin görüştüklerin arasında da feminist olan ve olmayan kadınlar var. Bu alandaki feminist politikalar, feminist olmayan sendikalı kadınlara değmeyi başardı mı, başardıysa en önemli konular neler oldu?
Evet sendikalarımız içinde feministler kadar, feminist olmadığını söyleyen arkadaşlarımız da var. Feminist olmadığını söylemekle beraber feministlerle dirsek temasını korumanın çok önemli olduğunu söyleyen arkadaşlarımız da var. Diğer yandan her siyasal yaklaşımın kadın mücadelesine bakış açısı da farklılıklar taşıyor. Hal böyle olunca da KESK’li kadınların feminizme açıları farklılıklar taşıyor elbette. Ama 95’li yıllardan bu yana feminist hareketin defalarca kez sendikalı kadınlara değmeyi başardığını söylemeliyim. Eğer bugün tüzüklerimizde artık normalleşmiş bir şekilde ‘kadının beyanı esastır’ diyebiliyorsak, kadın sekreterlikleri kararlarını bağımsız bir şekilde kendisi alır diyorsak, taciz ve istismar gibi durumlarda ihraç hukukunu işletebiliyorsak bunları feminist politikaların aslında kabul görmesiyle açıklayabiliriz.
Tüzükler değişse de düşünce tarzları aynı hızda değişmiyor
KESK’in, kadınların mücadelesi ve hakları açısından “en iyi yerlerden biri” olduğu birçok kadın tarafından vurgulanmış kitapta. Buna rağmen kadınlar KESK’deki erkek egemenliğinden yıldıklarını ve bunun geri çekilmelere neden olduğunu anlatıyorlar. “En iyi yerlerden” denen KESK’de bu çelişkili durumun izahı nedir sence?
Bunun en temel nedeni bir toplumsal yapı unsuru olan sendikaların toplumdan azade kurumlar olmaması aslında. Sonuçta patriyarka her alanda işlemeye devam ediyor. Tüzükler değişse de birebirde yaşamlar, bakış açıları, düşünce tarzları aynı hızda değişmiyor maalesef. Hayatımızın her alanı kapitalizmin devamı için oldukça elzem olan ataerkil politikalarla çevrili. Ve bunlar bazen çok net bazen de örtük bir şekilde karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla her alanda var olmayı gerektiren oldukça uzun erimli bir mücadele bu. KESK’li kadınların verdiği mücadele sayesinde diğer tüm konfederasyonlardan daha iyi bir yerde olunsa da maalesef özellikle erkek egemen anlayışa karşı aktif mücadele veren kadınlar gerçekten de maruz kaldıkları tutumlar karşısında yılmış durumdalar. Çünkü çok zor; dili değiştirmek, zihniyeti değiştirmek, alanı değiştirmek…
Kadın örgütlenmesi içinde uzlaşabilecek olan kadınlar grup siyasetleri üzerinden bölünebiliyor
Siyasi bir grup çatısı altında olan kadınlar dahi kadın mücadelesinin grup siyasetleri nedeniyle sekteye uğradığını ve kadın dayanışmasını zayıflattığını belirtiyor ve grup siyasetlerinden yakınıyorlar. Bu sadece KESK’de değil bütün demokratik kitle örgütlerinde böyle aslında. Kitaptaki anlatılar ve senin deneyimlerinden yola çıkarak bu konunun kadın mücadelesi bağlamında aşılmasının imkanları var mı, bunlar neler?
Farklı siyasal bakışları gerek sendikalarda gerekse diğer politik mecralarımızda bir renklilik olarak görsek de maalesef bu çoğu zaman söylemde kalabiliyor. Bu kabulle çıktığımız yolda kendimizi bir anda geleneksel tartışma tutumlarımız ve şiddetli iletişim dilinin ortasında buluveriyoruz. Eminim ki bu herkes için çok yorucu bir durum. Ama kadın hareketinin kimyasına çok daha ters. Çünkü yine feminist kadın hareketinin büyük katkılarından birisi olarak KESK kadın hareketi içerisinde ikna yöntemini ve kadın mücadelesinde olabildiğince yatay çalışma prensibini önemsiyoruz. Başarıp başaramadığımız ayrı bir konu ama gerçekten önemsiyoruz. Fakat siyasetlerin hiyerarşik yapılanmaları ve eril siyaset dili sendikalara grup siyasetleri üzerinden sızınca ayrı bir sorun çıkıyor karşımıza. Kendi öz örgütlülüğü olan kadın örgütlenmesi içinde uzlaşabilecek olan kadınlar grup siyasetleri üzerinden bölünebiliyor. Az önceki soru için de söylediğim gibi; dili değiştirmek, alanı değiştirmek çok zor. Ama imkânsız değil. Bu konuda bu kitapta değinme olanağımızın olamadığı daha o kadar çok yakınma ve eleştiri var ki. Ben bu eleştirilerin bir yere varacağına inanıyorum. Hatta KESK’li kadınların bu konuda yeni formüller üreteceğine gerçekten inanıyorum. Yeni bir dil zaten oluşuyor, sırada bu dilin ısrarcılığı var.
Erkek arkadaşlarımız toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmaları yapmalı
Bu konuştuğumuz sorunlarla ilgili kitapta birçok tespit olduğu gibi birçok öneri de var. Sence bu çalışma sonunda sendikal çalışmaları iyileştirecek hangi sonuçlar çıktı? Bu sonuçları, tespit ve önerileri başta KESK olmak üzere sendikalara sunmayı düşündün mü?
Bu çalışma sonunda sendikal çalışmaları iyileştireceğini düşündüğümüz en önemli sonuçlardan birisi aslında erkek arkadaşlarımız için çıktı diyebilirim. ‘Sevgili erkek okur’ diyerek dikkatlerini çekmeye çalıştığımız arkadaşlarımızın toplumsal cinsiyet eşitliği açısından çalışmalar yapmaya başlamaları çok sevindirici olur aslında. Çünkü biz yıllardır kadınlık üzerine yeniden yeniden düşünüyoruz, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda sürekli dönüşüyor, farkındalıklarımızı artırıyoruz. Elimizden geldiğince yapıyoruz. Ama bunun bir ayağı eksik kalmıyor mu?
Örneğin biz bu çalışmaları yaparken kadın katılımlı çalışmalar yaptık yıllarca. Ve bunun için bile eleştirildik. Tek derdimiz güçlenmekti oysa. Keşke eleştirmek yerine erkek arkadaşlarımız da ‘Bu erkeklik nedir acaba?’ diye sorsalardı ve buna ilişkin çalışsalardı. Eminim ki çok daha kısa sürede kesişir ve çok daha kısa sürede sendikalarımızda daha eşit, daha güçlü, daha adil kurullar, kürsüler yaratırdık. Bu kısım eksik kaldığı için çok yoruldu zaten kadınlar.
Diğer yandan kadın arkadaşlarımın aktardığı her bir deneyim aslında KESK için bir saha çalışması niteliğinde. KESK’te kadın temsiliyetine ilişkin sorunların ve yetersizliklerin bir haritası. Bu nedenle buradan elde ettiğimiz sonuçları elbette sendikalarımızla paylaşacağız. Özellikle 2026 yılı için planlanan KESK Kadın Kurultayına tam da bu başlıkla bir çalışma hazırlayacağız mesela. Bunun dışında ise bu sonuçları görmek ve harekete geçmek biraz da artık niyet meselesi diyebilirim.
