İsrail açısından çevre temizliği, İran’a kadar ‘dişi aslan’ için koridorun temizlenmesi, ‘Direniş Ekseni’nin kollarının kesilerek ‘ahtapotun başına ulaşılması’ ve sürek avının Tahran’da nihayet bulması yıllardır izlediğimiz uzun metrajlı filmin evrelerini oluşturuyor. Lübnan’da Hizbullah’ın darbelenmesi, Suriye’nin çöküşü ve Irak’ta Haşd’uş Şaabi güçlerinin baskılanması tasarlanan savaşı İran’ın sınırlarına taşıdı.
“İran’ın nükleer bomba edinmesini önleme” hedefi bir retorik olarak İsrail’in Batılı müttefiklerini birer uşağa dönüştürme sanatının bir parçası olabilir. Ya da “Orta Doğu denklemini değiştirme” hedefi İsrail’in yenilmezliğini ve dokunulmazlığını tahkim etmeye dönük stratejik güç mücadelesi olarak okunabilir. İkisi de saldırganlığın normalleştirilmesine hizmet ediyor. Fakat bunların hiçbiri ‘ilahi’ metinden esinlenerek İsrail’in kendisini ‘dişi aslan’, Orta Doğu’nun geri kalanını da ‘av’ olarak gördüğü gerçeğini değiştirmiyor.
Kan kokusuyla hareket eden İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Gazze’de soykırım operasyonuna başlarken Tevrat’taki Amalek hikâyesini referans almıştı. Yani kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden bir halkın öküz, koyun, deve ve eşekleriyle birlikte yok edilmesi gerektiğinden bahseden soykırım savaşı İsrail’in temel motivasyonuydu.
İran ile ABD arasındaki nükleer müzakerelerin ‘kırmızı çizgilere’ girdiği bir dönemeçte Netanyahu 2000’lerin başından beri düşlediği ve en az 8 aydır da planladığı saldırıyı 13 Haziran’da gecenin köründe başlattı. Ağlama Duvarı’nın deliğine “Halk aslan gibi ayağa kalkacak” yazılı dilek notunu soktu. Ve operasyona ‘Yükselen Aslan’ adını verdi. Kükreyen ya da yükselen aslan referansı da Tevrat’tan geliyor. Çölde Sayım 23:24 ayetinde diyor ki; “İşte halk bir dişi aslan gibi uyanıyor. Avını yiyip bitirmedikçe, Öldürülenlerin kanını içmedikçe rahat etmeyen aslan gibi kalkıyor.”
Aslan kral ve geri kalanının av olduğu bir senaryoda “Ahtapot Doktrini”, bir örümcek stratejiyle kollardan başa doğru saldırgan ağlarını örüyor.
Bunun altında küstah bir kibir yatıyor. İran’ın nükleer tesislerini yok etmek hedeflenen sonuçların başında geliyor. Fakat katmanları olan bir stratejik kurgu ile hareket ediyor. Hedef aynı zamanda saldırılarla İran’ın savunma kapasitesini çökertmek, güvenlik güçlerini felç etmek, halkın sisteme güvenini sarsmak ve hoşnutsuz kitleleri isyana teşvik ederek rejimin sonunu getirmek.
İran saldırı altındayken Netanyahu, video çekip İran halkına isyan çağrısı yaptı. “Mücadelemiz, 46 yıldır sizi ezip geçen acımasız diktatörlükle. Kurtuluş gününüzün yaklaştığına inanıyorum” dedi.
Yediot Aharonot’un askeri muhabiri Ron Ben-Yişai de “Operasyonun amacı sadece nükleer tesisleri vurmak değil. Saldırılar İran rejimini devirecek şekilde tasarlandı” diye yazdı. Hizbullah’ın lider kadrolarının tasfiye sürecinde İran’a saldırı tartışmaları yoğunlaşırken rejime karşı isyanı mümkün kılacak bir istikrarsızlığı tetikleme amacına göre yapıldığı konuşuluyordu.
Ahtapot Doktrini ve baş koparma stratejisi
Amerikan yönetiminin bilgisi dahilinde 8 aydır süren hazırlıkların sadece nükleer tesisleri, hava savunma sistemlerini, füze rampalarını yok etmeyi değil ‘baş koparma’ taktiğini içerdiğini daha ilk aşamada uygulamayla gösterdiler. Askeri liderlere yönelik suikastların amaç hasıl oluncaya kadar siyasi liderleri de içine alarak genişleyeceğini anlıyoruz. WSJ’a konuşan bir İsrailli yetkilinin dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in de hedef alınabileceğini söylemesi bir sonraki aşamaya da işaret ediyor.
Saldırının neredeyse ilk 24 saatinde İran’ın ‘savunmasızlık’ ve ‘çaresizlik’ görüntüsü dişi aslan ve av metaforuna uygun bir tablo sundu. İlk dalgada üst düzey komutanlar ve nükleer bilim adamları öldürülüyor. Mossad’ın yerli işbirlikçilerle kurduğu SİHA ve sabotaj ağları ölümcül darbeler vuruyor. İsrail jetleri ve SİHA’ları Tahran semalarında engelsiz uçuyor. Hepsi şoke edici.
Haliyle rejimin sonunun yakın olduğuna bahisler açıldı.
Fakat Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Komutanı ve Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanı başta olmak üzere ölen askeri liderlerin yerine hemen atamalar yapıldı. Felç edilen hava savunma sistemleri yeniden çalıştırıldı. Yüksek Milli Güvenlik Konseyi ilk kriz toplantısında misilleme planlarını gözden geçirdi. Ve akşama doğru misilleme saldırıları başladı. Süpersonik ve balistik füzelerle İsrail alışılmadık şekilde vuruldu. İsrail’e bakılırsa hava savunma sistemi ta Ekim 2024’deki saldırıda etkisiz hale getirilmişti.
Gerçek Vaat 3 adıyla yapılan misilleme İsrail’i ‘sonuna kadar gitme’ planından vazgeçirir mi, bu durum yitirilen caydırıcılığı onarmaya ve yeni bir güç dengesi kurmaya yeterli olur mu?
İsrail’in ikinci dalgada rafineri ve gaz tesisleri dahil enerji altyapısı ve fabrikaları hedef alması İran’ı da misillemeyi buna göre kalibre etmeye itti.
Trump’ın oynadığı oyunun sınırları
İsrail’in sınırsız haydutluğunu kolaylaştıran faktörlere karşın İran’ı rasyonaliteyi kaybetmemeye iten nedenler var. Herkes bunun aynı zamanda İsrail’in şımarık bir tetikçi olarak devrede olduğu Amerikan savaşı olduğunun farkında. Haliyle çatışmanın seyri Trump yönetiminin tutumuna bağlı.
Trump saldırı planlarını öğrendikten sonra da İsrail’i donatmaya devam etti. Axios’a konuşan İsrailli iki yetkiliye göre Trump, İran’a saldırı planlarına direniyormuş gibi davrandı ancak direnmedi.
Middle East Eye’a konuşan iki Amerikalı yetkiliye göre, nisanda başlayan nükleer müzakereler boyunca Trump yönetimi İsrail’e silah ve mühimmat tedarikini sürdürdü. ABD son teslimatı İran’a saldırıdan 2 gün önce yaptı; İsrail’e sessizce 300 kadar Hellfire füzesi teslim etti. Amerikan güçleri İsrail’e atılan füzelerin düşürülmesine yardım ediyor.
Trump saldırıyı İran’ı nükleer pazarlıkta dize getirmek için kullanışlı gördüğünü gizlemiyor. “İran’a 60 gün verdim, bugün (13 Haziran) 61. gün. Anlaşma yapmalıydılar. İsrail’in saldırısı anlaşma yapmama yardımcı olabilir. 60 günde ikna edemedim. Belki şimdi olacak… Bir sonraki saldırılar daha acımasız olacak. İran geriye hiçbir şeyin kalmadığı noktaya gelmeden bir anlaşma yapmalı” diyor.
Beri taraftan ABD’nin stratejik bombardıman uçakları ve sığınak delici bombaları olmadan İsrail’in nükleer tesisleri yok edemeyeceğine dair değerlendirmeler de var. Hem bu hem saldırıların İsrail üzerindeki artan maliyeti Netanyahu’yu ABD’yi savaşın içine çekmeye itiyor. Bu konuda resmi talebin gittiği de söyleniyor. Trump şimdilik ‘saldırıda dahlimiz yok, her şeyi İsrail yapıyor’ diyerek top çeviriyor. Peki İran dize gelmezse Trump “Ben yapmıyorum, Netanyahu yapıyor” uyanıklığını sürdürebilecek mi?
Haaretz yazarı Amos Harel’e göre Trump bir sonraki aşamada Amerikan çıkarlarını tehdit edecek ve petrol fiyatlarını yükseltecek bölgesel bir savaşın ateşini söndürmek için hızlı hareket etmek zorunda kalacak. İranlı liderlerin de irrasyonel olmadığını ve riskleri değerlendirip anlaşma yoluna gideceğini öngörüyor.
Küçücük Gazze’de bile yarın senaryosu sunamayan Netanyahu’nun müttefiklerinin önüne İran için inandırıcı bir çıkış senaryosu koyabilmesi çok şüpheli bir durum.
Netanyahu, Trump’ı “İran’ın nükleer silah edinmesine izin vermeyeceğiz” taahhüdüyle vurmaya çalışarak “Şimdi ne yapacaklar? Bunu Trump’a bırakıyorum” diyor.
Elbette oyunu değiştirecek olan İsrail’i savunma hattının İran’a saldırı cephesine dönüşmesidir. Belli ki Trump, Amerikan çıkarları hedef alınmadıkça bunu yapmak istemiyor. Nasıl olsa İsrail gelişmiş Amerikan silahları ve teknolojisiyle ‘terminatör’ rolünü iyi oynuyor.
Bu saldırganlık ekonomik hayat damarlarını kesme ve ‘kafa koparma’ ayarında genişlerse İran da angajman kurallarını güncelleyecektir.
Fars haber ajansına göre İranlı üst düzey askeri komutanlar savaşın önümüzdeki günlerde bölgedeki Amerikan üslerini kapsayacak şekilde genişleyebileceği ihtimalini dışlamıyor. Hürmüz’ü kapatma kartı da dillendiriliyor.
ABD, İsrail’i durdurmak için İran’ın nükleer programını sonlandıran bir anlaşmayı işaretliyor. Bu, İsrail adına bir çıkış stratejisi. İran ise hem misillemenin durması hem de müzakere masasına dönülmesini İsrail’in saldırılara son vermesine bağlıyor.
İran’ı rasyonel olmaya zorlayan koşullar
İran’ı esnek olmaya mecbur kılan koşullar ortada:
Birincisi savunmada çok açıkları, istihbaratta inanılmaz boyutlarda zaafları var. Doğru düzgün jet filosu olmadığından caydırıcılığı füze ve SİHA’lara bağlı. Karşısında küresel bir gücün bütün gelişmiş silah ve teknolojisini sömüren ve her tür korunma taahhüdü altında olan şımarık ve psikopat bir varlık var.
İkincisi ABD veya Avrupalı ülkelerin İsrail’den yana doğrudan müdahalesini tetiklemekten kaçınıyor. Bu yüzden misillemelerini dikkatle kalibre etmek zorunda. Ki El Cezire’ye göre İran misillemeye başlamadan önce Avrupa ülkelerine yanıtının ölçülü olacağını ve açık bir savaş eşiğinin altında tutulacağını bildirdi.
Üçüncüsü askeri tırmanışın petrol, doğalgaz, enerji ve stratejik üretim tesislerini hedef alması ekonomik olarak can damarlarının kesilmesi anlamına geliyor. Yaptırım cenderesindeki ekonomi bunu kaldıracak esnekliğe sahip değil.
Dördüncüsü çöküşün getireceği sosyal türbülans. Yaptırımların getirdiği yükler, artan ekonomik sıkıntılar, siyasi baskılar, kötü yönetim ve yolsuzluklar yüzünden burnundan soluyan halkın rejime isyan etmesi korkusu var. Elbette sistemle anlaşmazlığı kategorik reddiyeden kaynaklanmayanlar ülke saldırı altındayken devletle kenetlenebilir. Fakat İran’ı korkutan etnik çemberi.
Çıkış için bir manevra alanı var mı?
Elbette İran’ın 46 yılda geliştirdiği ‘direniş doktrini’ ile krizleri yönetme becerisi de var. Bütün mesele korkulan eşiğe yaklaşmamak.
İran bütün kırılganlıklarına rağmen Netanyahu’nun ‘dişi aslan’ metaforuna av olmak için çok büyük bir hedef. İşgal dışında hava saldırılarıyla rejimlerin yıkıldığını gösteren bir örnek yok. Libya, Irak ve Yugoslavya’da bunlar denendi. Rejim değişikliği ciddi, örgütlü ve kitlesel bir muhalefeti, ilaveten yeterince iç baskıyı gerektiriyor. Komuta kademesini tasfiye etmek sarsıcı bir başarı olabilir ama arkadan gelenlerin İsrail’e dost olacağının da garantisi yok.
Birileri cehennemin kapılarını kapatmak için rasyonalitenin bir buyruk olduğunu İsrail’e de hatırlatmak zorunda kalabilir. Gerilimi tırmandırmak sadece tek tarafın hanesine yazılacak bir şey değil.
Gidişata göre İran kalan nükleer kapasitesini koruyup daha ileri adımlar da atabilir. Saldırıların kapsamını genişletmeleri İran’ı iki seçenekle karşı karşıya bırakabilir: Boyun eğip anlaşmak ya da direnip nükleer yola sapmak yani NPT’den çıkıp nükleer bomba yapmak.
İsrail ABD’nin sarsılmaz desteğine ve her zaman fino köpeği olma esnekliği sergileyen Avrupalı müttefiklerine güveniyor. Fakat çatışmalar Batılı çıkarlara zarar verecek noktaya gelirse İsrail’in bel bağladığı uluslararası dokunulmazlık da sarsılabilir.
Siyonizm Amerikan koridorlarında altın çağını yaşasa da geçmişte ABD başkanlarının yeri geldiğinde İsrailli liderlere “patron benim, vekil sensin” diye ayar verdiğini de unutmayalım.