Suriye-Mısır-Libya merkezli Ortadoğu gündeminin önemini olmasa bile hararetini yitirdiği günlerde dünyanın iki ayrı köşesindeki, iki ayrı “hareketlenme” uluslararası medyayı meşgul etti.
Önce iki ABD bombardıman uçağının, Çin’in kasım ayı içinde ilan ettiği “Doğu Çin Denizi Hava Savunma Bölgesi”ni ihlal ettiği yönündeki haberler uluslararası ajanslara düştü. İddialar Pekin yönetimi tarafından da resmen doğrulandı. Doğu Asya’da farklı uzlaşmazlık noktaları çevresinde uzunca bir süredir tırmanan gerilimin merkezinde bu kez Japonya’nın Senkaku, Çin’in Diayou olarak adlandırdığı takımadalar üzerindeki egemenlik hakkı iddiaları var. Çin, Japonya ve kendisi başlı başına bir uzlaşmazlığın nesnesi olan Tayvan, büyüklüğü toplamda 7 kilometrekareyi ancak bulan ve 8 küçük kara parçasından oluşan takımadaların kendi egemenlik sınırları içinde olduğunu iddia ediyor. Çin’in güneyi, Japonya’nın güneybatısı ve Tayvan’ın kuzeybatısında yer alan bölge balıkçılık açısından zengin, stratejik bir askeri konuma ve her şeyden önemlisi zengin enerji kaynaklarına sahip. İşte Çin’in bölgeyi de kapsayacak şekilde yeni bir hava sahası ilan ederek, buradaki her türlü hava hareketliliğinin ancak bildirimle gerçekleşebileceğini iddia etmesi, özellikle Çin ve Japonya arasında 100 yıldan fazla bir geçmişi olan sorunu yeni bir safhaya taşıdı. Japonya ve Tayvan tarafından açıklamalarla kınanan hamleye fiili yanıt kısa süre içinde ABD’den geldi ve iki bombardıman uçağı Çin’in hava sahasını deldi.
Uzakdoğu’daki çıkarları ABD açısından stratejik bir öneme sahip ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bölgedeki hegemonyasını başta hamisi konumunda olduğu Japonya ile Güney Kore, Tayvan gibi müttefikleri eliyle sürdürüyor. ABD’nin kırmızı çizgilerini hatırlatmak zorunda kaldığı son gerilim ise, Çin küresel siyasette alan genişletirken bölgede de suların her gün biraz daha ısındığının habercisi.
Aralık ayı başında Avrupa kamuoyunun gündemine ise bir anda Ukrayna’daki gösteriler giriverdi. Aslında 10 yıl önce Rusya destekli hükümetin ABD ve güçlü AB ülkelerinin destek verdiği gösterilerle devrildiği “Turuncu Devrim”den bu yana bir türlü suların durulmadığı Ukrayna’da taraflar bu kez, “AB anlaşması” tartışmaları çerçevesinde karşı karşıya. Geride kalan 10 yılda “Turuncu Devrim”in kısa sürede çöktüğünü, Batı destekli Yuliva Timoşenko’nun yolsuzluk suçlamasıyla cezaevine konulduğunu, Rusya’nın eski Sovyet yurdu üzerinde yeniden etkinliği ele geçirdiğini gördük. Son olarak Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in, AB ile ticarette sınırların kaldırılmasını da kapsayan Ortaklık Anlaşması’nı askıya alması kavgayı alevlendirdi. Batı medyasında Yanukoviç’in bu kararı, Ukrayna’nın hem siyasi hem de politik olarak AB yörüngesinden koparak Beyaz Rusya ve Kazakistan’la oluşturduğu gümrük birliğine katılmasını isteyen Rusya’nın baskıları sonucunda aldığı iddiaları yer aldı. Kararın ardından on binlerce kişinin sokaklara döküldüğü Kiev’deki olaylarda ise, ironik bir şekilde, göstericilerin hedefleri arasında Lenin heykeli yer aldı.
Küresel kriz derinleşiyor, nüfus artıyor, doğal kaynaklar azalıyor. Sürdürülebilir olmayan ekonomik sistemin sınırları içinde savaş kızışıyor. Suriye, Mısır, Somali, Etiyopya, Diayou ya da Ukrayna… Batı merkezli siyasi hegemonya zayıflama işaretleri gösterirken Doğu’dan doğru gelen Rusya-Çin eksenli yeni hegemonya kurma arayışlarının, önümüzdeki aylarda, yıllarda Ortadoğu’da, Afrika’da, Uzakdoğu’da, Avrupa’da, Amerika kıtasında tarafların kâh bizzat karşı karşıya geldikleri, kâh aktörler üzerinden bilek güreşine girdikleri örneklerin çoğalacağını söylemek, kehanet olmasa gerek.