Selda Karafazlı – Diğer Yazıları
25 Haziran 2005’te, yaşı henüz 33’ken aramızdan ayrıldı Kazım. 10 yıl oldu aramızdan gideli. Öyle sessizce de değil, acıtmadan hiç değil. Kimler ağlamadı ki, kimler kardeş olmadı ki, onun gidişinin ardından. Kazım gitti ama şu an her mücadelede yaşamakta. Bu talan düzeninde, onsuz ama onun izleriyle verilen mücadelenin hacmine ışık tutmaksa bizim bugünkü görevimiz. 10 yıl önce gitmeden Kazım bize ne bıraktı, yeraltından gelen ellerse neleri çaldı…
Kazım; siyanürle altın aranmasına, nükleer santrallere, HES’lere karşı mücadelenin içindeydi. Evet, Karadeniz’lilerin kansere kurban edilmelerine karşı çıkan Kazım, akciğer kanseriyle gitti. Hayatın ona oynadığı bir oyundu bu belki de. Yaşarken de, ölürken de, Karadeniz’in en önemli sorunlarından olan kanserle mücadele etti. Ve bu kanseri yaratan sistemle…
Kazım; deniz ile dağları, yani mavi ile yeşili birbirinden ayıran sahil yoluna karşı çıktı. Haklıydı çünkü yürekten yaşanan sevdalıkları aldı götürdü bu sahil yolu. Rüzgar kavuşamıyor artık kızıl ağacın yapraklarına, martılar duyuramıyor seslerini Karadeniz’in hırçın dalgalarına.
Kazım; hepimizin son sesimizle bağırarak savunduğu kardeşliğe, sesiyle ve daha da önemlisi o güzel yüreğiyle ses verdi. Kardeşlik derken; dilden, dinden, renkten bahsediyorum. Kardeşlik derken su ve yeşilden; kardeşlik derken kadın ve topraktan bahsediyorum. Kazım Rock’ın coşkusunu da kattığı Karadeniz müziğinin enerjisini, bütün bu kardeşlikler için ruhumuza aşıladı da gitti. Kazım; 2003 Diyarbakır Newroz’una katıldı, orada Lazca, Hemşince türküler söyledi. Diyarbakır’la Karadeniz’in kardeşlik köprüsünü kurdu. Bu kutlamalara götürdüğü selam ise, halen hepimizin selamıdır. “Denizin çocuklarından dağların çocuklarına selam getirdim” demişti cesur yürek. Sonrasında ise, dağların selamını denizlere getirdi. Kazım için denizin çocukları da dağların çocukları da ağladı, ağlıyor. Şimdi bu çocuklar kardeş oluyor…
Popüler, herkesin sevdiği biriydi Kazım. Sesini ve müziğini geniş kitlelerle buluşturabilmişti. O bir müzisyendi, ondan sonra Karadenizliydi ama hepsinden önce bir devrimciydi. Bu devrimci 10 yıl önce hayata öyle güzel bakmış ki birkaç satırda bunu anlamak mümkün:
“Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar ‘a, ateş hırsızlarına, Ernesto “Ç´e” Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz”
Kazım yaşarken de öldük, halen ölüyoruz. Kazım gideli 10 yıl oldu . Bu 10 yılda ne dilimiz ne dinimiz kaldı. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Ah Kazım bir bilse, çocuklar çocukluklarını unuttular; denizin çocukları yüzmeyi, dağların çocukları koşmayı ve oynamayı unuttular. Kazım; Karadeniz’in dalgaları ile Kürt halkının özgürlük mücadelesini birleştirmek, halklar arasında yaratılmaya çalışılan nefret tohumlarını ortadan kaldırmak için savaştı yaşarken. Ancak bu mücadelesini, en verimli olabileceği dönemde yarım bırakmak zorunda kaldı. Şimdi köprüleri tekrar kurmak için, onun yarım bıraktığı yerden barış ve kardeşlik şiarını yükseltmeye çalışıyoruz.
Her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Her şeye rağmen bu topraklarda mücadele
veriyoruz. Bunu şarkılar söyleyerek, horonla halayı birbirine katarak devam ettiriyoruz. Ve evet, teşekkürler Dünya, teşekkürler halkların kardeşliği…
İnadına gülmek , inadına barış bu olsa gerek. Biraz da Karadeniz damarı mı vardır acaba bu inatta? Ne var orasını pek bilmem ama ne varsa iyi ki var…
Karadeniz’ in dalgalarının kızıl ağaçları özlediği gibi bizler de seni çok özledik Kazım. Mekanın nehir olsun, mekanın barış, mekanın deniz, mekanın kardeş olsun güzel yüzlü çocuk.