Görsel yapay zekayla oluşturulmuştur.
Bazen bir ülkenin demokrasi tablosunu anlamak için uzun raporlara gerek yoktur. Tek bir sahne, her şeyi özetlemeye yeter.
Türkiye’nin bilinen gazetecilerinden Fatih Altaylı’nın tutuklu bulunduğu cezaevinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile cezaevi koridorunda yaptığı kısa röportaj, işte tam da böylesi bir sahnedir.
Fatih Altaylı, Türkiye’de gazetecilikte uzun yıllardır önde gelen bir figür. Ama aynı zamanda tarafsızlığı sık sık tartışılan, özellikle de Kürt meselesinde barışa yönelik her adımı küçümseyen, sert ve dışlayıcı söylemleriyle hatırlanan bir isim. Altaylı, kimi dönemlerde iktidarın söylemleriyle yan yana düşmüş, kimi dönemlerde de muhaliflerin tepkisini çekmiş bir gazeteci oldu.
Ancak bütün bunlar, yani Altaylı’nın geçmişteki hatalı tutumları, demokrasiye inanmayan tavırları veya taraflı yaklaşımları, bugün geldiğimiz noktada gerçeği değiştirmiyor: Hiçbir gazeteci, düşünceleri ya da yazıları nedeniyle cezaevinde olmamalıdır.
Demokrasi tam da burada sınanır. Çünkü ilkesel bir duruş, yalnızca sevdiğimiz, onayladığımız, bizim gibi düşünen gazeteciler için değil; beğenmediğimiz, zamanında bize haksızlık etmiş olanlar için de özgürlük istemeyi gerektirir.
İmamoğlu’nun “derin bir ızdırap” sözleri sadece bir siyasi gelişmeye değil, aslında Türkiye’nin genel siyasi ve demokratik iklimine dair bir haykırışa işaret ediyor. Bugün, halkın seçtiği belediye başkanları davalarla baskı altına alınırken; gazeteciler de özgürlüklerini cezaevinde arıyor. Basın ile siyaset, özgür meydanlarda değil, cezaevinin koridorlarında buluşabiliyor.
Türkiye’nin demokrasi sınavı işte tam da budur.
Bir gazeteciyi geçmişteki fikirleri nedeniyle eleştirebiliriz, hatta sert şekilde yargılayabiliriz. Ama bir gazetecinin kalemi yüzünden cezaevinde olmasını normalleştirdiğimiz anda, kendi özgürlüğümüzden de vazgeçmiş oluruz.
Belki de bir gün tarihçiler bugünü yazarken şöyle diyecek:
“Türkiye’de demokrasi, beğenilmeyen gazetecilerin özgürlüğü savunulmadığı için cezaevinin koridorlarına sıkışıp kalmıştı.”
Ve işte en acı gerçek budur