BM COP30 Zirvesi’nin bir parçası olarak düzenlense de Halklar Zirvesi (Cupula dos Povos), COP’dan özerk olarak ekoloji hareketlerinin enternasyonal buluşması şeklinde gerçekleşti. Türkiye’den İklim Adaleti Koalisyonu’nun da aralarında bulunduğu, bütün kıtalardan 1200 örgütün imzaladığı ve “dünyanın bütün halkları birleşin” çağrısıyla biten sonuç deklarasyonu ile katılım ve politik içerik olarak bir COP toplantısından çok daha fazlasına tanıklık ettik.
Dünya Sosyal Forumu eylemliliklerinin 2000’li yılların başında yakaladığı kitlesellikten sonra küresel harekette uzun yıllardır bir geri çekilme durumu var. İsrail’in Gazze işgaline karşı protestolar ve Küresel Sumud Filosu’na destek eylemlerinin dünya çapında yaygınlaşmasıyla bu yıl küresel harekette yaşanan kıpırdamanın alternatif COP zirvesine yansıması bekleniyordu. Açıkçası Filistin direnişi ile dayanışma rüzgarı, zirvenin başından sonuna kadar her etkinlikte kendini gösterdi. Pará Eyalet Üniversitesi kampüsünün her noktasında ve bütün toplantılarda Filistin bayrakları ve direnişin sembolleri vardı. Sonuç bildirgesinde geniş yer almasından da anlaşılacağı gibi yapılan her etkinlikte Filistin’e selam gönderildi. 15 Kasım’daki Küresel İklim Yürüyüşü’nde en kalabalık kortejlerinden biri de Filistin korteji oldu. 70 bin kişinin katıldığı bu yürüyüşteki sayının beklenenin üzerinde olduğu çok sık ifade edildi. Dolayısıyla belirgin bir yükselişten söz edilemese de ekolojik krize karşı tepkilerle birlikte küresel harekette bir canlanma olduğunu söyleyebiliriz. Başarısız resmi BM zirvelerine alternatif olarak bir araya gelen toplumsal hareketler, ekolojik krize karşı mücadelede asıl gücün kendilerinde olduğunu gösterdiler.

Belém, 2009’daki Dünya Sosyal Forumu’na da ev sahipliği yapmıştı. Bu nedenle aradan geçen 16 yılda ekoloji hareketlerinin politik ve örgütsel gelişimlerini anlamak için COP30 iyi bir vesile oldu.
2000’li yıllarda politik ekoloji hareketleri içinde ekososyalist akımlar belirginleşerek 2001 yılında yayınlanan Ekososyalist Manifesto 2009’da Belém’de güncellenmişti. Bu noktadan Halklar Zirvesi Sonuç Bildirgesi’ne baktığımızda, yirmi yıl önce iklim krizine karşı önerilen yenilenebilir enerji ile ilgili iyimser beklentilerin yerini bugün daha net antikapitalist taleplere bıraktığını görüyoruz. Artık rüzgar veya güneş enerjisi çözümleri dillendirilmezken, bu teknolojiler daha çok yarattıkları ekolojik tahribatlarla anıldılar. Bu konu “Hava, ormanlar, su, toprak, madenler ve enerji kaynakları halkın ortak malı olduğundan özel mülkiyet olarak kalamaz veya başkalarına verilemez.” şeklinde sonuç bildirgesinde formüle edildi.
Benzer şekilde önceki yıllarda toplumsal talepler arasında sayılan “sürdürülebilir tarım” uygulamalarının sermaye için yeni bir sektör yarattığı vurguları tartışmalarda öne çıktı. Zaten somut olarak BM’nin resmi zirvesinde Syngenta, Nestle, Bayer ve CropLife gibi endüstriyel tarım yapan ve tarım kimyasalları üreten şirketler “sürdürülebilir tarım” başlıklı oturumlara sponsorluk yaptılar. Bu nedenle Halklar Zirvesi’nde tarım reformu üzerinde durularak; “Topraklar halkların eline geri verilmedikçe iklim adaleti mümkün değildir.” denildi.
Brezilya’daki MST (Topraksız Köylüler Hareketi), MAR (Barajlardan Etkilenen İnsanların Hareketi), MAM (Madencilikte Halk Egemenliği Hareketi), MTST (Evsiz İşçiler Hareketi) gibi örgütlü toplumsal hareketler, dünya ekoloji hareketi içinde de tarihsel birikimleri ve toplumsal güçleriyle önemli bir etkiye sahipler. Bu ve benzeri hareketlerin pratik mücadelelerinden süzülen politik talepler giderek bir geçiş programı sistematiğine kavuşuyor. Bu nedenle Belém’de 16 Kasım’da yayınlanan Halklar Zirvesi Sonuç Bildirgesi’ni bir politik program taslağı olarak okuyabiliriz. Çoklu kriz tespiti veya aşırı sağın, faşizmin ve dünya genelindeki savaşların ilerlemesinin iklim krizini ve doğanın ve halkların sömürülmesini daha da kötüleştirdiği yönündeki tespitler programatik bir bütünlük içinde ele alınıyor.
Şu başlıklar öne çıkıyor: Özelleştirmelere karşı kamu politikalarının güçlendirilmesi, IMF ve Dünya Bankası’nın dünyadaki eşitsizliği derinleştiren kurumlar olduğu, kentsel mekanın metalaşmasına karşı kent yönetimine halkın katılımı, orman varlığının güvence altına alınması, çevresel ırkçılığa karşı mücadele, yaşamı yeniden üretme işinin görünür kılınması ve feminist adalet, insan onuruna yakışır çalışma koşulları, örgütlenme özgürlüğü.
Türkiye’den bakınca bu başlıklar, bir siyasi partinin veya siyasi oluşumun politik metinlerine benzetebiliriz. Ancak Brezilya’da toplumsal hareketlerin ülke siyasetinde bize kıyasla çok daha belirleyici rolleri var. Bu yönüyle sonuç bildirgesi, bu toplumsal hareketlerin yarım asra yayılmış mücadelesi içinde sınanmış ve binden fazla örgütün kolektif emeğinin ürünü olarak karşımızda duruyor.
Bununla birlikte sonuç bildirgesinde “adil geçiş” ve “fosilden çıkış” ile ilgili tartışmaların tam olarak tüketilmediği izlenimi veren çok genel ifadeler var.
Fosil yakıtların çıkarılmasına karşı tavır belirtilirken; “Fosil yakıtların sömürülmesine son verilmesi” talep ediliyor ve hükümetler, “özellikle Amazon ve gezegendeki yaşam için elzem olan diğer hassas bölgelerde egemenlik, koruma ve onarımı içeren adil, halkçı ve kapsayıcı bir enerji geçişini hedefleyen, fosil yakıtların yayılmasının önlenmesini sağlayacak mekanizmalar” geliştirmeye çağırılıyor. Bu konuda Lula Hükümeti’nin içindeki koalisyon dengeleri nedeniyle baskı kurmaya çalıştığı bizim bile kulağımıza kadar geldi. Fakat bu dolaylı baskıların işe yaramadığı anlaşılıyor. Çünkü Lula’nın zirvenin açılışında lansmanını yaparak başarı olarak sunduğu Tropical Forest Forever Facility (Tropik Ormanlar Sonsuza Kadar) Fonu, Halklar Zirvesi tarafından çok açık bir biçimde kınandı. Bu konuda, “iklim krizine yönelik her türlü sahte çözüme karşı çıkıyoruz. Finansallaştırılmış bir program olan TFFF’nin yeterli bir yanıt olmadığı konusunda uyarıyoruz” denerek önerilen fonun tam karşısında tavır alındı.
Diğer bir belirsizlik geçiş talepleri içinde tazminat taleplerine çok sık yer verilmesinde görülüyor. Bu tazmin talepleri piyasacı “kirleten öder” ilkesini akla getiriyor. Sonuç bildirisinde diğer tazminat talepleri ile birlikte; “Yıkıcı yatırım projeleri, barajlar, madencilik, fosil yakıt çıkarma ve iklim felaketlerinin insanlara verdiği kayıp ve zararların adil ve eksiksiz bir şekilde tazmin edilmesini talep ediyoruz” şeklinde yer alıyor. Doğanın sermaye için bedava edinimine karşı sınırı yakına çeken daha açık talepler dile getirilebilirdi. Tazmin için kayıp ya da hasar koşuluna gerek kalmadan doğal varlıkların her türlü kullanımında devreye girecek mekanizmalar önerilebilir.
Halklar Zirvesi, COP gündemli bir araya gelmiş olsa da COP’ların geçici olduğunu ve resmi zirvelerden sonuç çıkmayacağını bilerek kalıcı ve örgütlü mücadeleyi öne çıkardı. “Örgüt güçlüyse, mücadele de güçlüdür.” diyerek temel siyasi görevin tüm ülke ve kıtalardaki halkları örgütlemek olduğunu belirtti. Örgütlenme konusundaki bu irade, önümüzdeki yıllarda ekoloji hareketlerinin ortak ve birleştirici enternasyonal örgütüne evrilebilir. Halklar Zirvesi, son olarak, ekoloji hareketlerinin ne yapması gerektiğini söyledi:
“Enternasyonalizmimizi her toprak parçasına kökleştirelim ve her toprak parçasını uluslararası mücadelede bir siper haline getirelim.” Böylece yerellerdeki her mücadele küresel düzeyde gezegenin ve insanlığın kurtuluşu mücadelesiyle siyasal ve örgütsel olarak birleştirilmiş oldu. Dünya ekoloji hareketlerinin önemli ağırlık merkezlerinden biri olan Brezilya’da, iklim krizinden en çok etkilenen Amazon kıyısında, halkların geniş katılımıyla onaylanmış kilometre taşı sayabileceğimiz bir referans belgesi var elimizde.
COP31 önümüzdeki yıl Antalya’da toplanacak. Ne yapacağımızı biliyoruz.

SH’nin notu: Mehmet Horuş’un resmi COP30’a ilişkin gözlemlerini de anlattığı bir diğer yazısı için bkz. “COP30 hakkında bir mekansal eleştiri denemesi”. O yazıda sözü edilen Şef Raoni, bakanlarla birlikte Halklar Zirvesi’nin sonuç bildirgesini iletmek ve liderlere iklim krizine karşı görevlerini hatırlatmak için resmi zirveye geçmiş, yukarıdaki ana fotoğrafta konuşma yaparken görülüyor.
