İstanbul’un yaşadığı ekolojik yıkım çevre mühendislerinin hazırladığı raporla bir kez daha gözler önüne serildi. Kent, su, hava ve toprak kirliliği yanında asbest ve iklim krizinin pençesinde adeta can çekişiyor
Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin VI.`sını düzenlediğimiz Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası kapsamında yayınladığı İstanbul Çevre Durum Raporu’nda kentin hava, su, toprak ve gürültü kirliliği karnesini çıkarıldı.
Raporda bunun yanında İstanbul’un atık yönetimi altyapı sorunları, asbest riski ve İstanbul’da iklim krizi konularına da yer verildi. Raporda kenti yok eden çevre kirliliği madde madde şöyle özetlendi:
Hava kirliliği:
Hava kirliliği parametreleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Ülke genelinde 55 milyonun üzerinde ağaç yok edildi. Nüfusun yarısı kirli hava soluyor. İstanbul’daki dev inşaat projeleri yüzünden halk zehir soluyor, kanser vakalarındaki artış kaçınılmaz. İstanbul’un ana sorunlarından olan hava kirliliğine karşı kesin bir mücadele başlatılması ve bu hususta planlamalar yapılmalıdır. Hava kirliliğinin azaltılması için; Orman alanlarının tahribatının bir an önce durdurularak, orman alanı vasfını kaybetmiş alanların yeniden ormanlaştırılması.
Su ve atık su:
İstanbul 2030 yılı itibarıyla kötüleşip, su kıtlığı yaşayabilir. İstanbul’un içme suyu açısından en önemli konu, su havzalarının korunması ve sağlıklı kalmasıdır. Son yıllarda yapılan ve yapılmak istenilen mega projelerle kenti besleyen içme suyu kaynakları yerle bir edilecektir. Marmara Denizi’nde biyoçeşitlilik yok oluyor. Geçtiğimiz sene 1 milyar 223 milyon 815 bin m³ atık suyun %65 gibi çok büyük bir kısmı, sadece fiziksel arıtma kullanılarak alıcı ortama deşarj edildi. İSu yönetimi politikalarında değişiklikler olmalı ve Üniversiteler, Meslek odaları vb. taraflarla çalışmalar yürütülmeli.
Toprak kirliliği:
Planlı bir kentleşme yapılarak verimli toprakların kara yollarına, apartmanlara, havaalanlarına, alışveriş merkezlerine, sanayi alanlarına ve tesislere dönüştürülmesinin önüne geçilmelidir. Endüstriyel faaliyetlerden çıkan tehlikeli atıklar, vahşi depolanan evsel atıklar, işletmelerden çıkan atık suların gelişigüzel olarak toprağa verilmesi, az miktarda olan tarım arazilerinde yapay gübre kullanımı, endüstriden oluşan atıkların gelişigüzel bir şekilde toprağa gömülmesi ve arıtılmamış kirli suların tarım arazisinde kullanılmasının önüne geçilmeli.
Gürültü kirliliği:
Gürültünün en yoğun olduğu bölgeler Tem otoyolu ve E-5 gibi işlek noktalar gibi görünse de kentsel dönüşüm sürecinde yıkım ve inşa faaliyetleri nedeniyle yerleşim bölgelerinde de gürültü yüksek düzeyde. İstanbul’da gürültü kirliliği öncelik kazanmalı ve çıkarılacak gürültü haritalarıyla beraber güncel çözümler masaya yatırılmalıdır.
Asbest risk yönetimi:
Sağlığımız için büyük tehdit oluşturabilecek maddelerden olan asbest, göz ardı edilen tehlikelerden biri. Özellikle eski binalarda asbest oranı oldukça yüksek. Kentsel dönüşümün hayatımızın bir parçası haline geldiği İstanbul’da, yıkımı yapılacak olan her bina için asbest kontrolü de bir zorunluluk olmalı. Molozları saha da bırakılmış olan Kirazlıtepe’de gerçekleştirilen ölçümler asbest kontrolünün yıkım öncesi yapılmadığını kanıtlar nitelikteydi. Asbest olan binaların yıkımı kontrollü olarak yapılmalı.
İstanbul sıfır atığa hazır mı?:
Atık kompozisyonumuz derhal belirlenmeli ve bu doğrultuda atık toplama sistemimiz ve atık yönetim planlaması yeniden düzenlemelidir. Sıfır atık uygulaması sadece seminerlerle değil, düzgün bir planlama ile gerçekleştirilebilir.
Türkiye’de ekolojik yıkımın ortaya konulduğu Rapor’un yayımlanması dolayısıyla bir açıklama yapan Çevre Mühendisleri Odası, küresel iklim değişikliğinin yarattığı ekolojik yıkımın ulaştığı aşamanın dünya literatüründe küresel iklim krizi olarak adlandırıldığına ve gezegenimizdeki canlıların altıncı toplu yok oluşa doğru hızla ilerlediği ifade ediliyor.
Almanya Komisyonu Hollanda Çevre Değerlendirme Ajansı`nın 2018 yılı raporuna göre Türkiye’nin CO2 salınımı açısından dünyayı en çok kirleten ülkeler içerisinde 18. Sırada yer aldığına işaret edilen açıklmada, Türkiye`nin yaşanan ekolojik yıkım içerisindeki payının oldukça yüksek olduğunun altı çiziliyor.
Açıklamada Global Footprint Network`ün (Küresel Ayakizi Ağı) belirlediği "Dünya Limit Aşımı Günü"nün, insanlığın doğa üzerindeki yıllık talebinin, dünyanın bir yılda sağlayabileceği kapasiteyi aştığı gün olarak tanımlandığı belirtilerek, 2018 yılında bu limitin 1 Ağustos itibariyle aşıldığı, tüm dünya Türkiye gibi yaşasaydı bu tarihin 11 Temmuz olacağının altı çiziliyor.
Türkiye ekolojik yıkım yaratan faaliyetlerde dünya ortalamasının bir hayli ilerisinde olduğu ifade edilen açıklamada, “2019 yılı için Türkiye`nin doğal varlıklarının kontrolsüz ve plansız bir şekilde tüketimi dünya genelindeki kötüye gidişten daha hızlı oldu. Ekonomik kriz ve sanayideki daralmaya rağmen, dünya için 29 Temmuz olan Limit Aşım Günü, Türkiye için bu yıl 27 Haziran`da geçildi. Türkiye`nin 2 dünya ile mukayesesi ve biyokapasite açığını inceleyen WWF`in iki tablosu sorunun ciddiyetini ifade ediyor.
Yalnızca biyoçeşitlilik bağlamında bakıldığında dahi coğrafyamızın ciddi zenginlikleri yitirdiğini görebiliyoruz. 'OECD Çevresel Performans İncelemeleri Türkiye 2019' başlıklı raporda 3 Türkiye`nin dünya genelinde nesli tükenmekte olan canlı türlerine OECD ortalamasının oldukça altında bir oranla ev sahipliği yaptığı görülebiliyor.
Bu oranın omurgasızlar ve sürüngenlerdeki düşüklüğünün yanı sıra, coğrafyanın önemli bir kuş göç yolu olmasına rağmen, nesli tehlikedeki kuş popülasyonunun da OECD ortalamasının altında olması ayrıca endişe vericidir. Türkiye 2019 yılı itibari ile Kişi başına yenilenebilir su kaynaklarına sahip olma konusunda; su kıtlığına doğru ilerleyen, su stresi yaşayan bir ülke konumunda bulunmayı sürdürüyor.” deniyor.