Çernobilin 36. yılında Sinop’a yapılacak nükleer santral için verilen ÇED raporunun iptali için açılan davada ret kararı verilmesi santralin yapılacacağı yerde protesto edildi
Sinop’ta yapılması planlanan Sinop Nükleer Güç Santrali’ne karşı açılan “ÇED Olumlu” raporunun iptal davası reddedildi. Sinop Nükleer Karşıtı Platform, konuyla ilgili basın açıklaması yaptı.
Santral kurulması planlanan İnceburun’daki basın açıklamasını Sinop Nükleer Karşıtı Platformu sözcüsü İlker Şahin okudu. Şahin, 36 yıl önce 26 Nisan’da gerçekleşen Çernobil kazasını hatırlattı ve patlamanın ardından radyoaktif madde yüklü bulutların Türkiye dahil birçok ülkeyi etkilediğini vurguladı.
Açıklamada şu ifadeler yer aldı:
“26 Nisan 1986 da, o dönem Sovyetler Birliği’ne bağlı olan Ukrayna’nın başkenti Kiev’in 130 km. kuzeyindeki Çernobil kenti, insanlık tarihinin en korkunç çevre felaketlerinden birine sahne oldu.
Çernobil nükleer santralin dördüncü reaktöründe meydana gelen patlama sonucu çevreye, 1945 yılında Hiroşima’ya atılan atom bombasının 50 katına eşit miktarda radyasyon yayılmıştır. Patlama yaklaşık 10 gün kadar gizlenmiş, Avrupa ülkelerinde yapılan radyasyon ölçümleri sonucu, yüksek dozda radyasyonun tespit edilmesiyle dünyaya duyurulmuş ve alınacak önlemler alınmaya başlanmıştır.
Alanın temizleme çalışmalarına katılan 200 bin kişi yüksek dozda radyasyondan etkilenmiş ve ölenler olmuştur. Daha sonra temizleme çalışmalarına katılanların sayısı 600 bine ulaşmış olup bunların da radyasyondan etkilendiği bilinmektedir. Patlamadan 20 yıl sonra 17 bin Ukraynalı aile, babaları tahliye görevlisi olarak çalıştığı ve hayatını kaybettiği için devlet yardımı almaya başlamışlardır. Yapılan radyasyon ölçümlerin yüksek çıkması nedeniyle Pripyat şehri 27 nisan da boşaltılmış, 116 bin insanın yaşadığı 30 km. çapa sahip bölge 14 mayısta boşaltılmaya başlanmıştır. Facia nedeniyle kaç insanın hayatını kaybettiği günümüzde de tartışma konusudur.
Patlamanın ardından radyoaktif madde yüklü bulutlar Türkiye dâhil, Avrupa’nın bir bölümü ile birlikte bir çok ülkeyi etkilemiştir. Bazı bağımsız araştırmalara göre Çernobil Nükleer faciasında yaklaşık 200 bin kişinin doğrudan ya da dolaylı olarak ölümüne sebep olduğu görülmüştür. Facianın etkileri nedeniyle 100 binlerce çocuk sakat dünyaya gelmiş, kanser vakalarının arttığı tespit edilmiştir. 1990 ile 2000 yılları arasında Belarus’da kanser oranı yüzde 40 artmıştır. Dünya sağlık örgütünün tahminlerine göre, sadece Gomel bölgesinde yaşayan 50 binin üzerinde çocuk tiroit kanserine yakalanmıştır. Kürtajlar, erken doğumlar ve ölü doğan bebek oranları çarpıcı şekilde artmıştır. Reaktörün yakınında yaşayan 350 bin insan evlerini sonsuza kadar terk etmek zorunda kalmışlardır. Türkiye de de Çernobil’den yayılan radyasyon nedeniyle kanser vakalarında artış olduğu, Türk Tabipler Birliği’nin yaptığı araştırmaya göre Çernobil kazasından en ağır şekilde etkilenen Karadeniz bölgesinde bulunan Hopa’da ölümlerin o/o 47,9 unun kansere bağlı olduğu da tespit edilmiştir. Kazanın etkilerinin daha nesiller boyunca sürmesi de beklenmektedir.
Facianın günümüzdeki en oluşuz etkilerden birisi, Ukrayna ve Belarus sınırları içinde yer alan yaklaşık bir milyon hektarlık toprağın radyo aktif kirliliğin etkisi altında olmasıdır.
Nükleer yakıt ve radyoaktif maddelerin kalıntılarının kontrol altında tutulmasının ve gömülmesinin günümüzde de temel sorunlardan biri olarak önemini korumaktadır.
Yine 11 mart 2011 yılında Japonya’da yaşanan deprem ve tusinami ile birlikte Fukuşima nükleer santralinin 3 reaktöründe çekirdek erimesi meydana geldi. Felaket sonrası etrafa yayılan radyoaktif maddelerden binlerce canlı etkilendi, binlerce insan evlerini terk etmek zorunda bırakıldı. Bölgeye giriş çıkışlar yasaklandı, denizdeki radyasyon seviyesi normalin çok üstünde ölçülürken kaza sonrası reaktörlerin peş peşe kapatılması fayda sağlamadı. Fukuşima kazası tüm dünyanın sorunu haline geldi. Tehlikenin farkına varan kimi ülkeler santralleri kapatma kararı aldı. Alınan bu karar ölüm karşısında yaşam için umut verse de, kapitalizmin bitmez tükenmez kar hırsı bir kez daha insanlığın baş belası bir sorunu olarak gündeme gelmiş oldu.Hiç bir tehlike onu sermaye birikiminden alı koymadı/koyamadı.Yine yaşamın kazanması mücadelesi insanlığın önünde en önemli sorun olarak durmaktadır.
Çernobil’de 4 nisan 2020 de başlayan ve yaklaşık iki hafta sonra ancak kontrol altına alınabilen orman yangını, nükleer facianın izlerinin günümüzde de ne derece risk taşıdığını bizlere göstermiştir.
Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş ile de nükleer enerjinin, insanlığın geleceği için ne kadar büyük bir tehdit oluşturduğunu bir kez daha düşünülmesini gerekli hale getirdi.Çernobil nükleer santralinin bulunduğu bölgeyi işgal ederek caydırıcı güç nükleer silahları kullanmaya hazır olduğunu duyurdu. Saldırının9. Gününde ise Avrupa’nın en büyük santrali olan Zaporijya’yı vurarak tüm dünyayı büyük bir felaketin eşiğine getirdi. Nükleer santrallerin savaşın tam ortasında kalması, nükleer silah kullanma olasılığı korku yarattı. Nükleer santrallerin barındırdığı tehlike potansiyeli yeniden sorgulanmaya başlandı.
Buradan gelelim ülkemizde Nükleer Güç Santralleri kurma sevdalısı olanlara.
Yaşanan bunca felaketlere rağmen, nükleer atıklarda bulunan plütonyum elementinin yarılanma ömrünün 24 bin yıl, etkisinin 240 bin yıl sürdüğü bilim insanlarınca kanıtlanmış doğayı kirleten, insanlığa ve tüm canlı yaşama ölüm kusan nükleer santrallerden vazgeçmemek taammüden cinayet işlemek, katliam, tür kırımı demektir.
Mersin-Akkuyu ve Sinop-İnceburun’da kurulacak nükleer santrallerin zehir akıtmasından ve insanlığı felakete sürüklemekten başka bir yararının olmayacağı, bir avuç enerji lobilerinin ve büyük sermaye guruplarının daha çok kazanma hırsından başka bir yarar sağlamayacağı ortadadır. Akkuyu’da iş kazalarından işçi ölümleri şimdiden başlamıştır. Çevrede kirlilik yaratılmış, santral inşaat zemininde toprak yarılmaları yaşanmaktadır.
Sinop-İnceburun’da kurulacak olan nükleer santral ÇED raporu felaketlerin şimdiden bağıra bağıra geldiğini göstermektedir.Bunu gördük ve ÇED iptal davası açtık.
Açtığımız davada hem hukukçular, hemde alanlarında uzman bilim insanları tarafından bilimsel, hukuksal ve ÇED mevzuatı açısından Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği bakanlığının onay verdiği nihai ÇED raporunun iptal edilmesi gerektiği ile ilgili yüzlerce neden belirtilmiştir.
Mahkeme kendi alanında uzman 15 kişilik bilirkişi heyeti oluşturarak, yine mahkeme heyetinin sorduğu yaklaşık 210 soruya yanıt olacak keşif, inceleme ve araştırma yaparak bir rapor hazırlamasını istemiştir. Bunun üzerine bilirkişi heyeti gerekli keşif, araştırma ve incelemede bulunarak blimsel, hukuksal ve ÇED mevzuatı açısından 276 ÇED iptali gerektirir neden tespit etmiş ve çok kapsamlı bir rapor hazırlayarak mahkeme heyetine sunmuştur. Mahkeme heyetine sunduğumuz ÇED iptal nedenlerimiz ile bilirkişi heyetince tespit edilen nedenlerde çakışarak doğrulanmıştır.
İlginç olan davalı kurum avukatlarının da mahkemeden ÇED raporunun iptalini ve yeni bilirkişi heyeti oluşturularak yeniden ÇED raporunun düzenlenmesi talebinde bulunmaları oldu.
Mahkeme heyeti tüm bunlara rağmen ÇED iptal davasında RED kararı vermiştir.
Mahkeme heyeti bu kararı hangi gerekçelere dayandırarak verdi, sorusunu sormamıza yol açmıştır. Bu kadar çok ÇED raporunu iptal nedenleri varken, bilirkişi heyetinin tespit ettiği 276 nedenden dolayı böyle ÇED raporu olmaz demesine rağmen;
Kurum avukatlarının; “evet bu ÇED eksiklik, yanlışlık ve uyumsuzluk taşımakta, iptal edilmeli, yeni bilirkişi heyeti belirlenerek yeniden ÇED raporu düzenlenmeli” demesine rağmen, mahkeme heyeti ÇED iptal davasını neden RED kararı verilmiştir?
Bizim bu sorulara yanıtlarımız var:
1-Mahkeme heyeti (yargıçlar) yargıç değil, özel olarak görevlendirilmiş, hukuk tanımaz, kasıtlı davranan, taraflı karar veren, siyasi kişiler olabileceğinden,
2-Talimatla hareket ederek hukuk bilmez ve vicdan yoksunu olabileceklerinden,
3-Bilimsel,hukuksal gerekçelere göre değil, tamamen keyfiyete göre hareket ediyor olabileceklerindendir.
Dolayısı ile bu mahkeme heyeti suç işlemiştir, suç işledikleri HSYK’ya bildirilmelidir. Bu kadar aleni hukuk tanımaz cürretkarlığını ancak, arkasında çok güçlü bir siyasi güç olanlar gösterebilir. Yani karar taraflı, kasıtlı ve siyasidir. Demokratik hukuk devletinde olabilecek bir durum değildir/olamaz. Tarih önünde bu anlayış, bu karar asla kabul edilemez, bilim, hukuk ve vicdanlarda şimdiden mahkûm edilmiştir.
Nükleere karşı mücadelemiz çoğalarak, güçlenerek sürdürülecektir.
İnançlıyız, kararlıyız kazanacağız.”
Nükleer santral yaptırmayarak, doğadan, yaşamdan yana olacağız.
Nükleere inat yaşasın hayat. “