Türkiye’de uzun yıllardır nasıl edip de “şu Arapların elinden parayı kapabiliriz” hevesleri vardır. Bu iş için İslamcılar kendilerini en kuvvetli aday olarak gördüklerinden Erbakan’dan beri İslam dünyasından para sızdırmanın planları yapılıp durur. Erbakan bu hevesini tatmin edecek imkanı pek bulamadı ama, çırağı Erdoğan bunu yakaladığına inandı. Özellikle ABD’nin Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin “eşbaşkanlık” ile bu imkanı getirdiğine emin oldu. Libya’da yavaş davranmaktan dolayı kaçırdığını düşündüğünü yakalamak üzere, Suriye’de “etten önce kazana atladı”.
Birkaç ay içerisinde Esad’ın düşürüleceğini umarak her türlü riski üstlenmekten imtina etmedi. Bu ona savaşın gürültüsü içerisinde, Barzani’yle işbirliği içerisinde PKK’yi tasfiye etme olanağını vereceği gibi, Suriye’nin işgalinin ardından, bölgedeki ABD politikalarının da vazgeçilmez oyuncusu olma imkanını sunacaktı. Zira Suriye’nin işgali tek başına bir olgu oluşturmuyor, tersine bütün bölgenin yeniden düzenlenmesinin başlangıcı anlamına geliyordu. Suriye’nin yanında Lübnan, Irak ve İran yeniden düzenlenecek ve Türkiye de bölgenin İsrail’den de daha önemli bir hegemon gücü olacaktı.
Bu hesaplar doğrultusunda PKK’nin imhası/etkisizleştirilmesi politikası sürdürülürken, TC dış politikasının kırmızı çizgilerinden birini oluşturan bir Kürt devletinin kuruluşu da ABD’nin bölgedeki ihtiyaçlarına bağlı olarak pembeleşmiş ve Ergenekon davasıyla da, kırmızı çizgilerin savunucusu generallerin darbecilik vesilesiyle tasfiyesi sonucu, yeşile dönmüştü. ABD’nin, Irak iç dengeleri açısından ihtiyaç duyduğu Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY), TC açısından da meta pazarı, petrol ve gaz1 temin edilecek bir kaynak olarak Türk burjuvazisini, bu devletin varlığını bağımsızlığa bile uzanacak ölçüde akla uygun kılmıştı. Türk ve Kürt burjuvaların bu durumu, el birliğiyle PKK’nin tasfiyesinde daha sağlam bir ortaklığın da temelini oluşturacaktı. Kırmızı çizgilerin yeşile dönüşümü çok hızlı oldu, Barzani’nin Maliki’yle arasının gerilmesi için her şey yapıldı. Dahası, Bağdat’ın idama mahkum ettiği Sünni lider Haşimi, Maliki’ye hiç aldırmadan korumaya alındı. Barzani’yi bağımsızlığa yaklaştırırken, Maliki’yi de İran’a biraz daha iten petrol anlaşmaları, ABD’nin canını sıkmasına rağmen, imzalandı.
Ne var ki, RTE’nin beklediklerinin hiç biri olmadı; gerek krizin yarattığı etkiler, gerekse Irak ve Afganistan savaşlarının başına sardığı dertler ve nihayet Çin-Rusya’nın Şanghay İşbirliği Örgütü’nü genişletmesinin yarattığı durum, ABD’yi bu bölgeye ağırlık vermeye zorladı. Bunun sonucunda, Suriye’ye müdahaleden uzak kalarak, TC’nin üstlendiği yükleri gittikçe ağırlaştırırken, PKK’nin de askeri ve politik olarak bir adım geriletilmesi mümkün olmadı. Tam tersine, PKK her iki alanda da sanılandan daha güçlü olduğunu ortaya koydu. Bu yetmedi, Suriye işgalinin uzaması beklenmeyen bir başka sorunu RTE’nin karşısına dikerken, Rojava’da da bir özerk Kürt yönetiminin kurulması, PKK’yi tarihinin en güçlü konumuna getirdi.
Bu konjonktür değişimi, RTE’nin vizyonunu kaybetmesine yol açarken, farklı taktiklerin kurulmasını zorunlu kıldı. Suriye’deki çatışmaların TC’nin istikrarını etkileyeceğini, PKK’nin mücadeleyi askeri ve politik olarak yükselteceğini herkes görüyordu. Bu durumda RTE, ne yeni bir anayasa hazırlayabilir, ne başkanlık hayali görebilir, ne de yerel ve genel seçimlerde başarılı olacağına emin olabilirdi. Konjonktürü ve AKP’nin zaaflarını iyi değerlendiren Öcalan, PKK’nin savaşa hazırlanmasına karşın, gerillayı sınır dışına çekmeye ve barış görüşmeleri yapmaya hazır olduğunu ilan edince, RTE de aradığı taktiği bulmuş oldu. En azından, görüşmeler süresince Türkiye sakin görünecek ve RTE’de bunu siyasi prestije tahvil edebilecekti. TC sınırları içerisinde silahsızlanan ve politik mücadeleyi öne geçiren bir PKK’ye, Barzani’nin de yardımıyla, kuzeyde etkisizleştirerek, etkinliğini tümden kırmak mümkün olabilirdi.
RTE’nin bu hesabı yaptığını gerek Öcalan, gerekse diğer PKK önderleri, elbette hesaba katıyorlar ve karşılığında 50.000 kişilik bir gerilla ordusuyla geri gelebileceklerini de hatırlatıyorlar.
RTE’nin Obama’yla yaptığı son görüşme, sahte barış oyununu hakikate çevirmeye çalışan Özgürlük Hareketinin benimsediği doğrultunun, haklılığını işaret ediyor. Bu kez RTE’nin işine gelmeyen noktada görüşmelerden kaçması Habur ve Oslo’daki kadar karşılıksız olmayacak. PKK attığı adımlarla, bir terör örgütü olduğu konusundaki yargıları dünya çapında kırarken, Öcalan’ın da gerek Dünya-Türkiye ve gerekse tüm Kürt kamuoyunda, daha fazla baba Barzani’nin yerini almasına olanak sağlıyor. Bu güneyle oynanmak istenecek oyunu da bozacak faktördür. Meşruiyetin tanınması zaferin kendisidir.
1 Bölgede 923 TC şirketi 15.000 personelle faaliyet sürdürüyor. Bölgeye ihracat 2012 yılında 12 milyar Dolara ulaştı, Almanya’nın payı ise 13 milyar Dolardır. TC şirketi Genel Energy Plc TaqTaq’da günde 120.000 varil petrol çıkarıyor ve Yumurtalığa günde 400.000 varil petrol taşıyacak bir boru hattı planlıyor. TPAO’nun kuruluşu TPIC de, dünya devi Exxon Mobil ile ortak faaliyet sürdürüyor.