Aynı evi paylaştığım 8 yaşındaki Zeynep, bundan birkaç yıl önce birlikte çizgi film seyrederken birden araya giren reklama büyülenmiş gibi baktı. Şaşkınlık içinde duraladıktan ve reklam bittikten sonra “Anne bu çocuklar neden babalarından izin alıyor, anneleri yok mu?” diye soruverdi. Zeynep’i şaşkınlığa uğratan reklam bir kamu spotu olan “Baba beni okula gönder” kampanyasına aitti. İlk hissettiğim Zeynep’teki feminist damarın göğsümü kabartması içerikli duygulardan sonra spot üzerine daha rasyonel düşündüm: Neden annelerden değil, babalardan izin almak üzerine inşa edilmiş bir içerik taşımaktaydı?
Kutsal ailenin “reyizleri”
“Türk aile yapısı” olarak tarif edilen ve ahlakçılık, namus benzeri kavramlarla sık sık yanyana anılan garabet, bir şirket mantığı üzerine inşa edilmişti: Patron baba, yardımcı ve yürütücü anne (taşeron da denilebilir), geleceğin işçileri olarak kendilerine değer aktarılan çocuklar. Dolayısıyla bu denklemde “reyiz” baba idi. Talepler de babaya yapılmalıydı, talebin kendisi en temel insan hakkı olarak da adlandırılabilecek “eğitim hakkı” olsa da. İşin Kürt halkının asimilasyonunu hedefleyen boyutunu başka bir yazıda anmak üzere burada değinmeksizin değerlendirdiğimin altını çizmekte yarar var.
Böylece devletin takip etme, yerine getirme görevi olan, çocuk hakları beyannamesinde de karar altına alınmış eğitim hakkı; evlerin içindeki ne idüğü belirsiz “reyiz”lerin iki dudağının arasına bir kamu spotu olarak teslim edilivermiş oldu.
Babalarının “has” çocukları olan erkek evlatları, her babanın kendi sınıfsal meşrebince sorun edilmeksizin, okullara gönderilirken; sıra kız çocuklara gelince babaların iznine tabi kılınarak “okullu” olabilmelerinin metaforik uzantısı AKP yolsuzluklarında da kendini gösteriverdi. Bu bağlamda, AKP kadrolarının ideolojik, politik ve kültürel tutarlılığını kutlamak gerekliliğini teslim etmeliyiz.
Yolsuzlukta bile oğullara ayrıcalık
AKP bürokratlarının yolsuzluk yaptıklarına dair bilgi ve belgelerin kamusal alanda ifşa edilmesinden beridir kafamda aynı sorular: hep oğullarına mı yedirmiş bu adamlar? Elbet kızları da kendi meşreplerince yolsuzluk gelirlerinden yararlanmış olsalar da yürütülen trafiğin merkezinde olmadıkları ortada. Şirketler kurulmuş, iş adamlarından alış verişler yapılmış, aracılarla görüşülmüş…tüm bunların yürütücüleri ve sahipleri oğullar olmuş. Bakan ve başbakan çocuklarının kadın olan cinsleri zengin ailelerle dünür olmak üzere ismi anılanlar listesine girebilmiş. Dünürlük üzerinden gazeteler, televizyon kanalları ve şirketler büyütülmüş. Lakin bizzat evimizin çocuklarından kadın cinsinden olanlar, yolsuzluğun öznesi olarak kamunun karşısında yerini alamamış.
Dünya üzerinde mülk sahibi kadınların yüzdelik dilimlerine baktığımızda da aslında AKP ideolojisinde temsiliyet bulan neoliberal/muhafazakar politikaların, AKP’nin kadın cinsine bakışının, mülk edinme, iş sahibi olma, çalışma yaşamında yer bulma anlayışının yolsuzluklar sürecinde de kendi denklemini doğrudan temsil ettiğini, yani oldukça tutarlı bir “baba-oğul” ilişkisini görmek mümkün.
Günde 1 dolardan az gelirle yaşayan 1.3 milyar insan ve 2 dolardan az gelirle 3 milyar insanın yaşam savaşı verdiği dünyamızda, bu rakamların %70’ini kadınlar oluştururken Bilal veya Burak veya Salih veya Barış dururken Sümeyye’nin “yol” işlerini beceremeyeceği, bunu yapabilecek kapasitede olsa bile pek de hakkı olmadığı fikri AKP bürokratlarınca bir tutarlılık olarak tarihimizdeki yerini alacaktır.