Avrupa’nın dört bir yanında işçi sınıfı, emekçiler, kadınlar ve göçmenler giderek ağırlaşan bir yaşam mücadelesinin içinde. “Refah devleti” masalı çoktan çöktü; yerine kemer sıkma, sosyal hak gaspları, ücretlerde erime ve çalışma koşullarının kötüleşmesi kondu. Bugün Almanya’dan Fransa’ya, Avusturya’dan Hollanda’ya, İsviçre’den İngiltere’ye kadar tüm Avrupa’da işçi sınıfı aynı kıskacın içinde.
Enflasyon ve eriyen ücretler
Almanya’da resmi enflasyon %6 civarında görünse de gıda ve enerji fiyatlarındaki artış çok daha yüksek. Fransa’da işçilerin reel ücretleri son iki yılda %4 geriledi. İsviçre gibi görece “istikrarlı” ekonomilerde bile artan kiralar, sağlık sigortası primlerindeki yükseliş ve ulaşım masrafları yüzünden ücretler eriyor, yaşam standartları düşüyor.
Bu konuda en çarpıcı örneklerden biri yakın zamanda Avusturya’da yaşandı. PRO-GE metal sendikası ile GPA özel sektör çalışanları sendikası, 190 bin üyeyi kapsayan toplu iş sözleşmesini %1,4 (2026 için) ve %1,9 (2027 için) ücret artışıyla imzaladı. Bu zamlar, mevcut enflasyon oranlarının çok altında kaldı. (Ağustos 2024 – Eylül 2025 dönemi ortalama enflasyon %2,8 iken, mevcut enflasyon %4,1 seviyesinde.).
Bu tablo, Avrupa’da milyonlarca işçiyi derin bir yoksullaşmaya itiyor.
Çalışma saatleri ve esnek emek rejimi
Hollanda ve İngiltere’de “esnek çalışma” adı altında işçiler daha çok çalıştırılıyor ama maaşları aynı kalıyor. Avusturya’da haftalık 60 saate varan esnek çalışma düzenlemeleri tartışmaya açıldı. Almanya’da ise fazla mesailerin ücret yerine izinle “telafi edilmesi” yaygınlaştırılıyor; bu da işçinin cebine girecek parayı azaltıyor.
Hollanda, Avrupa’da part-time çalışmanın en yaygın olduğu ve “örnek” diye sunulan ülke. Çalışanların yaklaşık yarısı (özellikle kadınlar ve göçmenler) haftada 35 saatin altında part-time çalışıyor. Bu “esneklik” çoğu zaman işverenin maliyetini azaltıyor: daha düşük ücretler, daha az sosyal hak, daha az emeklilik primi anlamına geliyor.
İngiltere’de son yıllarda “sıfır saat sözleşmeleri” (zero-hour contracts) gündeme geldi: işveren çalıştırmak istediğinde çağırıyor, çalışmadığın saatler için ücret ödenmiyor. Bu sözleşmelerde işverenin çalışana iş verme yükümlülüğü yok, ama işçi iş verildiğinde çalışmayı kabul etmek zorunda. Yaklaşık 1 milyon kişi bu sözleşmelerle çalışıyor (özellikle perakende, restoran, lojistik sektörlerinde). Bu sözleşme çerçevesinde işçiler için en büyük sorunu gelir belirsizliği, sosyal haklardan dışlanma, sendikalaşmanın zorlaşması.
Avusturya’da 2018’de çıkarılan iş yasasıyla “esnek çalışma” adı altında çalışma saati günlük 12, haftalık 60 saate kadar çıkarıldı. İşverenler bu sistemi “rekabet gücü” gerekçesiyle savundu; ancak işçiler için bu, doğrudan kazanılmış hakların gaspı oldu.
Kağıt üzerinde bu saatler “esnek” yani işçi-işveren anlaşmasına dayalı gibi görünse de, pratikte patronların dayatmasıyla uygulanıyor.
Sermayenin serveti ve işçinin payı
Son beş yılda Avrupa’da en zengin %10’un serveti yaklaşık %40 artarken, en yoksul %10’un gelirinde düşüş yaşandı. İşçi ücretleri enflasyon karşısında erirken, tekeller kârlarını tarihi seviyelere çıkardı.

Kadın emeği: En “gelişmiş” ülkelerde bile ucuz işgücü
Avrupa’nın en gelişmiş kapitalist ülkelerinde dahi kadınlar hâlâ daha düşük ücretle çalıştırılıyor, erkeklerle aynı işi yaptıkları halde %14–20 arası daha az kazanıyor.
Eurostat verilerine göre kıta genelinde kadınların ortalama olarak erkeklerden yaklaşık %12 daha az kazandığı görülüyor. Ülkeler arasında büyük farklılıklar bulunuyor; Lüksemburg’da kadınlar erkeklerden biraz daha fazla kazanırken, Letonya’da kadınların erkeklere göre kazancı yaklaşık %19 daha düşük.
Bazı ülkelerde eşitsizlik oranları özellikle dikkat çekiyor. Almanya ve İsviçre’de kadınlar erkeklere göre yaklaşık %17-18 daha az ücret alırken, Avusturya’da bu oran %18,4’e kadar çıkıyor. Fransa ve Estonya’da ise fark sırasıyla %13,9 ve %13,1 olarak kaydedildi. Lüksemburg’un kadınların lehine olan farkı ise daha özel olarak incelenmeli şüphesiz.
Eurostat verileri yalnızca 10 veya daha fazla çalışanı olan işletmelerdeki brüt saatlik ücretleri yansıtıyor. Daha küçük işletmeler dikkate alındığında bu oranların yükseleceğini iddia etmek spekülasyon olmayacaktır. Hem sosyal hem ekonomik politikalar bağlamında patriyarka ve kapitalizmin iş birliği artarak devam ediyor.
Emeklilik hakları hedefte
Emeklilik, Avrupa işçi sınıfının en sıcak mücadele alanlarından biri. Enerji ve gıda fiyatlarındaki artış, Avrupa’da emekli maaşlarının reel değerini hızla düşürüyor. Genellikle ülke ortalama gelirinin %60–70 civarında olan emekli maaşları temel ihtiyaçları karşılama konusunda dahi yetersiz kalıyor. Avrupa’da da emeklilerin büyük bir bölümü ya yoksulluk sınırının altında ya da kıyısında yaşıyor.
Emeklilik yaşının arttırılması başka bir saldırı başlığı. Halihazırda Avrupa devletlerinde emeklilik yaşları şöyle: Almanya 67, Hollanda 67, Danimarka 67 (planlanan 74), Estonya 67 (planlanan 72), İngiltere 66, Avusturya 65, İsviçre 65, Fransa 64.
Ortalama ömür uzarken, işçilerin daha uzun süre düşük ücretle çalıştırılması demek olan bu politikalar, sosyal adaletsizliği daha derinleştiriyor. Almanya, İngiltere, İsviçre ve neredeyse tüm Avrupa ülkelerinde emeklilik yaşının yükseltilmesi tartışması devam ediyor. Hatta kimi düşünce kuruluşları “emekli maaşı” hakkının tamamen devletin ve sermayenin sırtından atılması gerektiğini, işçinin kendi birikimiyle (özel emeklilik sigortaları aracılığıyla örneğin) çözmesi gereken bir sorun olduğunu propaganda ediyorlar.
Fransa’da 2023’te milyonların sokakta protestosuna rağmen Macron emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkartan reformu onaylamıştı, Eylül ayı içerisinde bir kez daha Fransa işçi sınıfı emeklilik ve diğer hakları için “her şeyi durdur” adı altında büyük bir grev örgütledi. Önümüzdeki süreçte emeklilik hakları mücadelesi, Avrupa’da sokakları hareketlendirecek başlıklardan biri olmayı sürdürecek.
Sendikalaşma oranlarının düşüklüğü
Avrupa işçisinin en büyük açmazı, sendikal örgütlülüğün düşük olması. Bunda sendikalara duyulan güvensizliğin rolü ön planda haklı olarak. Yukarıdaki Avusturya örneği gibi işçi sınıfının değil, sermayenin ve devletin çıkarlarını koruyan pek çok örnek yaşanmakta Avrupa’nın “Sosyal Diyalog Sendikacılığı” kapsamında. Uzlaşmacı değil mücadeleci bir hatta işçi sınıfının güvenini kazanan Wildcat Sendikacılığı / Taban sendikacılığı da söz konusu elbette. Ancak bu hat henüz kıta genelinde hegemonya kazanacak düzeye gelebilmiş değil.
OECD verilerine göre Avrupa’daki sendikalaşma oranları şöyle:

İtalya: %32,5; İngiltere: %23,5; Almanya: Yüzde16,5; Fransa: %10,8,;
Bu oranlar, işçilerin büyük çoğunluğunun toplu pazarlık dışı kaldığını gösteriyor.
Sosyal haklarda kesinti, vergi ve primlerde artış
Avrupa genelinde kamu hizmetlerine yönelik kesintiler hızla derinleşiyor. Birleşik Krallık’ta Ulusal Sağlık Servisi (NHS) bütçesinde yapılan daraltmalar sonucunda randevu süreleri uzuyor ve bakım hizmetlerinde aksaklıklar yaşanıyor. Almanya’da sosyal konut yatırımlarının azalması ve ulaşım ile enerji desteklerinin sınırlandırılması, özellikle düşük gelirli aileleri olumsuz etkiliyor. Hollanda, İsviçre ve Avusturya’da ise kreş yardımlarının azaltılması ve çocuk bakım ücretlerinin yükselmesi, ailelerin mali yükünü artırıyor.
Bu kesintilere karşılık, işçilere yönelik vergiler artıyor. Birleşik Krallık’ta, Almanya’da, Avusturya’da, İsviçre’de brüt maaşlara yapılan vergilendirmelerin artışı mevcut ücret zamlarıyla oranlandığında, işçilerin net gelirlerini olumsuz yönde etkilediği rahatlıkla görülebilir.
Bunun yanı sıra sigorta primleri, sosyal güvenlik katkı payları, özellikle düşük ve orta gelirli çalışanlar için ek bir mali yük oluşturuyor.
Askeri harcamalar: Sosyal devletten kes, savaşa ver
Devletler “tasarruf” adı altında sosyal harcamaları kısmakta tereddüt etmiyor ama askeri bütçelere milyarlar akıtmaya devam ediyorlar. AB ülkeleri 2024’te toplam 343 milyar avro savunma harcaması yaptı; bu, bir önceki yıla göre yüzde 19 artış anlamına geliyor. Almanya 90,6 milyar avro ile AB’nin en büyük savunma bütçesine sahip ülke. Polonya, GSYH’sinin yüzde 4’ünü savunmaya ayırarak NATO’nun zirvesine çıktı.
Savaş uçaklarının tam kapasiteli tatbikat yapabilmesi için yeterli uçuş mesafesine dahi sahip olmayan İsviçre 30 milyar İsviçre Frank’ı maliyetle 36 adet F-35 savaş uçağının satın alınmasına karar verdi.

Doğa ve emek düşmanlığı
Avrupa’da kapitalist kriz, yalnızca işçileri değil, doğayı da hedef alıyor. 2023-2025 yılları arasında Avrupa, her gün ortalama 600 futbol sahası büyüklüğünde doğal ve tarım arazisini kaybetti. Bu kayıpların başlıca nedenleri arasında konut projeleri, ulaşım altyapısı ve lüks yaşam alanları yer alıyor. Örneğin Almanya’da Tesla’nın ilk üretim tesisinin (Gigafactory Berlin-Brandenburg) inşası için 500.000’den fazla ağaç kesildi. Portekiz’de ise Natura 2000 koruma alanları, golf sahaları ve marinalar gibi elit projeler için tahrip edildi.
Bu süreç, Avrupa’nın en hızlı ısınan kıta olmasına da katkı sağlıyor. Avrupa Çevre Ajansı’na göre, kıtanın %80’den fazlasındaki korunan habitatlar kötü durumda; biyoçeşitlilik azalıyor, su kaynakları baskı altında ve topraklar betonla kaplanıyor.
Enerji kriziyle birlikte, fosil yakıtlara dönüş hızlandı. 2022’de kömür üretimi %7 arttı ve gaz üretimi %0,8 yükseldi. 2023’te ise kömürün elektrik üretimindeki payı %28’e çıktı. Almanya, nükleer faz çıkışını 2022’den 2023’e erteledi ve bu yılın sonunda son üç nükleer santralini kapatmayı planlıyor. Ancak, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesiyle başlayan enerji krizinin etkisiyle, enerji arzı konusunda endişeler arttı ve nükleer enerjiye dönüş tartışmaları yeniden gündeme geldi.
Irkçılık ve göçmen emeği
Ucuz iş gücü için göçmenler ithal ediliyor ama aynı anda ırkçılık körükleniyor. Almanya’da AfD’nin yükselişi, Fransa’da Le Pen’in güçlenmesi, İngiltere’nin göçmen karşıtı yasaları ve faşist hareketlerin Londra mitingindeki gövde gösterisi… Hepsi aynı işlevi görüyor: bir yandan ırkçılık yükseltilip göçmenler kriminalize edilerek ucuz iş gücü olmaya razı edilirken diğer yandan yerli işçi üzerinde ücret baskısı yaratılıyor. Ve daha önemlisi, işçi sınıfının biricik kurtuluş yolu olan birleşik mücadelesi parçalanıyor.
Sermayenin bu politikaları, Almanya’da aşırı sağcı AfD’nin, Fransa’da Marine Le Pen’in liderliğindeki Rassemblement National (RN) partisinin, Birleşik Krallık’ta Reform UK partisinin, İtalya’da faşist Meloni liderliğindeki İtalya’nın Kardeşleri Partisinin (FdI) yükselişinin beslendiği temel kaynakların başında geliyor.
Çıkış: Ortak Mücadele ve Uluslararası Dayanışma
Bugün Avrupa’da işçi sınıfı, kadınlar, göçmenler, ekolojistler ve ezilen halklar benzeri görülmemiş bir baskı ve yoksullaşma ile karşı karşıya. Sermayenin kendi iç rekabetine rağmen emekçi sınıf üzerindeki saldırıları sistematik bir şekilde sürüyor: ücretlerin erimesi, sosyal hakların gasp edilmesi, emeklilik yaşının yükseltilmesi, doğanın tahribi ve göçmen emeğinin ucuz iş gücü olarak kullanılması bunların en somut örnekleri.
Bu tablo bize, yerel ve ulusal mücadelelerin tek başına yeterli olmadığını, sermayenin küresel ölçekte bir saldırısıyla karşı karşıya olduğumuzu açık şekilde gösteriyor. Bu saldırı dalgasına etkili bir yanıt, işçi ve ezilenlerin sınırları aşan enternasyonal mücadelesini ve dayanışmasını zorunlu kılıyor.
Örneğin, Almanya’daki sektörel işçi grevleri, Fransa’daki “her şeyi durdur” grevleri ve İngiltere’de “zero-hour contract” mağduru işçilerin örgütlenme çabaları, tek başına kazanım elde etse de kıtadaki genel baskıyı kırmakta yetersiz kalıyor.
Kapitalist krizin yükselttiği faşizm ve savaş politikaları karşısında, işçilerin, kadınların, LGBTİ+ların, ekolojist hareketlerin ve antifaşist güçlerin hem ulusal / yerel hem kıtasal /küresel düzeyde enternasyonal örgütlülüğünü ve mücadelesini geliştirmek dışında bir yolumuz yok.
Faşizm ruhunu yeniden göreve çağıranlara karşı, farklı ülkelerdeki ve farklı eksenlerdeki mücadeleler arasında bağları ve örgütlülüğü güçlendirerek “komünizm hayaletini” yeniden Avrupa’da ve dünyada dolaştırmayı başarmalıyız.
01.10.2025