Siyasi Haber / 6-7 Kasım’da Atina’da gerçekleşecek buluşma, ABD, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail’in oluşturduğu “3+1 formatı” çerçevesinde Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımı ve güvenliği gündemiyle toplanacak. Bölgedeki enerji havzaları, olası koridorlar ve deniz yetki alanları tartışmaları açısından kritik önemde olan toplantı, aynı zamanda Filistin ve Suriye’deki çatışmaların enerji siyasetiyle iç içe geçtiği bir dönemde yapılıyor.
Doğu Akdeniz’de enerji yarışı: Gazın siyaseti, güvenliğin gölgesi
Doğu Akdeniz havzası son on yılda, keşfedilen hidrokarbon kaynaklarıyla dünyanın en yoğun enerji rekabet alanlarından biri haline geldi. İsrail açıklarındaki Leviathan ve Tamar, Kıbrıs açıklarındaki Aphrodite sahaları, Mısır’daki Zohr yatağıyla birlikte bölgeyi Avrupa enerji arzı açısından stratejik konuma taşıdı.
Bu bağlamda, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail’in ortaklaşa planladığı EastMed doğalgaz boru hattı ve Great Sea Interconnector (GSI) adlı deniz altı elektrik hattı projeleri, Avrupa’yı doğrudan Doğu Akdeniz kaynaklarına bağlamayı hedefliyor.

Ancak teknik zorlukların yanı sıra, bölgedeki deniz yetki alanı anlaşmazlıkları, askeri gerilimler ve maliyet faktörleri bu projelerin geleceğini belirsizleştiriyor.
Washington yönetimi ise bu ekseni destekleyerek hem Avrupa’nın Rus gazına bağımlılığını azaltmak hem de Çin’in Orta Doğu ve Akdeniz’deki etkisini sınırlamak istiyor. ABD açısından bu toplantı, “enerji diplomasisini jeopolitik denge unsuru” olarak yeniden sahaya sürme girişimi anlamına geliyor.
Türkiye’nin tutumu: Dışlanan aktörün enerji hamleleri
Ankara yönetimi, Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail hattında şekillenen bu enerji blokuna uzun süredir tepki gösteriyor. Türkiye, kendi münhasır ekonomik bölgesini (MEB) genişletme ve “Mavi Vatan” doktrini çerçevesinde Doğu Akdeniz’de aktif arama faaliyetleri yürütüyor.

Erdoğan yönetimi, “Kıbrıs Türk halkının haklarını koruma” söylemiyle sondaj gemilerini bölgeye gönderirken, bu hamleler Atina ve Lefkoşa tarafından “provokasyon” olarak değerlendiriliyor.
Türkiye’nin dışlandığı projelere karşı geliştirdiği alternatif ise kendi enerji koridorlarını güçlendirmek. Katar ve Azerbaycan’la yürütülen doğal gaz projeleri, Irak ve Suriye üzerinden Avrupa’ya uzanabilecek yeni hatlar, Ankara’nın bölgesel enerji oyunundaki pozisyonunu koruma arayışını yansıtıyor.
Bu tablo, Türkiye’nin Batı’nın enerji planlarından dışlanmasının ötesinde, bölgedeki rekabetin askeri ve diplomatik düzleme taşınma riskini de artırıyor.
Filistin ve Suriye: Enerji jeopolitiğinin savaş cepheleri
Atina buluşmasının zamanlaması, Gazze ve Suriye’de süren çatışmalarla doğrudan bağlantılı. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü savaş, enerji projelerinin güvenliği ve geleceği açısından belirleyici hale geldi.
Uzmanlara göre Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşımı, Filistin topraklarındaki direnişin bastırılmasına, bölgesel ittifakların sertleşmesine ve askeri üslerin enerji koridorlarının güvenliği bahanesiyle yaygınlaştırılmasına hizmet ediyor.
Suriye’deki savaşın bir boyutu da enerji geçiş güzergâhlarıyla ilişkili. Türkiye’nin ve Katar’ın desteklediği hatlar, İran-Irak-Suriye hattına alternatif olarak planlanmıştı. Dolayısıyla bugün Atina’da konuşulan enerji blokları, sadece ekonomik değil, aynı zamanda bölgesel savaşların ve egemenlik mücadelelerinin altyapısal arka planını oluşturuyor.
Enerji koridorları ve bölgeye etkisi
Atina’daki toplantı, Doğu Akdeniz’de oluşmakta olan ABD-İsrail-Yunanistan-Kıbrıs ekseninin yeniden tahkimi anlamına geliyor. Bu eksen, hem Rusya’ya hem İran’a hem de Türkiye’ye karşı enerji güvenliği üzerinden şekillenen yeni bir jeopolitik çember niteliği taşıyor.
Emperyalist merkezler tafaından enerji kaynaklarının “barış ve refah için kullanılacağı” vurgulansa da, bölge halkları açısından tablo farklı: Filistin’de bombalar patlarken, Suriye’de petrol ve gaz sahaları üzerindeki hakimiyet savaşları sürerken, Doğu Akdeniz enerji diplomasisi emperyalist rekabetin bir başka cephesine dönüşmüş durumda.
