Haber kanallarının neredeyse tamamında aynı soru: “Gazze’de savaş bitti, barış kalıcı olacak mı?” Çok uzatmaya gerek yok. Üç tane temel gerçeklik var.
Bir: Bu bir barış anlaşması değil, ateşkes!
İki: Netanyahu’nun şimdiye dek imzaladığı ateşkes anlaşmalarına uyduğu görülmedi.
Üç: İsrail’in aşırı sağcı Yahudi Gücü Partisi lideri ve hükümetin Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ile yine aşırı sağcı Dini Siyonizm Partisi lideri ve hükümetin Maliye Bakanı Bezalel Smotrich anlaşmaya karşı oldukları açıkladılar ve, Hamas dağıtılmazsa, hatta dağıtılsa bile başka bir kisve altında varlığını sürdürmesi halinde hükümeti devireceklerini, bu konuda ısrarlı olduklarını, Netanyahu’dan söz aldıklarını ifade ettiler.
Dört: Netanyahu ateşkesin “koşullu” olduğunu, Hamas güzellikle silah bırakmaz ise İsrail’in bunu sertlikle sağlayacağını belirtmeyi ihmal etmedi. Hamas da zaten silah bırakmalarının müzakereye açık olmadığını ifade ediyor.
Tercümesi: Endişeye mahal yok, sadece işgali bir kademe geri çekiyoruz. O da geçici. Yakında İran ile savaşacağız. O zaman zaten bu konular tamamen unutulacak! Ayrıca, dünyanın gözü Gazze’de olduğu müddetçe asıl düşmanımız İran uluslararası kamuoyunun sempatisine daha kolay mazhar olabiliyor. Gazze’yi bir süre unutturmak ve, böylelikle İran’a saldırmaya kalktığımızda, düşmanın “mağdurun müttefiki” sıfatıyla uluslararası kamuoyunun sempatisiyle beslenmediğinden emin olmak isteriz.
ABD ile İsrail’in Gazze’de ateşkes uzlaşısını kurgularken zihinlerinin arkasında böyle bir hesap, böyle bir yaklaşım bulunuyordu. Dolayısıyla buradan hareketle ateşkesin kırılgan bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Elbette ki uzlaşı ne ölçüde kırılgan olursa olsun, ateşkes soykırıma bir fren olacak, çok sayıda mazlumun canını kurtaracaktır. İki yıl boyunca tepesine 200 bin ton bomba düşmüş, yani Hiroşima’nın 13 katı büyüklükte bir dehşete maruz kalmış, haftalardır tüm yardımların engellendiği, yiyecek, su, ilaç ve yakıt girişinin yasak olduğu topraklarda, evsiz barksız, kâbus gibi bir abluka altında sıkışmış yüzbinlerce Filistinli için ateşkes bir soluk alma ve boğazlarından belki bir süre sıcak yemek geçmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla rehine takasına da mutabık kalınmış bir ateşkese de karşı çıkmak tabii ki doğru olmaz.
Ancak, diplomasinin burada bir kez daha bir diyalog olarak ya da Filistinlileri kendi kaderlerinin temsilcileri olarak konumlayan bir araç olarak değil de bir yol haritasının önünde engel olarak gören bir ferman gibi tepeden inişine itirazımızı dile getirebiliriz sanıyorum. Ateşkesi mümkün kıldığı düşünülen böylesi bir bakış, kanımca hakiki barışın önündeki en büyük engeldir.
2023’ten bu yana İsrail’in soykırım mekanizmasına 31-34 milyar dolar civarında para akıtmış olan ABD’nin “barış planı,” İsrail’in savaş ile, silah zoru ile planladığı temel hedefe ulaş[ama]masının ardından gelmiş, toprakların denetiminden rehinelerin iadesine kadar diğer savaş hedeflerini de güvence altına alacak şekilde, yani savaşın tam olarak erişemediği hususları diplomasiyle dikte etmek için kurgulanmıştır. Bu haliyle, topu topu 360 km2’lik bir alanda “savaş” adı altında iki yıl boyunca uygulamaya konulan soykırıma gözünü kapatmış Batı’ya da bu süreçte günbegün yitirdiği meşruiyeti az da olsa kazandırmayı, konuyu yatıştırmayı da hedeflemiştir.
Ayrıca, az önce ifade ettiğim gibi, dünyanın gözü Gazze’de olduğu müddetçe uluslararası kamuoyunun sempatisine daha kolay mazhar olabilecek İran’a saldırmak daha zor olacaktır. Gazze ateşkesi, İran’a saldırı konusunda fırsat penceresi kollayan Netanyahu ile Trump’ın elini “meşruiyet” düzleminde az da olsa rahatlatmıştır.
ABD kamuoyunda tarihi değişim
Bu son husus önemlidir. Zira, Gazze’de olup bitenler ABD kamuoyunun bile Ortadoğu’ya yönelik algısında tarihi denilebilecek bir kaymaya yol açmış, hükümetin bölgeye yönelik politikalarının iç kamuoyu nezdindeki meşruiyetini kökten zedelemiştir. CNN International’da da aktarıldığı üzere, ABD’de tarihte ilk kez Filistinlilere sempati duyan Amerikalıların oranı İsrail’e sempati duyanların önüne geçmiştir. 2023 yılı Ekim ayında İsrail’e daha fazla sempati duyan Amerikalılar 48 puan önde görünürken, aynı anketler bugün Filistinlilere daha fazla sempati duyan Amerikalıların 1 puan öne geçtiğini göstermektedir.
Kısacası, Gazze soykırımı Amerikan halkının bölgeye ve hükümetlerinin bölge politikalarına bakışını kökten değiştirmiştir. Bu değişim, Demokrat seçmende kendini daha belirgin şekilde belli etmektedir. Demokratlar iki yıl önce İsrail’e 26 puan daha fazla sempati duyarken bugün Filistinlilere 46 puan daha fazla sempati duyar hale gelmişlerdir. Özetle, Demokrat partili seçmenin Filistin meselesine yönelik algısında yüzde 70 oranında bir dönüşüm yaşandığı görülmektedir.
Bu dramatik değişim, sadece Demokrat Parti yanlısı Amerikalılarda değil, 50 yaşın altındaki Cumhuriyetçi seçmende de kendisini bariz şekilde hissettirmektedir. 50 ve üzerindeki yaşta Cumhuriyetçi seçmende İsrail’e sempati 66 puan farkla anketlere yansırken, bu rakam 18-49 yaş arası Cumhuriyetçi seçmende 25 puana inmektedir. Yani gençlerle yaşlılar arasında 40 puanlık bir fark ortaya çıkmıştır.
Rusya’ya İran markajı
Ama dediğim gibi, İsrail ve ABD bu ateşkesi İran’a saldırı konusunda uluslararası arenada ellerini az da olsa rahatlatabilmek için de yapmışlardır. Tabii to-do listelerindeki tek madde bu değildir. Söz konusu ikili, İran ile yaklaşan savaşları için bir şey daha yapmakta ve Çin ile Rusya gibi İran’a ekonomik ve diplomatik destek veren, yarın belki askeri destek verme ihtimali de bulunan ülkelerin Tahran yönetimiyle ilişkilerini zayıflatmaya çalışmaktadırlar.
Bu amaçla, Netanyahu’nun geçen pazartesi günü Putin ile bir telefon görüşmesi yaptığını biliyoruz. Görüşmeden sonra Orta Asya – Rusya zirvesi için Duşanbe’ye giden Putin, orada yaptığı açıklamada, “İsrail ile güvene dayalı temaslarımızı sürdürüyoruz ve İsrail yönetiminden, İranlı dostlarımıza gerilimi azaltma konusunda kararlı olduklarını ve herhangi bir çatışmaya ilgi duymadıklarını iletmemizi isteyen sinyaller alıyoruz,” dedi.
Hatırlayanlar olacaktır, Rusya geçen temmuz ayında, İsrail ve İran arasında diyalog kurulmasına yardımcı olma teklifi yapmıştı. Ruslar, İsrail’e, İran’ın nükleer programıyla ilgili gerginliklere “müzakere yoluyla bir çözüm bulunması için Moskova’nın mümkün olan her şekilde katkıda bulunmaya” hazır olduğunu da iletmişlerdi.
Tabii, Netanyahu’nun neyin altına imza attığı kadar kime ne söylediğinin ne sinyaller verdiğinin de çok fazla önemi yok. Fakat kimi çevreler, Netanyahu’nun Rusya’yı -olası bir çatışmada İran’a askerî açıdan yardım etmeye kalkışması halinde- Ukrayna’ya askeri desteğini artırmakla tehdit ettiğine inanıyor. Yani, Netanyahu İran’ı vururken Moskova’nın meseleye karışmamasını garanti altına almaya çalışıyor. Bu onlar için önemli, zira Rusya ile İran arasındaki ilişki artık stratejik bir boyuta ulaşmış durumda. İki ülke arasında 16 Ocak 2025 tarihinde Moskova’da imzalanan Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması’nın, 3 Ekim 2025 Cuma günü yürürlüğe girdiğini de daha önce yazmıştım. Bazı ayrıntılarını bu köşede aktardığımız kapsamlı ikili anlaşma ilişkinin stratejik boyutunu açıkça ortaya koyuyor.
İran’ın Rus yapımı 48 Su-35 savaş uçağı satın almak için Moskova ile bir anlaşma hazırlığında olduğunu da unutmayalım. Bu uçakların Tahran’a 2026-2028 arasında teslim edileceği ileri sürülüyor. Su-35’ler gelirse, İran’ın kritik bölgeleri koruma ve gelecekteki saldırıları caydırma kapasitesi büyük ölçüde artmış olacak.
Dolayısıyla, İsrail’in İran-Rusya ilişkilerini zayıflatması kolay değil. Ama Ruslar, ABD ve İsrail’in İran ile savaşması durumunda, Ukrayna meselesinin Washington’un gözünden ve gönlünden biraz daha ırak hale geleceğinin ve ellerinin biraz daha rahatlayacağının da farkında.
Çin’e İran markajı
Çin’i marke etme görevi ise ABD’de. ABD’nin de tabii markajdan anladığı, malum, kaba tehdit! Trump’ın bu konuda elinin altındaki en önemli araç da yaptırımlar. ABD geçen perşembe günü İran’ın petrol endüstrisini hedefleyen bir dizi yaptırım daha uygulayarak, Tahran’ın ham petrol ve petrokimya ihracatını kolaylaştırmakla suçladığı 10 kişi, 49 şirket ve 34 gemiyi yaptırımlar kapsamına dahil etti. Washington, bunlar arasında, İran petrol ürünlerinin işlenmesi ve taşınmasıyla ilgili olduğu iddia edilen bağımsız bir Çin rafinerisi ile petrol depolama tesisinin bulunduğunu da belirtti.
ABD Ticaret Bakanlığı da aynı günün erken saatlerinde, Çin’de 16 şirket ve 3 adres, Türkiye’de 9 ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde 11 adres olmak üzere 29 yeni kuruluşu, İran’ın askeri programlarını destekledikleri iddiasıyla yaptırımlar listesine ekledi. Bu, Başkan Trump döneminde İran petrolü satın almaya devam eden Çin rafinerilerini hedef alan dördüncü yaptırım paketi oldu. Bu arada, ABD’nin tarife artışları ve yaptırımlarından hoşnut olmayan Pekin yönetiminin de, Çin limanlarına gelen tüm Amerikan gemileri için (ton başına 56 ABD doları tutarında) liman ücreti uygulaması başlattığını belirtelim.
Velhasıl, Gazze’de kırılgan bir ateşkes söz konusu. Ve daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim üzere, eğer olağandışı bir gelişme gerçekleşmezse, doğrudan İran’da rejim değişikliğini ya da bu ülkenin nükleer programı tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyecek, küresel ekonomiyi daha çok etkileme potansiyeline de sahip, daha sert bir savaş ihtimali şimdi biraz daha artmış görünüyor.