“… İsyanın ilk kibriti Aralık 2010’da Tunus’ta çakıldıktan sonra alevler hızla Kuzey Afrika’dan Körfez ülkelerine, oradan Batı Asya’ya sıçradı. Mısır, Bahreyn, Yemen, Libya ve Suriye’nin kent merkezleri ve kırsal yerleşimleri kaderini değiştirmek için yaşamını feda etmeye gönüllü sıradan insanlarla doldu. Olagelmiş ve onlara göre hep olması gereken dünya halini yitirmek istemeyen rejimlerin silahları hızla ortaya çıktı. Her yönetici seçkinler zümresi, sonsuza dek var olacağına ve laik bile olsa, yerinde tanrının tanıdığı hakla bulunduğuna inanır. Her yönetici seçkinler zümresi aynı zamanda ayaklananların kandırılmış ya da afyonlaşmış olduğuna, akıllarının ermediği bir küresel satranç oyununun piyonları olduklarına inanır. Ama Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla korku duvarı aşıldı ve açılan ateşe ve göz yaşartıcı gaza rağmen kalabalıklar yöneticilerini kıpırdayamaz hale getirerek bölge için yeni bir tarihsel dönemi başlattılar. …”
Yukarıdaki paragraf İntifada Yayınları’ndan çıkan Arap Baharı’ndan Kesitler – Yeni Ortadoğu’yu Anlamak kitabının giriş yazısından alınma. Aralık 2010’da başlayıp günümüze kadar etkileri devam Arap isyan dalgasını, isyan öncesi, isyan anı ve isyan sonrasıyla ele alan kitap, Arap Baharını anlama konusunda kapsamlı ve özgün veriler sunuyor.
Paul Amar ve Vijay Prashad’ın derlediği, Ortadoğu’nun her ülkesini ayrı ayrı değerlendiren makalelerden oluşan kitap, 2011 yılının ilk yarısına damgasını vuran Arap isyan dalgasını, öncesi ve sonrasıyla ayrıntılı biçimde anlatıyor. Farklı coğrafyalarda atan isyanın kalbinden kesitlerle, dalga dalga yayılan ayaklanmalarla, ortaya çıkan değişim gücünü ve değişim beklentisini yeniden değerlendirme imkânı yaratıyor. Arap coğrafyasına, eski anlayış ve çerçevelere sığmayan, genelleyici ve oryantalist yaklaşımlardan sıyrılarak yeni bir bakış açısı sunuyor okura. İçerden ama bütünü gören bir gözle yapıyor tüm bu değerlendirmeleri.
Baskı, zulüm, açlık ve yoksullukla terbiye edilmeye çalışılan emekçilerin, gençlerin, kadınların, işsizlerin, esnafın, aydınların vb yüzyıllık uykularından uyanışına tanıklık etmeye çağırıyor bu kitap. Kendi kaderlerini değiştirmek için yaşamlarını feda etmeye hazır sıradan insanların, korku duvarlarını yıkarak tiranları alaşağı etmesini anlatıyor. Bölge halklarında ortaya çıkan devrimci enerjinin devrimle taçlandırılamamasının ağır faturasını, Arap Baharının bir anda Arap Kışına dönüşmesini, toplumsal değişim ihtiyacının tüm olumsuz basınçlara rağmen yeniden dirilişin kapılarını aralayacağı gerçeğini gözler önüne seriyor.
Ortadoğu’ya kaçamak bakışlar atan, küçümseyen, farklılıkları ve özgünlükleri göremeyen Batılı aydınlara, yazarlara, çizerlere, “Bir de buradan bakın” diyen bir pencere aralıyor. Devrim ve isyan anını ve onun ihtiyaç duyduğu manivelayı yaratan momentleri kendi bağlamında yeniden ele alma imkânı sunuyor. Bölgenin özgün yapısını, kendi tarihsel gelişim mecrasında ele alan kitap, isyan sürecine kadar yaşanan sosyo-ekonomik ve politik gelişmeleri tek tek değerlendiriyor. Bunu kolaycı yaklaşımlara kapılmadan, her okuyucunun anlayabileceği bir dille ama bilimsel yöntemlerle ele alıyor.
Ortadoğu coğrafyasında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. XX. yüzyılın başından bu yana açlık, yoksulluk, vurgunculuk, baskı ve zulümün biriktirdiği gerilim, öfke ve enerji patladı. Patlama, yarım asırlık tiranları alaşağı ederken, küresel sermayenin hesaplarını da değiştirdi. Fransa, İngiltere ve en son ABD’nin bölgeyi dizayn projesinin bir taşeronu gibi çalışan diktatörler teker teker kendi halkları tarafından alaşağı edildiler. Kendi halklarına uyguladıkları baskı ve zulüm politikalarında, küresel sermayenin desteğini devamlı arkalarında gören Zeynel Abidin Bin Ali ya da Hüsnü Mübarek gibi diktatörler bir anda sudan çıkmış balık gibi dımdızlak ortada bırakıldılar. Onlar Arap Baharının ateşinin sönümlenmesi ve gazının alınması amacıyla harcanırken, Kaddafi’nin linç görüntüleri tüm bölge halklarına bir gözdağı niteliğindeydi.
Toplumsal mühendislik harikası gibi görülen ve Ortadoğu halklarına giydirilen uyku tulumu parçalandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel sermaye tarafından kimi aileler ve gruplar bölge halklarının başına geçirildi. Ve 30-40 yıl sürecek baskı, sömürü ve zulüm başladı. Bölgenin çok önemli zenginlikleri bir avuç azınlık tarafından paylaşılırken, bölgenin yoksul halkları ağır baskı ortamında bugüne kadar susmak zorunda bırakıldı.
Dünya kapitalist sisteminin yaşadığı ağır krizin reçetesi olarak sunulan neo-liberal saldırı bölge halklarında infial yarattı. Gittikçe ağırlığını hissettiren gıda krizleri, açlık, yoksulluk ve salgın hastalıklar üretti. Bir tarafta bölgenin zengin enerji kaynaklarını küresel sermayeye ardına kadar açan birkaç ailenin şatafatlı lüks yaşamı, diğer tarafta günlük bir doların altında bir parayla geçinmek zorunda kalan kitleler. ABD’nin bir dönem çok yoğun olarak desteklediği ve hatta kurdurduğu birçok İslami örgüt, bu çelişkilerin derinleştiği yoksul bölgelerde örgütlenme alanı buldu.
ABD’nin Afganistan ve Irak’ta yarattığı yıkımın ve yaptığı katliamların bir sonucu olarak bölge halklarında bir taraftan Amerikan karşıtı toplumsal hareketler, diğer taraftan söz konusu bölge rejimlerine karşı toplumsal tepki ciddi boyutlara ulaştı. Küresel güçlerin desteğini alan dikta rejimlerinin bugüne kadar işe yarayan bütün terör yöntemleri bu kez işe yaramadı ve toplumsal çatışma milyonların katıldığı bir ayaklanma biçimini aldı.
ABD, desteklediği rejimlerin çökmeye başladığını gördü ve yeni durumu kendi lehine kullanma hamleleri yapmaya başladı. Yarım asırdır tiranları destekleyen ABD, bir anda demokrasi havarisi kesilerek bölge halklarının ortaya koyduğu tutumun demokrasi adına meşru olduğu propagandasını yapmaya başladı. Böylece ABD bölge halkları arasında yeniden saygınlık kazanmaya çalıştı ve bunda kısmen başarılı olduğu görülüyor. Bölgedeki diktatörlere verdiği desteği çekerek onları yalnızlaştırdı ve çekilmeleri yönünde açıklamalar yaptı. Bununla iki kazanım elde etti. Birincisi, halkın sempatisini kazandı, ikincisi, iktidarın yıkılması yerine biçimsel el değiştirmesini sağladı. Böylece milyonların eylemini bir bakıma etkisizleştirdi.
Ortadoğu’nun kalbi diyebileceğimiz Tunus ve Mısır’da başlayıp oradan tüm bölgeyi etkisi altına alan isyan dalgası I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzeni bozmuş, taşları yerinden oynatmıştır. Bölgenin yarım asırlık diktatörleri yıkılırken rejimlerinin baki kalması ortaya çıkan toplumsal değişim ihtiyacının üstüne bir karabasan gibi çökmüştür. Sınıfsal-tarihsel-toplumsal pek çok farklı dinamiği çok kısa bir süre içinde bir araya getiren, pek çok farklı düzlemdeki çelişkiyi içeren bu toplumsal hareketler, devrim ve karşıdevrim diyalektiğini yansıtması itibariyle de ayrıntılı bir incelemeyi hak ediyor. Türkiyeli okurların, özellikle de devrimcilerin, hemen yanıbaşımızda gerçekleşen ve sarsıntıları devam eden bu büyük isyan hareketinden öğreneceği çok şey var.
Ortaya çıkan şey ne? Devrim mi? Karşı-devrim mi? Küresel hegemonya mücadelesinin bir veçhesi olarak bölgesel dizayn hamlesi mi? Yoksa içinde her birinin kendi özgünlüğünde rolünü oynadığı, henüz yolunu bulamamış ve nihayete erememiş bir devrimci kabarış mı? İşte İntifada Yayınları’ndan çıkan bu kitap tüm bu sorulara ve çok daha fazlasına cevaplar oluşturabilmek için bir kalkış noktası sunuyor.
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER – YENİ ORTADOĞU’YU ANLAMAK
Derleyenler: Paul Amar – Vijay Prashad
Çevirenler: Ömer Can Furtun, Seyit Ümmetoğlu, Yankı Deniz Tan
Editör: Harun Özgür Turgan
İntifada Yayınları
Aralık 2014, İstanbul