İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Van’da Osman Şiban’ın yaralanması ve Servet Turgut’un ölümüyle sonuçlanan “helikopterden atılma” olayıyla ilgili hazırladığı raporu Meclis’te yaptığı basın toplantısıyla açıkladı: İki yurttaş Van Jandarma Alay Komutanlığı’nda 100-150 asker tarafından linçe uğradı.
İstanbul Bağımsız Milletvekili Ahmet Şık, Meclis’te yaptığı basın toplantısında Van’da helikopterden atıldıkları iddia edilen Osman Şiban’ın ağır yaralanması ve Servet Turgut’un ölümüyle sonuçlanan olayla ilgili hazırladıkları raporu kamuoyu ile paylaştı. Ahmet Şık Meclis’te düzenlediği basın toplantısında Osman Şiban ve Servet Turgut’un gözaltına alındıktan sonra götürüldükleri Van İl Jandarma Alay Komutanlığında 100-150 askerin toplu linçine uğradıklarının ortaya çıktığını ifade etti. Toplu linç sonrası iki yurttaşın askerler tarafından iki ayrı hastaneye götürülerek, “Bunlar terörist, helikopterden atlayarak kaçmaya çalıştılar” yalanı söylendiğini, toplu linçin örtbas edilmeye çalışıldığını açıklayan Şık, helikopterden atılma iddiasının aslında bir gerçeğin başka bir biçimi olduğunu dile getirdi. Şık, olaydan yaralı kurtulan Osman Şiban’ın kendilerine şunları anlattığını söyledi: “Helikopter indi. İçindeki askerlerin de hepsi inmiş. Ben de böyle sağa sola baktım. Bizi daha indirmemişlerdi. Helikopterin içinden görünüyor. Baktım dışarıya çok asker var. Belki 100-150 tane asker var. Kuşatmış asker, hazır durumda bekliyordu. Silahı da var üstlerinde. Birisi, ‘O teröristleri indirin aşağıya’ dedi. Baktım, iki asker yukarı geldi. Önce cenazeleri attılar. Sonra bizi de attılar. Helikopterin kapısının ağzından arkamızdan aşağıya itildik. Servet’le betonun üzerine düştük. Servet’i de attılar, o da benim yanımda. Attılar. Hani yere attılar, biz de yere düştük. Biz öylece yerdeydik. Birini duydum, dedi ki ‘Ya bu terörist sağdır’, öyle duydum. Sonra o gördüğüm 100-150 asker üzerimize çullandılar. Tekmeler, yumruklar… Vallahi bizi yere sürdüler. Her birimizin başında 10 kişi, 20 kişi. 10 kişi bir kişinin üstüne geçiyordu, hepsi bize yetişip dövüyordu bizi. Bize ne yaptılar bilmiyorum. Bana ne yaptılar bilmiyorum. Yere attılar, oradan sonra başıma geçtiler. Ezdiler başımdan. Helikopterin içinde de orada da dövdüler bizi. Dayak atarlarken ‘Teröristler’ diyorlardı bize.”
“Toplu linçin failleri tespit edilene kadar olay günü Van İl Jandarma Komutanlığı’nda bulunan herkes öldürme ve yaralama suçunun şüphelisidir”
“Bu toplu linçin faillerinin kim oldukları tespit edilene kadar, 11 Eylül 2020 günü Van İl Jandarma Komutanlığı’nda bulunan herkes, işkence sonucu insan öldürme ve yaralama suçunun şüphelisidir” diyen Ahmet Şık, katıldığı bir TV programında yaptığı açıklamalarla olayı karartmaya çalışan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Van Valisi ile Kolordu Komutanı ile İl Jandarma Komutanı’nın da sorumlu olduğunun altını çizdi.
Ahmet Şık, devlet görevlilerinin faili olduğu insan hakları ihlallerinin soruşturma ve yargı kısmında nasıl hasıraltı edildiği, suçluların nasıl göz önünden çekildiği, korunduğu ya da vicdanları tatmin etmeyen cezalar yoluyla “cezasızlıkla” ödüllendirildiğinin herkes tarafından bilindiğini hatırlatarak, devletin, iktidarın suçunun peşine düşen gazetecilere aba altından sopa gösteren Saray rejimi ve uzantılarının, sorumluluklarını bir baskı aracına dönüştüren yol ve yöntemlerinin ise güçlü şekilde varlığını sürdürdüğüne çekti.
“Toplu linç normalleştirilmeye, topluma kanıksatılmaya çalışılıyor”
Ahmet Şık toplu linçin normalleştirilmeye ve kanıksatılmaya çalışıldığını belirterek, “Türkiye Yargısı, Saray’ın emir komuta zinciri içerisine girerek hukuksuzluğun kaynağı haline dönüşmüş, İçişleri Bakanı da “Kırın bacaklarını ben arkanızdayım” diyerek işkencecilere “suç işleme” yetkisi vermiştir. Hukuksuzluk ve işkencenin en tepelerden korunup, cezasızlıkla ödüllendirileceği ilan eden bir rejimde; şehirlerde, köylerde, mezralarda yurttaşların toplu linçle öldürülmesi “normalmiş” gibi yapılarak, herkese kanıksatılmaya çalışılmaktadır” dedi.
Ahmet Şık’ın mecliste gerçekleştirdiği basın açıklamasının tam metni şöyle:
“Herkese merhaba,
Öncelikle İzmir depreminde hayatını kaybeden tüm yurttaşların ailelerine başsağlığı ve sabır diliyorum. İzmirlilere ve Türkiye’ye geçmiş olsun.
Bildiğiniz gibi Van’da iki yurttaşımız, operasyona çıkan güvenlik görevlileri tarafından gözaltına alındıktan sonra koma halinde hastanede bulunmuştu. Servet Turgut’un öldüğü Osman Şiban’ın da yaralı olarak kurtulabildiği bu işkence vakasıyla ilgili bu iki yurttaşımızın helikopterden atıldıkları iddiası dile getirilmişti. Bu basın açıklamasının konusu söz konusu işkence olayıyla ilgili hazırladığımız rapora ilişkindir. Sizlere dağıtılan raporda olayla ilgili ayrıntıları bulabilirsiniz.
Gözaltı işleminin gerçekleştiği Van Çatak ve Şırnak Beytüşşebap sınırları arasında kalan kırsal alanda bulunan Çığlıca Köyüne bağlı Sürik (Yoğurtlu) Mezrası’ndaki keşif ile Van ve Mersin’de mağdurlar, tanıklar ve avukatlarla yaptığımız görüşmeler sonucu ortaya çıkan rapor, ağır bir işkence vakasını anlatmaktadır.
Yaptığımız tespitlere göre Servet Turgut ve Osman Şiban, kalabalık bir asker grubu tarafından linç edilmişlerdir. Osman Şiban’ın ifadesine göre köylüler, gözaltına alındıktan sonra helikopterle getirildikleri Van İl Jandarma Komutanlığı’nda “100-150 askerin toplu linçine” maruz kalmışlardır. Bu ağır linç sonucu komaya giren iki yurttaşımız, faillerin kendisi olan askerler tarafından hastaneye götürülmüşlerdir. Olayın kamuoyuna “Helikopterden atılma” olarak yansımasının nedeni de faillerin suçlarını gizlemek için ortaya attıkları bir “resmi yalanın” biçim değiştirmesinden ibarettir. Servet Turgut ve Osman Şiban’ı iki ayrı hastaneye götüren sivil giyimli askerler, hastane personeli ve çevrede bulunanlara “Bunlar bizimle çatışmaya giren teröristlerdi. Gözaltına aldıktan sonra getirirlerken helikopterden kendileri atladılar” şeklinde yalan beyanda bulunmuş. “Helikopterden atladılar” şeklindeki bu yalan beyan, kayıtlara “yüksekten düşme” ve bu dolayımla “helikopterden düşme” seklinde girmiştir. İşkence suçunu gizlemeye çalışan askerlerin yalan beyanı hastane personeli ve aileler üzerinden siyasetçi, avukat ve gazetecilere kadar ulaşmış ve olaya ilişkin kamuoyu kanaatini şekillendiren, muhalefetin, hak savunucuları ve medyanın da sahiplendiği “helikopterden atıldılar” bulgusu yerleşmiştir.
Ölüme ve ağır yaralanmaya neden olan askerin toplu linçi olmakla birlikte “helikopterden atılma” fiilinin de gerçekleştiği ancak sanılanın aksine yüksek bir irtifadan değil helikopter iniş yaptıktan sonra arkalarında itilerek beton zemine düşürme şeklinde olmuştur. Mersin’de görüştüğümüz Osman
Şiban’ın anlatımlarına göre Van Jandarma Komutanlığı’ndaki piste iniş yapan helikopterden, iki asker tarafından tartaklanarak arkalarından itilmek suretiyle atılmışlardır. Şiban, olayın bu kısmını “atıldık” diye beyan etmektedir. Yani helikopter iniş yaptıktan sonra bile olsa gözaltına alınan iki yurttaşımız da kapıdan aşağı atılmışlardır. Ancak komaya sokulacak derecede ölüm ve yaralanmaya neden olan, yakın mesafeden helikopterden atılma değil daha gözaltına alındıkları anda başlayıp helikopterin içinde süren ve düşürüldükleri beton zeminde çok sayıda askerin katıldığı bir toplu linçtir.
Türkiye’nin insan hakları sicili her iktidar döneminde karanlık bir tablo ortaya koymaktaydı. Benzer toplu linçlerle insan öldürülmesinin örnekleri de yeni değil. İlhan Erdost, Gazeteci Metin Göktepe, Engin Çeber, Ali İsmail Korkmaz ile Ümraniye ve Diyarbakır Hapishanelerinde toplamda 14 tutuklu polis, asker ve gardiyanların kitlesel linçleriyle katledilmişti.
Ve şimdi Servet Turgut gözaltına alınıp götürüldüğü Van Jandarma Komutanlığı'nda, çok sayıda askerin linçine maruz kaldı ve hayatını kaybetti. Osman Şiban ise bu işkenceden ağır yaralı olarak kurtuldu. Şunu açıklıkla söylemek gerek: Bu toplu linçin faillerinin kim oldukları tespit edilene kadar, 11 Eylül 2020 günü Van İl Jandarma Komutanlığı’nda bulunan herkes, işkence sonucu insan öldürme ve yaralama suçunun şüphelisidir. Katıldığı bir TV programında yaptığı açıklamalarla olayı karartmaya çalışan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Van Valisi ile Kolordu Komutanı ve İl Jandarma Komutanı da sorumludur.
Devlet görevlilerinin faili olduğu insan hakları ihlallerinin soruşturma ve yargı kısmında nasıl hasıraltı edildiği, suçluların nasıl göz önünden çekildiği, korunduğu ya da vicdanları tatmin etmeyen cezalar yoluyla “cezasızlıkla” ödüllendirildiği hepimizin malumu. Devletin, iktidarın suçunun peşine düşen gazetecilere aba altından sopa gösteren Saray rejimi ve uzantılarının, sorumluluklarını bir baskı aracına dönüştüren yol ve yöntemleri ise güçlü şekilde varlığını sürdürüyor.
Türkiye Yargısı, Saray’ın emir komuta zinciri içerisine girerek hukuksuzluğun kaynağı haline dönüşmüş, İçişleri Bakanı da “Kırın bacaklarını ben arkanızdayım” diyerek işkencecilere “suç işleme” yetkisi vermiştir. Hukuksuzluk ve işkencenin en tepelerden korunup, cezasızlıkla ödüllendirileceği ilan eden bir rejimde; şehirlerde, köylerde, mezralarda yurttaşların toplu linçle öldürülmesi “normalmiş” gibi yapılarak, herkese kanıksatılmaya çalışılmaktadır.
Servet Turgut’un otopsisi yapılırken birkaç saat boyunca Van’ın en üst düzeydeki komutanlarının maiyetindeki askerlerle birlikte Van Adi Tıp Kurumu önünde beklemesinin bize söylediği bir şeyler var. Bu şekilde kime ne mesaj vermeye çalıştığını söylemesi gereken bu komutanlar, şehit edilen silah arkadaşlarının otopsisine de katılmış ve saatlerce beklemiş midir yanıt versin. Suçunuzu örtbas etmek için mi soruşturmanın yürütüldüğü Van Adliyesi’nden çıkmıyorsunuz?
Yanılmış olmayı dileyerek, yargı makamlarını bu soruşturmayı layığıyla sürdürdüğünü söylemeyeceğim. Olayın üzerinden 53 gün geçmesine rağmen işkence ve linç faillerinin kim olduklarının belirlenip tutuklanması yerine, bu insanlık suçunu duyurmak için ısrarlı bir haber takibiyle konuyu gündemde tutan gazetecilerin, eski bir soruşturma bahane edilerek tutuklanması bunun kanıtıdır. Eğer yanılıyorsak şaşırtın bizi.
Katledilen Servet Turgut’un, “Madem teröristti o zaman öldürmek yerine adaletli biçimde yargılasalardı” diyen eşi ve çocukları ile ağır yaralı olarak kurtulan ve yaşadığı travmayı üzerinde taşıyan Osman Şiban’ın ailesi ve avukatlarında, savcılık makamının samimi ve adaletli bir şekilde, bu cinayeti soruşturacağına yönelik bir kanaat hakimdir.
Buna bizler de inanmak istiyoruz. Lakin mülki amirlerle ve savcılık makamlarıyla hakikatin ortaya çıkmasına katkı sağlamak amacıyla yapmak istediğimiz tüm görüşme çabalarımızın karşılıksız kalması maalesef bize ailelerdeki kanaatin aksini düşündürtmektedir. Dileriz yetkililerin ve savcılık
makamının görüşmekten kaçınmaları, gerçekten öne sürdükleri imkânsızlıklar ve bahaneler nedeniyledir. Bizlerin kısıtlı olanaklarla tespit ettiği bilgi/bulgu ve tanıklıklara ve daha fazlasına eğer hakkaniyetli bir soruşturma yürütülürse, savcıların ulaşması hiç zor olmayacaktır. Buradan da ilan edelim ki toplu linçin sivil görgü tanıkları da vardır ve savcılık makamınca kim oldukları bilinmektedir. Korkuları nedeniyle konuşmaktan kaçınan bu tanıklara hukuki güvence verilerek konuşması sağlanmalıdır. Bu yüzden, üzeri karartılmadan ve deliller ortadan kaldırılmadan ortaya koyduğumuz şu tespitlere ihtiyaç vardır:
1- Helikopterin tüm hareketliliğini belirleyen uçuş kayıtları.
2- Van İl Jandarma Komutanlığı’nda, başta linçin gerçekleştiği helikopter pistini görenler olmak üzere, tüm güvenlik kameralarının olay gününe ait görüntüleri ile helikopter içinde bulunan kamera kayıtları.
3- Operasyonda görev alan asker, polis, korucu tüm güvenlik personelinin kimlikleri.
4- İşkence ve linçin gerçekleştiği olay günü Van İl Jandarma Komutanlığı’nda bulunan tüm personelin kimlikleri, sahip oldukları cep telefonlarının incelenmesi.
5- Gözaltının gerçekleştiği Sürik mezrası ile linçin yaşandığı Van İl Jandarma Komutanlığı’nda keşif ve incelemenin, soruşturma makamları ile birlikte bağımsız bir heyet tarafından da yapılması.”