Şiddet gören kadınlar hayatta kalma stratejisi oluşturuyor. O muazzam bir güç. Kadınları dinlerken bir mağduriyet hikâyesi değil, bir hayatta kalma mücadelesinin hikâyesini dinliyoruz aslında.
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’ndan Sosyal Çalışmacı Açelya Uçan’la, kadına yönelik şiddete karşı kadınların sosyal hizmetle nasıl güçlendirilmesi gerektiği konusunda bir söyleşi gerçekleştirdik.
Röportaj: Hikmet Sarıoğlu
Siyaset: Ülkemizde kadınların şiddetten uzaklaşmaları için kurulan kadın sığınakları hem sayıca hem de sosyal hizmet anlayışı bakımından yeterli mi?
Açelya Uçan: Sığınakların kapasitesinin, sayısının yeterli olup olmadığı gerçekten önemli olmakla beraber sığınakların işleyişi bizim daha çok gündemimizde olan bir konu. Hem Mor Çatı, hem de bu yıl 18. kez bir araya gelecek Kadın Sığınakları Dayanışma Merkezi Kurultayları katılımcıları tarafından, kadınlar şiddetle mücadele ederken ne onları güçlendirir, neye ihtiyaç duyarlar, sığınaklarda nasıl bir destekle buluşmaları gerekir sorularının yanıtı yıllardır veriliyor. Bizim temel aldığımız şey şu: Kadınların şiddetten uzaklaşmaları için bir kere kendi güçlerinin farkına varmaları gerekiyor. Şiddetin kendisi, aslında o gücü bizim elimizden alıyor. Kendi gücümüzü görmemizin önünde engel olan şey, şiddet yaşantısı oluyor. Tabii, verilecek bütün desteklerin de bu çerçevede oluşturulması gerekiyor.
Kadın aldığı destekle nasıl bağımsız, şiddetsiz yeni bir hayat kurabilir. Ancak devletin sosyal hizmet anlayışı ya da şiddete maruz kalan kadınları destekleme anlayışı bu yönde değil. Yani kadınları güçlendirip, bağımsız hayatlar yaşamaları, özgürleşmeleri yönünde değil. Bu çok feminist bir söz bir yandan; kadınların özgürleşmesi için dayanışma kurmak. Bu alanda yıllardır süregelen sosyal hizmetin başarılı olmasını, kadınların şiddetten uzak hayatlar kurmalarını, bu bakış açısıyla verilen destek sağlıyor. Biz de yıllardır bunu söylüyoruz. Siz kadınlara sunacağınız her türlü sosyal hizmette bu perspektifle hareket etmek zorundasınız.
Bizdeki devlet mantığı ise, şiddet yaşansa dahi o aileleri bir arada tutmanın yolunu bulmak. Sanki bir aksam bozulmuş gibi orayı düzeltip, tekrar o aileleri birbirine yapıştıralım. Tabii ki, devlet bu kadın cinayeti istatistiklerinin düşmesini istiyor. Mümkünse ağır yaralanmalar ve cinayetler olmasın ama o geleneksel konumlar kalsın. Hafif dayak, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet olur… Zaten bizim psikolojik şiddet diye tanımladığımız şey tamamen görünmez, hukuken de çoğu zaman görünmez oluyor.
Kadınların bağımsızlaşmasıysa, bir yandan başka politikalarla da önü kesilen bir şey oluyor. Yani mevcut iktidar kadınların hayatlarını nasıl yaşadığına, kadınların bedenlerine nasıl müdahale ediyorsa; bu alandaki sosyal hizmet politikası da böyle. Türkiye’de şiddete maruz kalan kadın ve çocuklara verilen sosyal hizmet, aslında genellikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çatısı altında veriliyor. Ve üç temel kurum sayılıyor: Birincisi Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi ŞÖNİM’ler, ikincisi sığınaklar, üçüncüsü de İlk Adım Merkezleri. İlk Adım Merkezi dediğimiz şey, kadınların bir sığınağa yönlendirilene kadar kısa süreli kalabilecekleri yerler. Bir geçiş yeri olarak düşünebiliriz.
Kadınların ŞÖNİM’ler ve sığınaklarda yaşadığı deneyimlerden bahsedebilir misiniz?
Bahsedeceğim bu deneyimler Mor Çatı’ya başvuran kadınların bizimle paylaştıkları deneyimler. Dolayısıyla o güvenle konuştuğumu söyleyebilirim. Diyelim ki, ben şiddete maruz kaldım, kocam beni dövdü. İlk etapta kimle karşılaşmak isterim? Bir kurumdan destek almaya karar vermek zaten çok zor bir şey. Genellikle bütün toplumsal kodlar, bütün o cinsiyet kodları bizi biraz daha o ilişkiyi tutmaya, adamın biraz daha değiştiğine inanmaya zorluyor.
Bu kodlar kadını, daha az dayak yemek için yeni yöntemler bulmaya da zorluyor diyebilir miyiz?
Tabii ki. Zaten bir kuruma gidene kadar kadınlar kendi gücünden yararlanıyor, diye bahsettiğim tam da bu. Kadınlar hayatta kalma stratejisi oluşturuyor. O muazzam bir güç aslında. Kadınları dinlerken bir mağduriyet hikâyesi değil, bir hayatta kalma mücadelesinin hikâyesini dinliyoruz aslında. Ancak şiddet yaşantısı içindeyken uzun vadeli planlar yapamıyorsunuz. Savaş ortamını düşünelim; hayatta kalmanın günlük, anlık stratejisini oluşturmak zorundasınız. Şiddet yaşantısı da tam böyle. O akşamı minimum hasarla atlatmak ya da o gün kavga edileceğini, adamın ona şiddet uygulayacağını anladığında, çocukları bundan daha az etkilenecek şekilde konumlandırmak, vb böyle günlük planları sürekli yapmak zorundalar.
Gittiğiniz kurumda, sosyal hizmetle uzun vadeli plan yapabilmeniz, oradan çıkacak gücü bulmanız gerekiyor. Dolayısıyla ben, beni dinleyecek, beni anlayacak, beni şiddet gördüğüm için yargılamayacak, “Sen neden şiddet görüyorsun” demeyecek, “Aslında kocan da iyi birisi demeyecek”; benim yaşadığım şiddetin sorumlusunun şiddeti uygulayan olduğunu kabul edip, bunun asıl kaynağının erkek egemenliği olduğunu görüp, yaşadığım şeyin dışına çıkmamı sağlayacak bir yaklaşımla karşılaşmak isterim. Kadınlar bu yaklaşıma ihtiyaç duyuyorlar. Evi terk edip sığınağa yerleşmek kolay bir şey değil. Çocukların hayatını değiştirmeye karar vermek kolay bir şey değil. Ya da adamı şikâyet edip, olayı kriminal bir konuya dönüştürmek hiç kolay bir şey değil. Hayatınızı çekilmez hale getiren biçimde şiddete maruz kaldığınızda, bununla başa çıkmak için öncelikle hukuki bir süreç başlatmak istemeyebilirsiniz. İlk etapta plan yapabilmek, başka seçenekleri de duymak için destek almanız gerekebilir. Türkiye’de, kadına yönelik şiddetle ilgili bu desteği sağlayacak kurumların, belediyelerden ilgili bakanlığın kuracağı sisteme kadar kadınların kolay ulaşabileceği yakınlıkta, kadından yana bakış açısıyla destek veren danışma ya da dayanışma merkezleri olması gerekiyor.
Bu merkezlerin ortaklarının kimler olması gerekiyor?
Bu bizim de tartışmayı sürdürdüğümüz bir konu. Tabii ki kadın örgütlerinin yürüttüğü dayanışma merkezleri var ve olmalı. Ama bunun yaygın sunulan bir hizmet olması gerekiyor. Biz kadın örgütleri olarak politika yapıyoruz, hizmet sunmuyoruz. Kadınlarla dayanışarak o politikanın bilgisini üretiyoruz. Eğer devlet kadına yönelik şiddetin son bulmasını istiyorsa, kaynaklarını bu yönde seferber etmesi gerekiyor. Fakat bu ihtiyacı karşılayacak bir kurum yok Türkiye’de. Eskiden Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumları (SHÇEK) varken, bu kuruma bağlı çalışan toplum merkezleri görece bu işlevi karşılamaktaydı. Şimdi, devlet ŞÖNİM’leri kurarak şöyle dedi: “Bir dakika eski sistem işlemiyor, ben mevcut kurumları kaldıracağım ve pilot çalışma olarak 14 ilde ŞÖNİM açacağım.” Buralarda verilen hizmet, devletin bakış açısını yansıtan bir hizmet oluyor. ŞÖNİM’ler tabii ki, bahsettiğim ihtiyacı karşılamaktan çok uzak. Örneğin İstanbul’da bir tane ŞÖNİM var, o da Yeşilköy’de. O kadar çok kadın sığınağa gitmek için başvuruyor ki, kadınların sığınağa gitmeden de güçlenip şiddetten uzaklaşmasını sağlayacak diğer destekler yok sayılıp, sadece sığınak ve ekonomik destek yeterliymiş gibi görülüyor. Kadıköy’de oturan bir kadın Yeşilköy’deki ŞÖNİM’e nasıl ulaşacak, aradaki bu mesafe bile caydırıcı olabiliyor.
Dolayısıyla ŞÖNİM’ler şiddet yaşayan kadın ve çocukların gerekli psiko-sosyal desteği alacağı merkezler yerine bir bilgi toplama merkezi gibi oldu, özellikle büyük kentlerde. Çok az kadına birebir destek verilebiliyor. Zaten çalışan sayısı çok az. 24 saat çalışacağı söylenmesine rağmen, 24 saat uzman personel yok. Telefon açılıyor ama uzman personele ulaşamıyorsun.
Bunun yerine; ben şiddet gördüğümde en yakınımdaki karakola başvurabiliyorum. Şiddete maruz kalan kadınlar bir kuruma başvurmaya karar verdiğinde, neredeyse her zaman karakola gitmek zorunda. İsterse ŞÖNİM’e gidebilir teoride, ama Kartal’da yaşıyorsan İstanbul’un diğer ucundaki ŞÖNİM’e nasıl gideceksin? Biz bile buraya gelen kadınları, eğer sığınağa gitmek istiyorsa ve Mor Çatı sığınağında yer yoksa daha kolay ulaşabileceği için en yakın karakola yönlendiriyoruz. Karakol her zaman o kabulü yapmak zorunda. Ancak kadınlar, bu konuya duyarlı bir polisle karşılaşsa bile, ki bu nadiren oluyor, polisin sunabileceği imkânlar çok kısıtlı oluyor. Karakollarda inanılmaz bir iş yükü var. Gidildiğinde şu tepki ile karşılaşmak mümkün: “Ooo, yine mi şiddet gören bir kadın geldi.” Kolluk tarafından kadınlara iki alternatif sunuluyor; istersen 6284 Sayılı Kanun kapsamında şiddet uygulayanı uzaklaştırabilirsin, ama sana öyle hemen fiziksel koruma veremeyiz, istersen de kadın sığınağına gidebilirsin. Hangisini tercih edeceğinize o anda nasıl karar verebilirsiniz?
Karakolda bu başvuruları alan görevlilerin konuyla ilgili uzman kişiler olmaları gerekmiyor mu?
Eskiden bu başvurular cinayet büroya bağlı bir birim tarafından kabul ediliyordu. İstanbul’da aile içi şiddetle ilgili yeni bir büro var artık. Teoride şöyle, her bir ilçe emniyet müdürlüğünde iki tane polis memuru bu konuda donanımlı-eğitimli ve başvuruları onlar alabiliyor. İlçedeki diğer karakollarda kadına yönelik şiddetle ilgili bir vaka olduğu zaman, o karakoldaki polislerin kadını alıp bu merkeze getirmesi gerekiyor. Ancak bu hep böyle işlemeyebiliyor. Karakola giden kadın arabuluculukla karşılaşabiliyor, bazen polisler kendilerince “iyi niyetle” caydırıcı konuşmalar yapabiliyorlar: “Sığınaklar çok kalabalık çocuklarına yazık, bak kocan da pişman” vb. Mor Çatı’ya başvuranlar arasında, karakola gidip, tutanak dahi tutulmadan geri dönen çok fazla kadın var. Kadınlar en çok karakola başvurduğu için, en çok kötü uygulama da karakollardaki uygulamalar arasında oluyor. Beklentimiz bu birimlerin çok etkili çalışması. Ama ellerinden geleni yapsalar bile, onları güçlendirecek bir sosyal hizmet mekanizması olmadığı zaman bu yeterli olmayacaktır.
Bugün Türkiye’de sadece 130 kadın sığınağının olması da bir devlet politikası değil mi?
Evet, bizim düşündüğümüz anlamda kadını güçlendiren ve özgürleştiren sığınaklar yok. Zaten onlar sığınak demiyorlar, konukevi diyorlar. Bunların içinde gerçekten sığınak olanların sayısı bir elin beş parmağını geçmez. Geri kalanlar gerçekten de konukevi gibi. Özellikle şiddet uygulayanın öldürmekle ciddi biçimde tehdit etmediği durumlarda, bazen açıkça bazen üstü örtülü olarak arabuluculuk yapılabiliyor bu kurumlarda. Bize başvuran bir kadın gittiği İlk Adım Merkezi için “Burası kadınları geri gönderme kurumu” demişti. Bu merkezlerde yeterli destek verilmemesi kadınları böyle düşündürüyor.
Herhangi bir hizmet sunulurken, o kişinin kendi hayatıyla ilgili karar verme kapasitesinde olduğunu görerek destek verilmesi gerekiyor. Verilen destek kadınların tamamen aciz, zavallı, mağdur olduğu düşüncesi üzerinden olunca, bunun hiçbir güçlendirici yanı olmuyor. Kadın olduğumuz için, zaten hayatımız boyunca çoğunlukla bizim adımıza başkaları karar veriyor: Babamız, sonra kocamız, sevgilimiz… Sığınakta verilen desteğin de kadınları koruma, kollama ve onlar adına karar vermeyi içermesi işe yarar bir yaklaşım olmuyor. Tabii ki, sığınağa gidip güvende olmanın kendisi bile, yine de güçlendirici oluyor. Bu nedenle 130 sığınağın tabii ki artması gerekiyor, hem de kaç katı…
Kadınlar sığınaklarda istedikleri kadar kalabiliyorlar mı?
Sığınaklar şiddetin etkilerinden sıyrılıp, gücümüzü toplayana kadar kalacağımız geçici yerler. Bu nedenle sığınaklarda verilecek desteğin niteliği çok önemli. Özellikle son dönemde, o kadar çok kötü sığınak uygulaması duydum ki kadınlardan. Sığınaklar güvenli bir ortam sağlamak dışında, kadını hiçbir şekilde güçlendirmiyor. Kalış süresi devlet sığınaklarında üç ay. Gerekli durumlarda altı aya uzatılabiliyor. Ama ihtiyaç duyuldukça tekrar tekrar başvurulabilir. Yıllarca sığınaklarda kalan kadınlar var. Ancak bu durum verilen desteğin yetersizliğini gösteren bir şey. Aldığın destekle, aslında kendi hayatını bağımsız ve özgür olarak nasıl kuracağının planını yapabilmelisin. Eğer böyle bir destek alamazsan, orada seni güçlendirecek hiçbir hizmet sunulmazsa, tekrar tekrar aynı döngü içinde kalabiliyorsun. Kötü uygulamalardan bahsedecek olursam, örneğin güvenlik gerekçesi adı altında kadınların özgürlüklerini kısıtlayan uygulamalar var. Bizim de bir sığınağımız var ve kurallarımız devlet sığınaklarından çok farklı. Biz bugüne kadar ciddi bir güvenlik sorunu yaşamadık. Bu kadınların birey olduğunu kabul edip, kadınların yeterli desteklerle kendi hayatlarıyla ilgili kararlar alabilecek, kendi güvenliğini planlayabilecek potansiyele sahip olduğunu görmemekle ilgili bir şey. Örneğin sığınaklarda kadınların cep telefonlarına el konuluyor, bazı kentlerde sığınaklardan çıkmalarına izin verilmiyor. Sığınak çalışanlarının kadınlara kötü davranması (aşağılama, uğradığı şiddettin sorumlusu olarak görme, vb) söz konusu olabiliyor.
İlk Adım Merkezleri hakkında bilgi verebilir misiniz?
İlk Adım Merkezleri’nin sayısı tüm Türkiye’de 25. İstanbul’dakiler toplam 80 yatak kapasitesiyle çalışıyor. İstanbul Valiliği’yle yaptığımız bir görüşmede, görüştüğümüz yetkili bize İstanbul’da çok yüksek bir hareketlilik olduğunu, bir gecede 40-50 kadının merkezlere başvuru yaptığını söylemişti. İki merkez de tam kapasiteli çalışıyor ve en fazla iki hafta kalış süresi var.
İlk istasyon yani…
Evet, ilk istasyon. Sizi oraya acil durumlar için yönlendirmeleri gerekiyor. Kapasite doluysa başka bir güvenli yere yerleştirmeliler. Durumun aciliyetine göre kalış süresi en fazla iki hafta olmalı. Sığınaklarda yeterli kapasite olmadığı için kadınlar günlerce ilk adım merkezlerinde kalabiliyor. Bu merkezlerde çalışan uzman personel sayısı o kadar az ki, mevcut çalışanların o kadınların ve çocukların ihtiyaçlarını tespit edip yönlendirme yapacak fırsatları bile olmuyor. Çocuklar için zaten ayrı bir hizmet yok. Sığınaklarda da böyle. Oysa ki çocuklar da şiddete maruz kalıyor ya da etkisini yaşıyorlar. 80 kapasiteli yerde 150 kişi nasıl kalıyor; yataklar paylaşılıyor, yerde yatanlar oluyor. Kısa süreli kalındığı için çocukların okul kaydı yapılamıyor. Kalış süresi uzadığında çocuklar haftalarca okuldan uzak kalıyorlar.
Orada kalan kadınların bazıları, Mor Çatı Dayanışma Merkezi’nden destek almayı sürdürüyor. Dışarı çıkış saatleri kısıtlı olduğu için biz görüşmelerimizi telefonla yürütmeye çalışıyoruz. Telefonla da görüşülen belli saatler var. Bir saatlik sürede herkes aynı yerde ve aynı anda konuşmaya çalışıyor. İlk Adım Merkezi’nde kalan bir kadınla oldukça zorlandığım görüşmeler yapmak zorunda kalmıştım. Kadın bağırarak konuşuyor, ben sesimi duyurmak için bağırıyorum. Birbirimizi duyamıyoruz, çünkü aynı yerde onlarca kişi görüşme yapıyor. Diyelim ki, orada kalan kadın iş görüşmesine gitti. Kendisini arayacağını söyleyen işverene, sadece o bir saatin içinde aramasını söyleyebilir mi?
Sığınakta yürütülen çalışmada temel kural ne olmalı sizce?
Böyle bir çalışma yürütülürken iki tane kural olmak zorunda. Şiddetsizlik ve gizlilik/güvenlik. Bütün bu uygulamalar yürütülürken, temel insan haklarına ve o kişinin gücüne inanmamız gerekiyor. Ayrıca herkese göre ayrı bir sosyal çalışma yapmak zorundasınız. Hikmet’in gücü, potansiyeli, deneyimi, sosyal çevresi, şiddet hikâyesi başkadır. Açelya’nınki başka.
Doğru yaklaşıma sahip sosyal çalışmacı ve psikologlarla karşılaşan kadınlar güçlenip, şiddetten uzak hayatlar kurabiliyorlar. Bazı belediyelerin gerçekten çok iyi sığınak çalışmaları var. Ama olumsuz uygulamalar o kadar yaygın ve o kadar hakim ki, ortaya çıkan tablo bu oluyor. Sığınaklarda çalışanların süpervizyon desteği alması gerekiyor. Kendisi bu konuda gerçekten duyarsız ve kadınlara kötü davranan ya da bilgi eksiği olan bir sürü personel de var ne yazık ki. Ancak sorun bundan ibaret değil. Bu çalışmayı yürütecek donanımınız olsa dahi, eğer buna uygun bir altyapı yoksa yeterli desteği sunmanız mümkün olmaz, çalışma bir noktada tıkanır. Şiddetle mücadelede bütüncül bakış deniliyor ya, burada kastedilen bütün ilgili kurumların harekete geçmesi. Örneğin diyelim ki sosyal hizmet muazzam işliyor, peki ya hukuk sistemindeki aksaklıklar ne olacak?
O zaman 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a dair görüşlerinizi alalım.
Bu kanun çok kapsamlı bir kanun. Fakat uygulanması noktasında çok fazla sorun yaşanıyor. Kanun kapsamında verilmesi gereken desteklere ilişkin bir yeterli bir altyapı yok. 2012’de yürürlüğe giren bu kanuna ilişkin, verilmesi gereken yeni desteklerin birçoğu hemen hemen hiç sunulamıyor. Örneğin geçici maddi yardımdan bahsediliyor. Acil durumda ihtiyacınızı karşılayacak çok iyi bir destek. Bu sene Mor Çatı’ya başvuran kadınlar arasında bu desteği alan olmadı. Bunun yanı sıra, gizli kayıtla ilgili o kadar çok sıkıntı var ki, bu çok büyük bir güvenlik açığı yaratıyor. Sığınaktayken çocuğunuzun okul kaydının doğru düzgün gizlenememesi demek, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konudaki bir zaafı demek. Bakanlıktan babaların telefonuna giden mesajlar var. “Şu okulda kayıtlı çocuğunuz şu gün okula gelmedi” diye. Ya da nakil yapılan okula giden baba müdüre yalvararak sığınağın adresini alabiliyor. Bu hem kadın hem çocuk için güvenlik sorununu ortaya çıkarıyor. Can havliyle çıkarken kimliğinizi evde unuttunuz diyelim. O kimliği tekrar çıkarmak o kadar zor ki. Nüfus müdürlüklerinin bu konuyla ilgili mevzuatı eksik. İşe girdiniz, SGK kaydınızın gizli tutulması gerekiyor ki adam sizi bulamasın. Kadınlar tüm bu kurumlara tek tek başvurmak zorunda kalıyor.
Bunların hepsi oldu diyelim. Peki, kadın hayatının sonuna kadar gizlenerek mi yaşayacak. Öldürme potansiyeli olan, defalarca hakkında ceza davası açılmış adamlar neredeyse caydırıcı hiçbir ceza almıyor. Hukukun kendisi de kadınları güçsüzleştiren bir hal alabiliyor. Buna karşın, davalarda verilen iyi kararların kadınları nasıl güçlendirdiğini görebiliyoruz. İyi kararlar alınmıyor değil, alınıyor ve nasıl bir değişim yarattığına tanık oluyoruz. Bu nedenle hukukun kadınların önünü tıkmaması, aksine açması gerekiyor.
Bir diğer sorun da, uzaklaştırma kararlarının çok kısa süreli veriliyor olması. Çok ciddi bir darp yoksa bir ya da iki aylık uzaklaştırma kararları veriliyor. Diyelim ki, ben çok ciddi bir tehlike altındayım, darp yaşadım ve altı ay uzaklaştırma kararı aldırdım. Altı ay sonunda kararı yeniden uzatmak istediğimde, mahkeme “Ama bir şey yapmamış altı ay içinde” diyebiliyor ve kararı uzatmıyor.
Kanunda, sığınaklara başvuruda evli olan-olmayan şartı yok, hatta arada herhangi bir duygusal bağ da olmak zorunda değil. Kanunla birlikte “ısrarlı takip” diye bir kavram girdi. Tanıdığınız ya da tanımadığınız biri tarafından, telefonla, teknolojik araçlarla ya da fiziki olarak ısrarlı takibe uğruyorsanız da başvuruda bulunabiliyorsunuz.
Bir de boşanma davalarına değinmek isterim. Boşanma davaları çok uzun sürüyor. O süreçte kadınlar maddi ve manevi olarak çok yıpranıyor. Gerçekten şiddetle mücadelede gücünüzü elinizden alan bir şey oluyor. Hem adamdan kurtulmak için mücadele ediyorsunuz, hem de kurumların doğru düzgün işlemesi için mücadele ediyorsunuz. Bu süreçte kadınlar bu konuda neredeyse bir avukat kadar hukuk bilgisine sahip oluyorlar.
Psikolojik şiddet en görünmez olanı. Erkekler fiziksel şiddet uygulamadan kadınların özgüvenini kırmak için türlü yöntemlere başvuruyorlar. Psikolojik şiddete uğrayan kadın nasıl bir yol izleyecek?
Psikolojik, fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddet biçimlerinden birine maruz kalan kadın 6284 Sayılı Kanun’dan ve verilen sosyal desteklerin hepsinden yararlanabiliyor. Aslında araştırmalar her iki kadından birinin psikolojik şiddete uğradığını gösteriyor. Toplumda kadınlar ve erkekler arasındaki fiili eşitsizliklerden kaynaklı olarak, neredeyse hepimiz psikolojik şiddete maruz kalıyoruz. Psikolojik şiddetin ne olduğunu iyi bilseniz bile, maruz kaldığınız zaman bunu tespit etmek kolay olmayabiliyor. Mesela adam “Arkadaşlarınla buluşmaya gidemezsin, gidersen şöyle olur” diye bir tehditle gelmiyor. Çoğunlukla şöyle oluyor: “Sen ne zaman arkadaşlarınla buluşsan, onlar senin aklına hep kötü şeyler sokuyor. Öyle olunca ben de sana çok kızıp bağırmak zorunda kalıyorum.” Eğitim seviyesi arttıkça bu konudaki ustalık da artıyor. Daha entelektüel adamların, bu şiddeti çok daha manipülatif bir şekilde uyguladığını görüyoruz. Ekonomik şiddet de çok görünmez bir şiddet biçimi ve düşünüldüğünden çok daha yaygın. Örneğin; kadınların ne kazandığı, ne kadar çalıştığı, onu nereye harcadığı hep çok şeffaftır. Adamlarınki hep gizemlidir ve onların buna hakkı vardır.
Bir de yeni kuşak şiddet biçimleri var tabii ki. Örneğin genç kadınlar ve genç erkekler arasında çok yaygın görülen flört şiddeti, dijital şiddet gibi. Teknoloji geliştikçe, o da şiddet için bir araç haline geliyor. Sanal ortamın o sınırsız dünyasında kadınların maruz kaldığı tehditler artıyor.
Psikolojik şiddete uğradığınızda uzaklaştırma kararı isteyebilirsiniz ya da bu boşanma sebebi olabilir. Sığınaklara başvurabilirsiniz. Ama çoğu zaman bunun adını koymak çok zor oluyor. Psikolojik şiddeti uygulayan adam bir yandan da şu mesajı veriyor: “Ben bunu yapıyorum çünkü sen bunu hak ediyorsun.” Ya da kadınlar şunu düşünüyor: “Ben bunu yaşıyorum çünkü buna hayır diyemediğim için ya da bir nedenle bunu hak ediyorum.” Psikolojik şiddet uygulayan adam, sizi yavaş yavaş destek alabileceğiniz sosyal çevrenizden uzaklaştırıyor, bu da sizi güçsüzleştiriyor. Size kötü hissettiren şeyin yaşadığınız psikolojik şiddet olduğunu fark etmek bazen yıllar alabiliyor. Hal böyle olunca kadın, adamı evden uzaklaştırma kararını vermek için son noktaya kadar bekliyor. Ancak hukuki süreci başlatmadan yaşadıkları şeyi tanımlamalarını sağlayacak sosyal ve psikolojik destekle buluşabilseler, çok daha kısa sürede şiddetten uzaklaşabilirler.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Türkiye’nin imzacısı olduğu çok önemli uluslararası sözleşmeler var. Dolayısıyla bütün şiddetle mücadele mekanizmalarının onlara göre uyarlanması gerekiyor. Ağustos 2014’te yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi var mesela. İmzacı ülkelerin çoğu, kadınların hakları konusunda oldukça ileri oldukları halde, öncelikle değerlendirme yaptı, iç hukuklarını bu sözleşmelere göre düzenledi ve sonra imzacı oldu. Türkiye ise çekincesiz olarak hemen imzaladı. O sözleşmenin getirdiği yükümlülükleri yerine getirmek zorundalar. Hem kadınlar şiddet gördüklerinde yine de kocalarının yanında kalsınlar, aman boşanmalar olmasın, hem de kadınlar ölmesin demek samimi değil. Kadınlar o çok kutsanan ailelerde şiddet gördükleri için, bazen ölmeyi bile göze alıp çekip gidiyorlar o evlerden.
Teşekkür ederiz.