CHP Genel Başkanı Özgür Özel, iktidarın CHP’ye savaş ilan ettiğini ve bu savaş ilanını kabul ettiklerini ve buna karşı da gereken cevabı vereceklerini açıkladı. Elbette savaş burada siyasi bir mücadele anlamında kullanılıyor. Burada savaş kavramıyla, Anayasa dinlemez, kanunları hiçe sayan ve devlet mekanizmasını parti çıkarları için kullanan bir iktidara karşı verilecek demokratik ve sert bir mücadele anlatılmak isteniyor.
Ancak ülkede bir savaş daha var ve amansızca ve acımasızca devam ediyor. Ve bu savaşta iktidarın, vatandaşların yaşam alanlarına, köylerine, tarım alanlarına, su kaynaklarına yönelik saldırıları hız kesmeden devam ediyor. Bu saldırıya karşı da Türkiye’nin dört bir yanında vatandaş itirazları ve halk direnişleri gün geçtikte artıyor.
Muğla-Milas’ta yemyeşil çam ormanlarını ve bölgenin eşsiz doğasını linyit kömürü çıkarmak ve termik santralde yakmak amacıyla ay üssüne çeviren Limak Holding, şimdi Balıkesir’in Balya ilçesinde Karlık Altın-Gümüş Madeni’ni açmak için harekete geçti… Zaten birçok madencilik projesi nedeniyle yaralı bir bölgede, Manyas Baraj gölüne çok yakın bir noktada açılmak istenen siyanürlü altın madenine bölgede yaşayan vatandaşlar tepkili. Üstelik yasalara göre yapılması zorunlu Halkın Katılımı Toplantısı’na Balıkesirlilerin katılımı engellendi. Köyün girişinde jandarma tarafından yolu kesilen vatandaşların toplantıya katılmalarına uzun bir süre izin verilmedi.
Balıkesir-Balya’da zaten 85 yıldır zehir sızdıran, “maden atıkları” sorunu var… 1878’den 1940’a kadar “Karaydın Madenleri” adı altında Fransızlar tarafından işletilen madende, 400 bin ton kurşun çıkarılıp Fransa’ya yollanmış. Balya-Bandırma arasında özel bir tren yolu döşeyerek, çıkardıkları madeni önce Bandırma limanına, oradan da Fransa’ya taşımışlar. Atatürk’ün önderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “Ne çıkardığınızı bilelim” diye talepte bulununca, Fransız şirketi kabul etmemiş ve maden kapatılmış. Bir başka deyişle bölgedeki sömürge madenciliğine son verilmiş.
Aradan 85 yıl geçti ve Balya’daki kapatılan bu madenin atıkları, hala bölgede zehir saçmaya devam ediyor; engellenemiyor. Konu TBMM Çöpler Faciası Araştırma Komisyonu’nda da gündeme gelmişti… 30 Nisan 2024 tarihinde yapılan oturumda, DEM Parti Tunceli Milletvekili Ayten Kordu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcısı Abdullah Tancan’a sormuştu: Balya bölgesinde yaşayan vatandaşlar çok şikayet ediyor, bu madenin zehirli atıkları neden durdurulamıyor?
Bakan Yardımcısı Tancan konudan bihaber olunca yanıt Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) Metalik Madenler Dairesi Başkanı Şafak Ocak’tan gelmişti: “Tahminimce Sayın Vekilimizin bahsettiği cüruflar Fransızlar döneminde de işletilmiş. O zamanlardan beri bu zamana gelen ve üzerinde defalarca çalışmalar yapılmış bir yığın… Şu anda rehabilite edilemeyen bir cüruf orada…”
Rebilite edilemeyen bir cüruf! Yani belki de sonsuza kadar zehirlerini akıtacak bir yığından bahsediyoruz. Dün de öyleydi, bugün de öyle. Şirketler alacağını alıp gidiyor, bölgeyi ıslah etmiyor. Çünkü böyle vahşi madencilik uygulamalarında ıslah maliyetleri, şirketin kazancından çok çok daha fazla. Yani şirketler pisliği, zehri bırakıp gidiyor. Zaten iyi niyetle ıslah etmeyi düşünse bile, ortada asla eski haline getiremeyeceği bir ekokırım ve yıkım olduğundan bazen istese de yapamıyor.
MAPEG Daire Başkanı Şafak Ocak, Meclis komisyonunda Balya’daki durumu eski teknolojiyle açıklamaya çalışıyor. Yani teknoloji eskiymiş de ondan bunlar oluyormuş gibi konuşuyor.
Peki bugün farklı mı? İliç’te ne oldu? Kışladağ’da ne oluyor? Çok uzağa gitmeye gerek yok şu anda Eczacıbaşı, Balya’da ne yapıyor?
Bugün o bölgede 2009 yılından itibaren Eczacıbaşı Holding’e ait ESAN Madencilik şirketi kurşun madeni işletiyor. Boyutları çok daha büyük bir maden. Evet teknolojileri yeni, önceden bir yılda yaptıklarını artık bir günde yapabiliyorlar. Hem yer altı hem de açık ocak madenciliği yapıyorlar. Bu kez yüz milyonlarca tonluk pasa dağlarını yığan ve milyonlarca tonluk zehirli atık barajlarını dolduran Fransızlar değil Eczacıbaşı. Hadi Fransızların 85 yıl önceki atıkları için yapacak bir şey yok, Eczacıbaşı’nın atıklarını ne yapacaksınız? Yeni teknolojiler kullanan Eczacıbaşı işi bitince ne yapacak? Zehirli atık barajını cebine doldurup götürecek mi? Ya da milyonlarca tonluk pasa dağlarını nereye saklayacak? Pasa dağlarından yayılan asit maden drenajını nasıl önleyecek? Bölge bir deprem bölgesi… Zehirli atık barajı deprem veya başka bir nedenle patlarsa, bu zehirli atıklar nereye akacak? Aşağıda çiftçilerin sulama amaçlı olarak da kullandığı Manyas Barajı ve hemen altında Manyas Kuş Cenneti var. Nasıl durduracaksınız? Pasalardan sızan ağır metalleri ve asit maden drenajını nasıl engelleyeceksiniz? Yoksa yine aynı cevapları mı vereceksiniz. Korkarım ki aynı yanıtları vereceksiniz. 10-20 yıl sonra, bugünün karar alıcıları ve yöneticileri suçlanacak. Lanetlenecek. Hayatta olan varsa belki birkaçı yargılanıyormuş gibi yapılacak. Ama sonuç değişmeyecek. Bölgedeki yüz binlerce insanımız ve ekosistemin diğer trilyonlarca canlıları kaçınılmaz sondan kaçamayacak.
O bölgeye yakın bir noktada İvrindi-Türkmendağı’nda CVK Madencilik, vatandaşların bütün karşı çıkışlarına rağmen bir başka altın madeni açmak için çalışmalarını sürdürüyor. Balıkesir her yönden siyanürlü altın madenlerinin ve sömürge madenciliğinin kıskacına alınmış durumda.
O bölgenin bir Büyükşehir Belediye Başkanı var. Hadi AKP dönemi farklıydı. Zaten madenleri açan ve açtıran iktidarın kendisiydi. Peki bugün Ahmet Akın görmüyor mu şehrindeki bu saldırıları. Balıkesir bugün verimli toprakları ve sulak alanlarıyla bu ülkenin can damarlarından birisi. Böylesine bir üretim üssü olan Balıkesir’in bugün her bir dağı-tepesi paramparça edilmek isteniyor; ormanları yok ediliyor. İşte son iki örneği yukarıda yazdım.
Madra saldırı altında Madra! Var mı daha ötesi! Madra bugün “altın çıkarıyoruz” denilerek paramparça ediliyor. Nurol Holding’in şirketi TÜMAD, Çanakkale Lapseki’de olduğu gibi Madra’nın zirvesine yerleşmiş. O Madra ki bölgenin can damarı. Ormanlarıyla, su kaynaklarıyla çok değerli bir ekosistem. Şimdi bu ekosistem paramparça ediliyor.
Çok uzak değil Cengiz Holding bu kez Kazdağları ekosisteminde, Bayramiç’te doğa katliamına devam ediyor. Halilağa Altın-Bakır Madenini açmak için ne mahkeme dinliyor ne Danıştay. Köylüler, vatandaşlar, “Yapmayın, kıymayın” diye haykırıyor ama dinleyen yok.
Cengiz Holding’in Halilağa Altın Bakır Madeni Projesi için Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) tarafından verilmiş olan “Maden İşletme İzni” için yürütmeyi durdurma kararı verildi. Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği tarafından açılan davada, 14 Ocak 2025 tarihinde Çanakkale İkinci İdare Mahkemesi tarafından verilen bu karara göre, tüm madencilik faaliyetlerinin acilen durdurulması gerekiyordu. Ama durdurmadılar. Vatandaşların ve çevrecilerin bütün çağrılarına, girişimlerine ve başvuruların rağmen orman katliamına devam edildi.
Daha sonra anlaşıldı ki, MAPEG şirkete “yeni bir işletme izni” vermiş. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın Çanakkale İl Müdürlüğü yetkilileri, kapatmak için madene gittiklerinde, kendilerine “yeni işletme izni” gösterilmiş. Evet mahkeme kararı beklenmeden ve Danıştay’daki sürecin de devam ettiği de bilindiği halde Enerji Bakanlığı’nın MAPEG kurumu bu kararı vermiş.
Kazdağları Ekoloji Platformu tarafından yapılan yazılı açıklamada, MAPEG’in şirketlerin bir kurumu gibi çalıştığına dikkat çekilerek, “MAPEG’in yeni bir ruhsat düzenlemiş olması, davacı Kazdağı Derneğinin öne sürdüğü gerekçelerin haklı olduğunun ve ilk yapılan işlemin kanuna aykırı olduğunun kanıtıdır. Hukuki süreçler beklenmeden jet hızıyla yeni izinler verilmesi ülkemizde kamu kurumları ile şirketler arasındaki yakın ilişkilerin somut kanıtıdır” denildi.
Yüzsüz ve utanmazlar… Mahkeme kararlarını küçümseyip, meydan okuyup, etkisiz hale getirmek istiyorlar… Siyasilere ve ülkeyi yönetenlere tehditler savurarak kendi lehlerine kararlar vermelerini talep ediyorlar…
Vatandaşlar ayakta… Kırşehir’de… Çanakkale’de… Balıkesir’de… Akbelen’de… Perşembe’de… Arhavi’de… Türkiye’nin dört bir köşesinde vatandaşlar kabul etmiyor… Yaşam alanlarına yapılan bu doğrudan saldırılara; köylerine, dağlarına, ormanlarına, tarım alanlarına ve su kaynaklarına yönelik saldırılara karşı durmaya çalışıyor…
Dünyada kriz var… İstikrasızlık var… Savaşlar-çatışmalar var… Altına yöneldiler… Birileri bu kriz ortamında altını kutsal bir varlık gibi ısrarla pazarlıyor… Türkiye geçtiğimiz sene 221 ton altın ithal etmiş… Neden ithal edecekmişiz! Biz üretebilirmişiz! Bu mantıkla Türkiye’yi yerle bir edecekler…
Türkiye altını Londra borsasından satın alırken de aynı parayı ödedi, bizim yağma-talan madenciliğinden, sömürge madenciliğinden elde edilen altını satın alırken de aynı parayı ödedi. Bir fark yok. Fark Türkiye’nin talan edilmesi. Munzur dağlarının parçalanması, Uşak’ın eşsiz doğasının zehirlenmesi, Lapseki’nin dillere destan doğasının yok edilmesi…
Fark bu… Birileri elin taşıyla elin kuşunu vuruyor ve bunu da bize “kâr ediyoruz, zengin oluyoruz” diye yutturmaya çalışıyorlar. Evet arada bir avuç komprador ve onların hizmetkârları zengin olabilir, büyük paralar kazanabilir ama Uşaklılar kaybediyor, Artvinliler, Çanakkaleliler, Akbelenliler, Kütahyalılar, Balıkesirliler kesinlikle kaybediyor…
Maden Mühendisleri Odası eski Başkanı Mehmet Torun’un çok güzel bir saptaması var: Madenciliğin ülke yararına olabilmesi için 4 kriterimiz olmalı:
1- Yapılan faaliyette kamu yararı, toplumun yararı var mı?
2- Olası çevresel riskler için çözüm var mı?
3- Yöre halkının rızası var mı?
4- Yapılan faaliyetten kimler yararlanıyor.
Bu soruların yanıtına göre çalışma yapılabilir ya da yapılamaz denebilir.
Köylü ve çiftçi yüksek üretim maliyetleri nedeniyle tarlasından, üretimden koparılıyor… Bir çiftçi her sene “bir daha ekersem elim kırılsın” diyerek sezonu kapatırsa ne kadar dayanabilir… Bir de “kokarca” olarak adlandırılan tarım zararlısı bir böcek, iki sene içinde Karadeniz’i istila ediyorsa ve bu ülkenin tarım bakanlığı ve hükümeti bu felaketi bile izleyebiliyorsa ne olacak?
Bir yandan sömürge madencilerinin saldırısı, diğer yandan sürekli zarar eden ve canı burnunda üreticiler-çiftçiler… Ve bütün bu tabloyu seyreden, maden şirketlerinin sırtını sıvazlayan, istisnasız bu ülkenin tüm bölgelerini onlara açan bir hükümet… Tablo gerçekten çok sıkıntılı… Acı olanı bu ülkeyi yönetmeye talip olan muhalefet partileri de bu tabloyu tam olarak göremiyor… Aman sermayeyi ürkütmeyelim… Aman kamyoncuları küstürmeyelim gibi birtakım korkak ve yetersiz bahanelerle sessiz kalıyor ya da durumu idare etmeye çalışıyor…
Bir ülke altınsız, bakırsız, nikelsiz yaşayabilir… Ancak bir ülkeyi arpasız, buğdaysız, zeytinsiz, fındıksız ve susuz ayakta tutamazsınız… Ekmeği, domatesi, patatesi, fasulyeyi sofraya koyamazsanız isterseniz tüm Türkiye’yi altın-gümüş diye paramparça edin, sonuç felaket olacaktır…
Yaptıkları ekokırımdır. Ekokırım, soykırım gibi insanlığa karşı bir suçtur. Bu suçtan yargılanacaklar. Bugün zenginlik timsali gibi ortalarda dolananlar yarın dünya ve insanlık düşmanı olarak tarihe geçecekler…