Trump’ın ikinci döneminin ilk gününde attığı imza Küba’yı yeniden “terörü destekleyen ülkeler” listesine soktu. Bu kararname, sadece bir diplomatik hamle değil, aynı zamanda ABD’nin Latin Amerika üzerindeki hâkimiyetini pekiştirme ve bağımsız hareket eden ülkeleri cezalandırma stratejisinin bir parçası.
Artık Washington, diplomatik bahaneleri bir kenara bırakmış durumda. İtaat etmeyen herkes için ekonomik baskı, yaptırımve askerî tehditlerin devreye sokulacağı bir dönem başladı.
Monroe 2.0
Bu yaklaşım, tarihsel bir süreklilik gösteriyor. 1823’te ilan edilen Monroe Doktrini, ABD’nin Latin Amerika’yı kendi arka bahçesi olarak görmesini sağlamıştı. 20. yüzyıl boyunca askeri darbeler, ekonomik müdahaleler ve CIA operasyonlarıyla bölgeyi şekillendirme çabalarıyla devam etmişti.
21. yüzyılın Monroe Doktrini ise Küba’dan Kanada’ya uzanan bir hattı yeniden şekillendirmeye odaklanıyor. Küba’nın yeniden yaptırım listesine alınması sadece başlangıç…
Panama Kanalı, Venezuela’nın petrol rezervleri, Meksika ve Kanada’nın egemenlik hakları ve kuzeyde Grönland’ın doğal kaynaklarıyla ilgili alametler de belirmeye başladı.
Washington, bu bölgelerdeki gelişmeleri artık “müzakere” ya da “iş birliği” çerçevesinde ele almıyor; doğrudan müdahaleyi birincil araç olarak görüyor.
Yeni Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun geçmişi bu politikanın sertleşebileceğini gösteriyor. Rubio, yıllardır Küba ve Venezuela’ya yönelik yaptırımların sıkılaştırılmasını savunuyor. Bu atama, ABD’nin sadece Küba’ya değil, Latin Amerika’daki tüm bağımsız hareket eden ülkelere daha sert bir tutum takınacağının işareti.
Direniş ve alternatifler
Latin Amerika ve Karayipler, emperyalizme karşı direnişin tarihsel olarak en güçlü olduğu bölgelerden biri. Haiti’nin bağımsızlık mücadelesinden, Küba ve Bolivya’nın sosyalist kalkınma projelerine, Meksika’nın enerji bağımsızlığı hamlelerinden, Latin Amerika’da yükselen bölgesel iş birliklerine kadar pek çok örnek, kıtanın emperyalizme boyun eğmediğini gösteriyor.
Bugün direnişin yeni biçimler aldığı bir döneme giriyoruz. ABD’nin ekonomik baskı politikalarına karşı, dünya genelinde yeni finansal ve ticari alternatifler oluşuyor. Küba gibi ülkeler yaptırımların etkisini azaltmak için bölgesel ticaret birlikleri, Çin ve Rusya gibi alternatif ortaklarla geliştirilen ilişkiler ve bağımsız finansal sistemler giderek daha fazla önem kazanıyor.
Latin Amerika ve Karayip Devletler Topluluğu’nun (CELAC) bölgeyi bir “barış bölgesi” olarak ilan etmesi, sadece bir diplomatik jest değil, aynı zamanda bölgesel dayanışmanın emperyalist müdahalelere karşı bir kalkan olarak kullanılabileceğinin de göstergesi.
Dayanışma 2.0
Geçmişte Latin Amerika’yı askeri darbeler, ekonomik sabotajlar ve siyasi suikastlarla şekillendirmeye çalışan Washington, bugün de benzer yöntemlere başvurabilir.
Latin Amerika’daki halk hareketlerinin, sendikaların, sosyalist partilerin, emperyalizmin yapısal işleyişine karşı bir mücadele hattı kurmaları hayati önem taşıyor. Küba’ya, Venezuela’ya ve bölgedeki diğer bağımsız ülkelere yönelik saldırılarda küresel dayanışmayı ortaya koymak gerekiyor.
Saldırılar yalnızca Latin Amerika halklarını değil, dünyanın dört bir yanındaki işçileri, bağımsızlık mücadelesi veren halkları ve emperyalizmin baskısına direnen tüm toplumsal hareketleri ilgilendiriyor. Küba, Venezuela ve hatta Filistin’deki direnişler ortaya önemli ders koyuyor.
Mesele sadece Küba ya da Venezuela değil. Mesele, emperyalizmin önümüzdeki yıllarda nasıl bir yol izleyeceği ve ezilen halkların nasıl bir direniş hattı kuracağı. Bu mücadele, sadece Latin Amerika’da değil, tüm dünyada yankı bulmalıdır.