“Tüm savaşlar iç savaştır, çünkü tüm insanlar kardeştir.” [1]
Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde duran en aktüel, en yakıcı ve en acil sorun kuşkusuz Kürt sorunudur. Kürt sorununun onurlu çözümü ülkenin sadece insan hakları ve demokrasi standartlarını ilerletmeyecek, aynı zamanda bölgemizde kalıcı barışın yerleşmesine ve bunun doğal sonucu olarak da refahın artmasına olumlu katkı sunacaktır.
Emperyalist güçlerin kendi çıkarlarını maksimize etme amacıyla Ortadoğu coğrafyasını yeniden dizayn etme hamlesi bağlamında Türk devleti, son dönemde kendi yaratmış olduğu Kürt sorununun çözümüne dair birtakım girişimlerde bulunmaya başladı.[2] Bundan birkaç yıl öncesine kadar, HDP ve devamcısı DEM Parti’nin kapatılması gerektiğini savunan, onlarla iletişim kuran muhalefeti “terör seviciliği” ile suçlayan iktidar, PKK’nin “serok”u (başkanı) ve Kürt halk hareketinin doğal lideri olarak kabul edilen Abdullah Öcalan ile görüşmeye başladı. Bu girişimin ortaya çıkmasında, son kırk yılı aşkın süreçte çok ağır ve kanlı bedeller ödemiş olsa da direnme gücünden bir şey kaybetmeyen ve tersine Kuzey Suriye’de özerklik statüsü kazanan, dünya demokratik kamuoyunda radikal İslamcı terör örgütüyle bilfiil savaşan güç olarak kabul edilen, ilerlemeci, kadın özgürlükçü aydınlanma değerlerini Ortadoğu’ya taşıyan Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye edemeyeceğini anlaması da önemli rol oynuyor.
Tarihsel perspektif
Kürt sorununa tarihsel perspektiften bakacak olursak aklımızda tutmamız gereken en önemli olgu, Kürtlerin Anadolu coğrafyasının kadim halklarından olduğu ve Ermeni, Süryani, Rum ve Lazlarla beraber Türklerden çok daha önce bu topraklarda yaşadığı gerçeğidir. Türkçe konuşan halk topluluklarının Anadolu’daki varlıkları ise bin yıldan gerisine gitmemektedir. Bu halk topluluklarında Türklük bilinci 20. yüzyılın başında, o dönemin yönetici elitleri tarafından tepeden inme siyaset mühendisliği ve devlet politikaları ile oluşturulmuştur. Müslüman Balkan ve Kafkas halklarının Anadolu’ya gelişi ise kendi bölgelerinde uğradıkları zulümlerden kaçıp, son yüz elli yılda önce Osmanlı, sonrasında da Türkiye devletine sığınmaları sonucundadır.
Dolayısıyla resmi devlet çizgisinden sapmayan bazı çevrelerin, Balkan ve Kafkas halklarının önemli kesimlerinin Türklüğe asimilasyona rıza göstermelerini Kürtlere de örnek olarak sunmaları son derece çürük bir argümandır. Kürtler, herhangi bir devletin zulmüne uğrayıp Türk devletine sığınan ve dolayısıyla da devlete minnet borcu olan bir halk değildir. Kürtler, bu coğrafyada derin izler bırakan en yerli halklardan biridir.[3]
Cumhuriyet’e geçerken
İkinci olgu, Anadolu’nun 1. Dünya Savaşı öncesindeki nüfusunun yaklaşık yüzde otuzunu oluşturan Hristiyan halklarının soykırımı sonrasında kurulan Türk devletinin, kuruluş aşamasında, uluslararası politik konjonktürün de zorlamasıyla, Kürtlerin desteğine ihtiyacı olduğunu hissetmesi ve onlara kendi bölgelerinde özerklik dahil, kendi etnik ve kültürel kimliklerini geliştirme sözü vermesi ancak cumhuriyetin kuruluşundan sonra bu sözünü tutmamasıdır.[4]
Üçüncüsü de bu kandırılmışlık duygusunun çok haklı olarak kendi doğallığında yarattığı isyanların çok kanlı bir biçimde doğrudan masum halk kesimlerini kıyıma uğratarak bastırılmasıdır. Osmanlı’nın son döneminde İttihat Terakki’nin iktidara gelmesinden bu yana Türk milliyetçiliği devlet yöneticilerinin ve yönetici sınıfların ideolojisinin ana bileşeni olmuştur. İttihat ve Terakki’nin fikir önderlerinin çoğu o dönemde halklar hapishanesi olarak bilinen Çarlık Rusyası’nda Müslüman ve Türk kökenli oldukları için ayrımcılığa uğrayıp Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan kimselerdi.[5] O dönem Rusya, başta Baltık ve Kafkas halkları olmak üzere Rus olmayan tüm diğer halkları zorla Rusluğa asimile etmeye çalışıyordu.[6] Bu kadrolar ayrımcılığın zararlarını bildikleri halde, paradoksal bir biçimde, adeta radikal asimilasyoncu Rus milliyetçiliğinin Türkçü versiyonunu Osmanlı’da uygulamaya girişmişlerdir. 1. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında milyonlarca kişinin hayatını kaybetmesine yol açan büyük Hristiyan katliamları, bu dünya görüşünün pratikteki uygulamalarıydı. Cumhuriyetin kurucuları da eski İttihat ve Terakkiciler olduklarından, bu anlayışı Türkiye’nin resmi devlet ideolojisi haline getirdiler. Türk milliyetçiliğinin Sünni İslam ile sentez halindeki son versiyonu ise 12 Eylül askeri darbesinden sonra resmi ideoloji haline gelmiştir.[7]
Devlet tüm kurumları ve yönlendirdiği ana akım medyasıyla bu ideolojiyi toplumda yaymış, Türklüğe ve Sünni İslam’a mensup olmayan etnik ve inanç gruplarını hem yok saymış, hem zorla Türklüğe ve Sünni İslam’a asimile etmeye uğraşmış, hem de onlara karşı geniş halk kitlelerinde ötekileştirici-düşmanlaştırıcı düşünce ve tutumların gelişmesi için propagandif faaliyetlere girişmiştir. Türkiye nüfusunun yüzde 20’sinden fazlasını oluşturan Kürtlerden ders kitaplarında sadece devlete ihanet eden hain Kürt Teali Cemiyeti bağlamında bahsedilmesi durumun vahametini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.[8]
Erdoğan iktidarı ve Kürt sorunu
Gelinen son aşama ise, böyle bir devlet geleneğinin taşıyıcısı olan AKP-MHP iktidar bloğunun, hayatının son yirmi beş yılını İmralı’da uluslararası hukuk normlarına aykırı bir şekilde insani olmayan tecrit koşullarında geçiren Kürt siyasi önderi Abdullah Öcalan’ın ayağına gitme zorunluluğunu kendinde hissetmesidir. AKP-MHP iktidar bloku bir yandan da
Kürtlerin yüksek oylarla seçtiği belediye yönetimlerine kayyum atamakta, Kuzey Suriye’deki Rojava özerk bölgesine uluslararası hukuka aykırı biçimde askeri saldırılar düzenleyip sivil halkın ölümüne neden olmaktadır. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, iktidar temsilcileri her gün tehditler savurmakta ve Kürt sorununu terör ve güvenlik sorununa indirgeyen temel devlet yaklaşımından taviz vermemektedir. Demokratik Kürt siyasetinin, başta Abdullah Öcalan olmak üzere, iktidar blokunun izlediği bu şizoid politikaya karşı barış dilinden taviz vermeden geliştirdiği son derece makul, ılımlı ve politik yaklaşım ise takdire şayandır.
Onurlu Barış
Kürt tarafı onurlu bir barıştan yanadır. Onurlu barışın ana hatları kanımca şunları içermelidir
- Kürtlerin yok sayılması sona ermeli ve bu durum mutlaka anayasal değişiklikle güvence altına alınarak yapılmalıdır.
- Kürt kimliği, dili ve kültürü tanınmalı ve gelişmesinin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
- Hapisteki tüm siyasi tutsaklara yönelik genel af ilan edilmeli,
- Kayyum atanan belediyeler seçilmiş yöneticilerine teslim edilmeli,
- Kürtlerin nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturduğu bölgelerdeki belediyelerin özerkliğine saygı duyulmalı,
- Türkiye kendi sınırları dışındaki bölgelerde, başta Rojava bölgesi olmak üzere, Kürtlere karşı saldırgan tavırlarına son vermeli.
Bunun dışında, hakikat komisyonlarının kurulmasından, devletin Kürtlere karşı geçmişteki insanlık dışı uygulamalarının yargılanmasına kadar birçok alanda politikalar önerilebilir.
Bu taleplerin hepsi demokrasinin, insan haklarının, kalıcı barışın ilerlemesini hedefleyen taleplerdir. Sol, sosyalist demokrat güçlerin yeni ortaya çıkan politik duruma karşı geliştireceği siyasi tutum ve politikalar, Türk devlet yöneticilerinin çelişkilerini, barışa hizmet etmeyen iki yüzlü politikalarını anlatmak, Kürt sorununun Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde tek değil ama en büyük siyasi sorun olduğunu genel kamuoyuna anlatmak ve toplumda ekonomik krizin de etkisiyle filizlenmeye başlayan sınıf mücadelesine eklemlemek olmalıdır.
Yüz yılı aşkın süredir devlet tarafından topluma propaganda edilen radikal Türk milliyetçiliği sonucunda toplumun Kürt olmayan kesimlerinin önemli bir bölümünde Kürtlere karşı ötekileştirici, ayrımcı söylemlerin etkili olduğu bir gerçektir. Türk devlet geleneğinin ve onun şimdiki yönetici sınıfının içten, samimi bir şekilde Kürt sorununu çözme niyetinde olmadığını düşünürsek, sürecin kendi çıkarlarına uygun şekilde ilerlememesi durumunda bir kez daha vazgeçebileceğini düşünmek evham sayılmaz. Buna ilaveten devlet bu süreçte demokratik Kürt hareketini ve onunla omuz omuza siyaset yapan sol, sosyalist, demokratik kamuoyunu bölmek için uğraşmaya çalışacaktır.
Demokratik Kürt siyaseti kendi içinde birçok önemli aktörü barındıran bir yapıdır. Kimi zaman aralarında içeriğe değil biçime yönelik farklılıkların olması son derece normaldir. Gerek Abdullah Öcalan, gerek DEM parti yöneticileri, gerek eski HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, gerekse Kandil ve Rojava’daki askeri kadrolar özünde onurlu bir barışı istemektedir. Devleti yöneten iktidar bloku ve onun güdümündeki medya bu aktörleri birbirlerine düşmüş gibi göstermek istemektedir. Bunlara karşı demokratik Kürt siyasetinin yılların birikimi sonucunda oluşmuş ferasetine güvenilmeli ve böyle bir durum varmış gibi söylemler geliştirilmemelidir.
Demokrasi güçlerine düşen
Tüm bunlara karşın sol, sosyalist, demokratik güçler ve aydınlar, Kürt sorununun onurlu çözümü konusunda ısrarlı bir tutum sergilerse ve demokratik Kürt siyaseti ile dayanışma içerisinde hareket ederse, Kürt sorununun çözümü ve kalıcı barışın önemi geniş halk kitleleri tarafından daha fazla kavranmaya başlanır. Böylece devletin ve onun şu anki yöneticisi olan AKP-MHP bloğunun iktidarlarını devam ettirmek için yürüttüğü ikiyüzlü politikanın da manevra alanı giderek daralır. Onurlu bir barışın gerçekleşmesinin, devletin yöneticilerinden ve emperyalist kapitalist sistemin ülke içindeki temsilcilerinden beklenemeyeceği açıktır.
Bu durum mevcut iktidarın sonunu hazırlayacağı gibi Türkiye’nin kuruluşundan beri bir türlü gerçekleştiremediği demokratikleşmenin, halklar arasında kalıcı barışın, orta ve uzun vadede de ekonomik kaynakların güvenlik politikaları yerine toplumsal refahın artması için kullanılmasının önünü açacaktır.
1. İnsanlığın Hasret Kaldığı Barış Üzerine Söylenmiş Birbirinden Anlamlı 15 Söz
2. Devlet Bahçeli’den ‘Öcalan’ Çağrısı! ‘Gelsin Meclis’te Konuşsun’ | NTV
3. The Kurds – Minority Rights Group
4. (PDF) Was there a ‘Kurdish problem’ in Turkey during Ataturk’s lifetime? The Sheikh Said Rebellion
5. On the trail of the grey wolf: pan-Turkism in Turkey’s foreign policy | OSW Centre for Eastern Studies. .. 6. Baltic states – Hanseatic League, Reformation, Nationalism | Britannica
7. Microsoft Word – ejeps 6 -ilk sayfalar.doc
8. ataturkilkeleriveinkilaptarihii.pdf