11 Ocak 2016’da “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnini imzalamamızın üzerinden 9 yıl geçti. Biz ortak olmadık, ama şiddet de sona ermedi. Bizim de hayatlarımız değişti. Değişir, hayat bu. Ama en çok Mehmet Fatih Traş’ı anmamız gerekir. Hayat değişir, ama gideni kim geri getirebilir.
Gidenleri kim geri getirebilir? Kimse. Lakin barış, hayatını kaybedenlerin engel olmaması gereken, ama onlara rağmen de yapılmaması gereken bir arayışa sahne olmalı. Belki o zaman hakikatle yüzleşmenin getirdiği, olanı biteni kabul etmenin yarattığı bir ferahlık. Biraz.
Bahçeli’nin 27 Ekim’deki açılımının ardından geldiğimiz nokta açıkçası beni 29 Ekim’deki “Efendi”nin barışı mı sorumdan pek ileri taşımadı henüz. Önemlidir tabii bugün DEM Parti heyetinin Öcalan’la görüşmesi, TBMM merkezli ziyaretleri, bu yazı yazılırken Demirtaş ve Yüksekdağ ziyaretlerinin hayata geçiyor oluşu ve elbette MHP’nin “Barışla Herkes Kazanır” demesi. Ama slogana mı bakacağız, en son Mersin Akdeniz Belediyesi’ne atanacak kayyıma mı? Her birimiz bihaberiz görüşmelerin içeriğinden; biliyoruz Suriye’yle ilişkili, herkes pozisyonunu yeniden kuruyor, görüyoruz; ama burada birlikte yaşayacaksak bir önceki barış sürecinden dersler çıkarmış olmasa mıydık?
Tam da o barış sürecini yüksek siyasetin kapılarının ardında diye eleştirmemiş miydik? Şimdi adeta kapılar daha da sıkı kitlendi. Yeniden öne çıkarılan kardeşlik vurgusu, yeniden “merak etmeyin biz biliyoruz” hali… E biz bilmiyoruz. Silahların susması önemlidir, kim böyle bir adıma, bir hayatı daha kaybetmemeye ne diyebilir. Ama kalıcı bir barışı güvenlikleştirilmiş bir barış söyleminde kuramayız, eğer ki yeni paradigma buysa. “Güvenlikleştirilmiş” ve “barış” kavramları arasındaki tutarsızlık hayatın her alanına sirayet ettiği gibi, süreç desek mi ona bile emin olamadığımız bu arayışta hükümet kanadından hiçbir demokratik adım görmedik daha. Bazen barış süreçlerinde bu tutarsızlığa bile tutunmak gerekir, doğrudur; ama adını koymak, bunu değiştirmek için uğraşmak, her bir eleştiriyi barışa engel diye yaftalamamak da.
Sanırım her birimizin en ortak talebi, demokrasi; ama kardeşliğe değil, eşitliğe dayalı bir demokrasi. Dolayısıyla çoğunluğa dayanan değil, azınlığın eşitlik ve özgürlük ilkeleri üzerinden korunduğu bir demokrasi.
Büyük abilerin oyununda lütfa mahzar olan tebaa değil de hakkı olanı hak ettiği için alan vatandaşlar olarak kurduğumuz bir düzende barışı kurma ve konuşma ısrarımızı kaybetmemeliyiz. Bu noktada ben bize hâlâ güveniyorum, barış ısrarını kaybetmeyen Barış Akademisyenlerine. Yorulmadık mı, yorulduk elbet, kabul edelim. Ama buradayız hâlâ işte; kurduğumuz ağlarla, dayanışma akademileriyle. Barışı, demokrasiyi aşağıdan inşa eden tüm faaliyetlerimizle. Neydi o söz, yenildiğimiz haklı olmadığımız anlamına gelmiyor ki… Sözümüzün arkasında her birimiz elimizden geldiğince çabalamaya devam ediyoruz; çünkü asıl yenilgi bırakmaktır, bırakmadık.
Barış Akademisyenleri olarak yekpare bir bütün değiliz, nasıl olalım… Mahkeme kararlarına rağmen mahkeme kararlarında hâlâ iddia edildiği gibi talimatla imzalanan bir metin yok ortada, ya da talimat alan bir örgüt filan. Barış talep ederken ifade özgürlüğünü kullanan, akademik özgürlüğün ihlaliyle cezalandırılan sıradan vatandaşlarız işte. Başından beri devlet cezamızı böl-yönet’le kesti. Sözleşmelerimiz feshedildi, KHK’larla atıldık, pasaportlarımızı nedensiz alamadık bir süre, bize kesilen ceza geride kalan arkadaşlarımızın üzerinde ibret olarak sallandırıldı ve başka bir sürü ihlal, bir sürü gözdağı… Geri dönenler oldu sonra, sonra Bahçeli barış posteriyle gezerken dönememeye devam edenler. Dönüp de ataması yapılmayan, “mahkemelerde biraz daha sürün sen” denilenler…
Başlarken söylediğime geri döneyim, hayat bu; olur. Ama olanın görülmemesi, cezasız kalması, bu tutarsızlık politikalarının belirsizlik zemininde sürekli ayağımızı kaydırması bir barış sürecinde olmaz; barış sürecinde olmaması gereken kayyımlar, içeride adeta rehin tutulanlar ve başka pek çok şey gibi. Tam da bu hâl, “olur”a sığmaz ve bizi efendinin barışından çıkarmaz.
9 sene sonra, ben hepimizi en çok inadımızdan öpüyorum.