Duran Kalkan, 45 günlük hükümet kurulma sürecini, koalisyon seçeneklerini ‘Selahattin Erdem’ adıyla yazdığı www.yeniozgurpolitika.org’a değerlendirdi.Duran Kalkan yazısında erken seçimin AKP’nin ömrünü uzatacağını, AKP – CHP koalisyonunun ise demokratikleşme süreci için bir çözüm olamayacağından bahsederken, üçüncü bir seçenek olarak AKP – CHP – HDP koalisyonunun demokratik kurucu meclis olarak çalıştırılmasını önerdi.
Yazının tamamı:
Ya gerçek demokrasi ya da savaş
7 Haziran genel seçimi üzerinden 33 gün geçtikten sonra nihayet AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’na yeni hükümeti kurma görevi verildi. Bu temelde hükümet kurma çalışmaları resmen başlamış oluyor. Anayasa ve yasalara göre de eğer 45 gün içinde yeni hükümet kurulamazsa, o zaman cumhurbaşkanının ülkeyi yeni bir seçime götürecek kararı vermesi gerekiyor. Henüz 7 Haziran gecesi yeni hükümetin nasıl kurulacağı tartışması başlamış olmasına rağmen, şimdi seçimin yenilenme ihtimali daha fazla tartışılıyor.
Cumhurbaşkanı’ndan yeni hükümeti kurma görevini almış olan AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun görüşme planı söz konusu tartışmaları daha da artırıyor. Çünkü hükümeti kuracak olan Ahmet Davutoğlu’nun çok fazla acelesinin olmadığı anlaşılıyor. Hükümeti kurma isteğinden çok, söz konusu 45 günü bitirme yaklaşımının daha ağır bastığı görülüyor. Bu da yaşanan kritik siyasal süreci çok daha hassas ve kritik hale getiriyor.
Burada herkesin doğru yaklaşması ve çalışması gerekiyor. Türkiye çok kritik bir siyasal süreçten geçiyor. Ortadoğu’da yaşanan savaş Türkiye’nin eşiğine gelmiş bulunuyor. On üç yıllık AKP iktidarı altında hep demogoji ile çözümü engellenen sorunlar tam bir kriz noktasına dönüşmüş bulunuyor. Kürt sorununun çözümü üzerine acil adımlar atılacakken, tersine Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile her türlü görüşme engellendiği gibi, siyasal soykırım operasyonları kapsamında Kürt yurtseverlerinin tutuklanması furyası artarak devam ediyor. Zaten seçim sonuçları da toplumsal yapıyı tam temsil etmiyor, fakat mevcut sonuç bile doğru okunmak istenmiyor.
Bu durumda başta sorumlu siyasal güçler olmak üzere herkesin ciddi olması gerekiyor. Günümüz Türkiye’si tamı tamına şöyle bir noktada bulunuyor: Ya gerçek demokrasi ya da savaş! Yani ya seçim sonuçlarına uygun olarak hemen bir demokratikleşme programıyla yeniden yapılanma gerçekleştirilecek, ya da çözümsüzlük ve eskiyi devam ettirme yaklaşımı yeni bir savaş sürecini gündeme getirecektir. Bunun orta yolu artık yoktur. Orta yol arayışında olanlar ülkeyi yeni felâketlere sürükleyeceklerdir.
AKP erken seçimle
ömrünü uzatmak istiyor
Bunları burada niçin yazıyoruz? Orta yol arayışında olanlar görülüyor da ondan! Örneğin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından dillendirilen ve Ahmet Davutoğlu tarafından da kabul edilmiş görünen yeni erken seçim yaklaşımı böyle bir orta yol arayışı oluyor. Yeni seçim daha çok çevre tarafından dillendirildiği için de ciddiye almak gerekiyor. Türkiye’de bu tür şeyler söylene söylene sonunda gerçek haline getiriliyor.
Peki erken seçim veya Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle tekrar seçim neyi değiştirecektir? Mevcut oy oranında bir-iki puan değişiklik yaratsa da bunun siyaset üzerinde ciddi bir etkisi olmayacaktır. Aslında yeni bir seçimle sadece zaman kazanılmaya ve mevcut çözümsüzlük bu biçimde biraz daha sürdürülmeye çalışılacaktır. AKP iktidarı ömrünü biraz daha uzatmış olacaktır. Peki ama bütün bunlar neyin karşılığında gerçekleşecektir?
Her şeyden önce yeni bir seçim için halkın vergisiyle oluşan bütçenin çok önemli bir kesimi harcanacaktır. Çözülmeyen sorunlar daha da ağırlaşacak ve patlama noktasına gelecektir. Sorunlara çözüm üretmeyen siyaset kurumunun halk nezdinde yıpranması daha da artacaktır. İçte çözümsüz kalan siyaset gündem saptırmak için dış savaşlara meyil edecektir. Belki de AKP, polis terörünü ve tutuklamaları artırarak yeni seçimi kazanmak isteyecektir.
Kısaca erken veya tekrar seçimin Türkiye’ye kazandıracağı ciddi hiçbir şey olmayacaktır. Sadece AKP’nin yeni bir oyalama politikası yaşanmış olacaktır. O nedenle yeni seçimi savunmanın bir ciddiyeti ve kazancı yoktur. Benzer biçimde son zamanlarda fazlasıyla dillendirilmekte olan AKP-CHP koalisyonunun da beklenti yaratıp zaman kaybettirmekten başka hiçbir sonucu olmayacaktır. Çünkü HDP’siz bir AKP-CHP koalisyonunun çözebileceği hiçbir sorun yoktur. Böyle bir iktidar ne Kürt sorununu, ne de demokratikleşme sorununu gerçekçi ve kalıcı bir çözüme götürebilir. Bu nedenle bir erken seçim veya AKP-CHP koalisyonu gibi formüller orta yol olmaktadır ki, bunların zamanı tüketip siyaseti yozlaştırmaktan başka bir sonucu olmaz.
Oysa Türkiye’nin mevcut iç ve dış koşulları böyle bir lükse fırsat tanımamaktadır. Türkiye’nin bir gün bile gecikmeye ve bir günü bile çözümsüz geçirmeye şansı yoktur. Birincisi, başta Kürt sorunu olmak üzere içerdeki demokratikleşme sorunlarının acil çözüm istediği ve artık ertelenemez bir konumda olduğu tartışmasız bir gerçektir. İkincisi, dış sorunlar başta Suriye olmak üzere demokratik bir yaklaşım dışında adeta savaş noktasına gelmiştir. Üçüncüsü ise, Türkiye’yi bir dış savaştan ancak içerdeki gerçek demokratikleşme koruyabilir.
Demokratikleşme kazandırır
O halde Türkiye’nin gerçek bir demokratik değişim ve yeniden yapılanmadan başka bir şansı yoktur. Ya böyle bir demokratikleşme yaşanacak ya da Türkiye tehlikeli bir savaş içine girecektir. Ne yeni bir seçim ve ne de AKP-CHP koalisyonu gibi orta yol arayışları yeni bir çözüm olamayacaktır. İşte MHP’nin tutumu ortadadır ve ülkeyi tehlikeli bir savaşa sürükleyebilmek için her türlü tahrike başvurmaktadır. Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürt sorununun çözümsüzlüğüne ve İmralı sisteminin devamına artık tahammülü kalmamıştır. Bölgede ve Kürdistan’ın diğer parçalarında yaşanan gelişmeler bunu ertelenemez kılmaktadır.
Bütün bunlar hükümet kurma görevini almış olan Ahmet Davutoğlu’na zamanı tüketme değil, acil ülkeyi demokratik değişime ve yeniden yapılanmaya götürecek geniş tabanlı bir hükümet kurma sorumluluğunun yüklenmiş olduğunu göstermektedir. Bu da ancak bir HDP-CHP-AKP büyük koalisyonuyla gerçekleştirilebilir. Çünkü ancak böyle bir durumda meclis bir Demokratik Kurucu Meclis olarak çalıştırılıp yeni bir demokratik anayasa ve yasal reformlar yapılabilir. Yine ancak böyle bir durumda yeni siyasal süreç müzakere süreci ile birleştirilerek sorunların çözümü kolaylaştırılabilir.
Aslında böyle bir sürece MHP’nin de bir biçimde katılabilmesi ve bu temelde engel olmaktan çıkarılması iyi olurdu. Fakat faşist zihniyet ve siyasetin buna izin vermediği görülmektedir. Bu durumda MHP’yi etkisiz kılıcı bir yaklaşım sürecin sağlıklı yürütülmesi açısından yararlı olur. Bunu da eğer diğer üç parti asgari bir demokratik değişim ve yeniden yapılanma programında anlaşabilirse ve bu temelde öncelikle yeni demokratik bir anayasa yapımını gündeme alırsa başarabilir.
Bu açıdan daha fazla zaman tüketmeye gerek yoktur. Mevcut durumun sürmesi ve zamanın uzaması savaş riskini artırmakta ve Türkiye’yi daha da riskli hale getirmektedir. Bu nedenle AKP ve CHP’nin durumu doğru okuması zorunludur. Özellikle bu noktada CHP’nin rolü önemli olmaktadır. Çünkü böyle üçlü bir büyük koalisyonu ancak CHP’nin etkinliği yaratabilir. Hem HDP’nin hükümete katılmasında ve hem de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşturulmasında CHP çözümleyici ve ön açıcı rol oynayabilir.
Gerçekten de elini taşın altına koyma deyiminin en çok geçerli olduğu bir dönemden geçilmektedir. Deyim yerindeyse parti çıkarlarının aşılarak ülkenin demokratikleşmesini içeren tarihi fırsatları değerlendirecek bir yaklaşımın herkes tarafından gösterilmesine ihtiyaç vardır. Bakalım “Ülke ve halk için varız” diyen partiler bu tutumu gösterebilecek midir? Yoksa ülke ve toplumu yeni bir savaş süreci içine sokmanın sorumlusu mu olacaklardır!