(*) – (**)Bu yazıda imza Gül Evren diye atılmış ise de, yazı ile yazar olarak ilgisi yoktur; gerçekte Lenin tarafından yazılmış Barış Sorunu yazısının tıpkısının aynısıdır. Sadece bana, “Sosyalistlerin HDP’de ne işi var?” diye soran “darkafalı” sosyalistlerin, sordukları sorunun siyasal sonuçlarının ulusal darkafalılık ötesinde şovenizmle malül olduğunu anlatmak için en iyi yol bu, onlara sorunu bir Lenin makalesi üzerinden bir daha okutmak, gibi göründü. Makalede ilgili yerlere Türkiye koşullarına göre ilgili öznelerin adını yazmak dışında bir değişiklik yapılmadı. Bir başkası onlara basitçe “ulusal gurur” pençesinde şovenizme dörtnala koşan dar kafalılar deseydi, kim bilir ne hakaretler edeceklerdi. Aşağıda, Lenin diyor. Şimdi, kendilerince kutsallaştırılan Lenin’e etsinler… Lenin, ne bir kutsal kişi, ne de söyledikleri değişmez kuraldır, çağının devrimcisiydi ve çağın devrimcilerine yol gösterebilir, ışık yakabilir. Ama aşağıdaki yazısı, işçi hareketinin mücadelesi ile evrensel haklar listesine yazdırdığı bir ilkeyi de savunduğu için Leninizm diye anılacak bir toplam varsa o toplamın en önemli parçalarından biridir. Belki de böylece, kendisini Leninist sayan içlerinden bazıları, düştükleri “oximoron” halini görüp cehenneme iyi niyetle taş döşemekten vazgeçerler…
İyiniyetli olanlara, HDK’nin Türkiye ve Kürdistan sosyalistlerinin tarihsel-stratejik ittifakının bir ürünü olduğu; programının da demokratik ve sosyal cumhuriyet uğrağının programı ile büyük oranda örtüştüğü ve ayrıca HDP’nin, Lenin’in makalesinde sözünü ettiği barış arzusundan doğan devrimci görevlerin, bir aşağıdan devrim perspektifi içinde, günümüzün Bolivya’da, Venezüela’da görülen hükümet ederken sosyalizm için mücadeleye dayalı geçiş örneklerini de dışlamayan bir siyasal olanağın somut mücadele aracı olduğu belirtilmelidir. Gerisi, ulusal soruna yönelik darkafalılık değilse, açıkça bilinçli bir şovenizmdir.
Bu bilinçli şovenistler, daha da gür şekilde bayrak sallamaya devam edeceklerdir elbet, onların yanı 1915’deki Kautsky’lerin yanıdır, vatanı savunmaya, CHP’ye payanda olmaya ve bayrak sallamaya devam etsinler. [Eklediğimiz bölümler italiktir. Orijinalinde ara başlık olmadığından ara başlık kullanılmamıştır.]
Gül Evren
Barış Sorunu
V.I.Lenin (**)
“Barış sürecinin sosyalistler tarafından nasıl kavranması gerektiğine bakalım. Barış sloganı, ya belli barış koşullarıyla ilişkili olarak ya da herhangi bir koşulla ilişkisi olmaksızın, belli bir tür barış için değil, ama genel olarak barış için savaşım olarak öne sürülebilir. İkinci durumda, açıkça görüldüğü gibi, slogan yalnızca sosyalist olmamakla kalmıyor, aynı zamanda içerik ve anlamdan da tüm olarak yoksun bulunuyor.
İnsanların çoğu, kesinlikle, genel olarak barıştan yanadır; yıllarca özel savaşın psikolojik operasyonlarını Hürriyet’ten yöneten Özkök, anamuhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu ve Roboski’deki sorumluluğu ortada olan başbakan Erdoğan da bunlar arasındadır, çünkü her biri savaşın sona ermesini istiyor. Ama güçlük şurada ki, her birinin öne sürdüğü barış koşulları, alt emperyalist (yani Kürt halkını ezici ve yağmalayıcı) ve “kendi” ulusunun yararına olan koşullar. Birbirine karşıt olan iki sınıfı, iki siyasal çizgiyi, en farklı şeyleri “birleştirici” bir formül yardımıyla uzlaştırma amacını güden değil, ama yığınların, propaganda ve uyarma yoluyla, sosyalizmle kapitalizm/emperyalizm arasındaki kapatılamaz farklılığı görebilmelerini sağlayacak sloganlar ortaya atılmalıdır.
Sözü sürdürelim: Türkiye ve Kürdistan’ın sosyalistleri, belli barış esasları üzerinde birleştirilebilirler mi? Eğer bu olursa, sözkonusu esaslar, kuşkusuz, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının tanınmasını ve her türlü “toprak ilhakı”nın, yani kendi kaderini tayin hakkını ihlal edici girişimlerin reddini de içermelidir. Ne var ki, eğer kendi kaderini tayin hakkını yalnızca bazı uluslar için kabul ederseniz, o zaman belli bazı ulusların ayrıcalıklarını savunuyorsunuz, yani siz bir ulusalcı ve emperyalistsiniz, sosyalist değilsiniz, demektir. Yok eğer bu hak bütün uluslar için tanınıyorsa, o zaman örneğin yalnızca başka ülkelerdeki mücadeleleri görerek Kürdistan’ı göz ardı edemezsiniz, bütün ezilen halkları dikkate almanız gerekir. (…)
Kürt halkının statü talebini hor gören ve Kürdistan’a el konmasını haklı bulan ya da bu duruma rıza gösteren Türk sosyalistler, sosyalist değildirler, gerçekte şovenist ve ulusalcıdırlar; çünkü Türk burjuvazisinin (ve bir ölçüde Türk işçilerin) Kürtleri ezme “hakkını” savunmaktadırlar. Bunlar sosyalist değil, ama başka ulusları soymasına yardım ettikleri Türk burjuvazisinin hizmetkarıdırlar. (…)
Bu açıklamalardan çıkan sonuç şudur ki, eğer ulusların özgürlüğü isteği, belli bazı ülkelerin emperyalizmini ve ulusalcılığını perdelemek için kullanılan sahte bir istek olmayacaksa, o zaman bu istek bütün halkları, bütün sömürgeleri kapsamalıdır. Ne var ki, Türkiye’de de bir dizi devrimlerin eşliğinde olmadıkça, böyle bir istek anlamsızdır. Ayrıca başarılı bir sosyalist devrim yapılmadıkça bu istek gerçekleştirilemez.
Bu sözler, gittikçe büyüyen halk yığınlarından gelen barış isteğine sosyalistler ilgisiz kalmalı anlamına mı yorulmalıdır? Asla! İşçilerin, sınıf bilinci taşıyan öncüsünün sloganları başka bir şeydir, yığınların kendiliğinden oluşan istekleri tamamen ayrı bir şey. Barış özlemi, “terörizme karşı savaş” gibi, “vatan topraklarının savunulması” gibi burjuva yalanlarına ve kapitalist sınıfın, halk kalabalığının aklını çelmek için uydurduğu benzer yalanlara karşı duyulan düş kırıklığının başlamakta olduğunu ortaya koyan çok önemli belirtilerden biridir. Sosyalistler bu belirtiye çok dikkat etmelidirler. Yığınların barış arzusundan yararlanmak için her çaba gösterilmelidir. (…)
Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı sloganı, kapitalizmin Türkiye’de aldığı mevcut siyasal biçim içinde de öne sürülmelidir. Biz, statükodan yana değiliz, büyük savaşlarda bir kenarda durmak gibi darkafalıca bir ütopyaya da inanmıyoruz. Biz, emperyalizme, yani kapitalizme karşı devrimci bir savaşımdan yanayız. Türkiye kapitalizminin tarihi, Kürdistan’ı yeniden bölüşmek ve uyguladıkları baskıyı artırmak için Kürt ulusunu ezen savaşımını içerir. Bugün, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı sorununun, ezen ulusların sosyalistlerinin tutumuna bağlı olması, bundan ötürüdür. Ezen ulusun sosyalisti ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımıyor ve o hak uğruna savaşmıyorsa, gerçekte o bir sosyalist değil, bir şovenisttir.
Emperyalizme karşı içtenlikli ve tutarlı bir savaşımı, ulusal soruna (bugün) darkafalıca değil, proleterce bir yaklaşımı ancak bu görüş sağlayabilir. Ulusların, ne türden olursa olsun baskı altında tutulmasıyla savaşma ilkesinin tutarlı biçimde uygulanmasını ancak bu görüş sağlayabilir. Bu görüş, ezen ulusların proletaryasına ezilen ulusların proletaryası arasındaki güvensizliği ortadan kaldırır; kapitalizm altında, genel olarak bütün küçük devletler için özgürlük türünden darkafalıca bir ütopyadan farklı olarak, sosyalist devrim (yani tam ulusal eşitlik için başarılabilecek tek rejim) için birleşik enternasyonal savaşımı hazırlar.
Bizim partimizin, yani sosyalist yeniden kuruluş için bir araya gelen sosyalistlerin benimsediği görüş budur. Proletaryaya, “başka ulusları ezen hiçbir ulusun özgür olamayacağı”nı öğretirken, Marx’ın benimsediği görüş de buydu. Marx, İrlanda’nın Britanya’dan ayrılmasını, bu düşünceyle istemişti. Bunu, yalnızca İrlandalı işçilerin değil, özellikle Britanyalı işçilerin özgürlük hareketinin yararına görüyordu. (…)
Kendileri, ezen uluslara mensup olan ve ezilen ulusların “kendi kaderlerini tayin hakkı” için savaşmayan kişilerin sosyalist bir siyaset izleyebilecekleri hayalini beslemek gülünçtür.
Sosyalistler, ikiyüzlü laf cambazlarının, demokratik bir barış olasılığı üzerine söz ve vaatlerle halkı aldatmalarına fırsat vermemeli, her ülkede o ülke hükümetine karşı devrimci bir savaşımlar dizisi verilmedikçe, demokratik barışa uzaktan-yakından benzer bir sonuca varma olasılığı bulunmadığını yığınlara anlatmalıdırlar. Sosyalistler, burjuva siyaset adamlarının, ulusların özgürlüğü üzerine söylevler vererek insanları aldatmalarına fırsat vermemeli, ezen ulusların halk yığınlarına, öteki ulusların ezilmesine yardım ettikleri ve o ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, yani ayrılma özgürlüğünü tanıyıp yüce tutmadıkları sürece, kendilerinin özgürlüğe kavuşmayı beklememeleri gerektiğini anlatmalıdırlar. Barış sorunuyla ulusal sorunda, emperyalist siyasetten farklı olarak, bugün güdülecek sosyalist siyaset budur. Bu tutumun, birçok durumda, devlete ihaneti cezalandıran yasalarla uyuşmaz olduğu, onlara karşı düştüğü doğrudur.
Seçim, sosyalizmle, Türkiye kapitalist devletinin yaptığı yasalara boyun eğme arasındadır; devrimci savaşımla kapitalizme kölelik arasındadır.
Orta yol yoktur. Türkiye işçi hareketine en büyük zararı, ulusal sorunu görmezden gelerek sosyalizm propagandası örtüsü içinde “orta yol” siyasetinin ikiyüzlü (ya da duygusuz) mimarları veriyor.”