Ortadoğu’da son olarak IŞİD’in Suriye ve Irak’ta etkin bir güç olarak ortaya çıkmasıyla karakterize olan süreç genişliyor. Tüm Ortadoğu bölgesel çatışmaların içerisine sürükleniyor. Kısa vadede çözüm görünmüyor.
Ortadoğu’da bugün, 20.yüzyılın başlarında kurulan siyasi güç dengelerinin sarsılması ve çizilen sınırların değişmeye başlaması, uluslararası sistemin güncel ekonomik krizinin yansımaları, ABD’nin hegemonya krizinin derinleşmesi ve bölge ülkelerinin iç dinamiklerinin gelişmesi aynı zamanda yaşanıyor. Bu çakışma bölgenin geleceği belirsiz bir çatışma içerisine sürüklenmesine sebep oluyor. Eski dengeler dağılırken kanlı savaşlar, katliamlar ve trajediler ortaya çıkıyor. IŞİD bu dağılmada katalizör işlevi gören bir güç olarak ortaya çıktı. Bugün küresel güçler açısından kendi yarattıkları canavar olan IŞİD’i durdurmak en elzem hedef olsa da IŞİD’ten sonra Ortadoğu’nun yeni dengeler üzerinde yükseleceği herkes tarafından görülüyor.
Yeni dengelerde güç olma savaşı küresel güçler arasında, bölgesel güçler arasında ve yerel güçler arasında hızlanarak sürüyor. ABD ve Avrupalı küresel güçler ile Rusya ve Çin’in küresel güç savaşı, İran ve Suudi Arabistan’ın bölgesel güç savaşı ve tek tek yerel güçlerin çatışmaları iç içe ve birbirlerini etkileyerek sürüyor. Bu savaşların son süreçte öne çıkanı ise bölgesel savaşlar ve çatışmalar. Ortadoğu’da karşıtlıklar ve ilişkiler her zaman çok grift de olsa (Mesela ABD, Rusya ve Çin’in kadim müttefiki İran ile yakınlaşıyor) şöyle bir şey söylenebilir: ABD ve Avrupalı küresel güçlerin desteklediği Suudi Arabistan öncülüğündeki Sünni güçler ile Rusya ve Çin’in desteklediği İran öncülüğündeki Şii güçler arasında ülke sınırlarını aşan bir bölgesel çatışma yaşanıyor. Suudi Arabistan-İran çatışması ile karakterize olan bu süreçte iki güç birbirine karşı resmi bir saldırıda bulunmasa bile bölgedeki güç bölgelerinde her gün birbirleriyle savaşıyorlar.
Ortadoğu’daki güncel çatışmaya karakterini veren iki önemli gelişme var. Bunlardan birincisi 2011 yılında başlayan ve ‘Arap Baharı’ olarak anılan Arap halk isyanları süreci. İkincisi ise IŞİD’in Suriye ve Irak’ta etkin bir güç olarak ortaya çıkıp bir devlet özelliği kazanması.
Bu iki gelişme şu an içerisinde bulunduğumuz ilişki ve çatışmaların özelliğini belirledi. Çatışmaların bölgesel ve mezhepsel bir hal almasını hızlandırdı. Öncelikle Arap halk isyanları sürecini Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin de İran öncülüğündeki Şii güçlerin de olumsuz karşıladığını belirtmek gerek. Her iki blok da aşağıdan gelen talepleri şiddetle bastırdı. Özellikle Körfez ülkelerinde bu çok daha şiddetli oldu. Olayların dünya kamuoyuna yansımasına bile fırsat verilmedi. Suriye’de hali hazırda süren krizde ise İran ve Baas rejimi olayları başından bu yana terörist eylemler olarak görüp şiddetle bastırdı. Ancak Arap halk isyanları süreciyle birlikte Sünni Müslüman Kardeşlerin bölge genelinde güç kazanması buna karşılık İran’ın Suriye’de güç kazanması mezhepsel ve bölgesel çatışmaları hızlandırdı. Daha sonra yine mezhep çelişkilerinden beslenen IŞİD’in Suriye ve Irak’ta bir devlet kuracak kadar güçlenmesi ve buna tepki olarak İran’ın Irak’ta ve Suriye’de etkisini artırması bölgeyi daha çok saflaşmaya itti. Suudi Arabistan ve İran’ın karşılıklı hamleleriyle ilerleyen bu süreç ülke sınırlarını aşıyor ve çok karmaşık bir dinamik taşıyor.
İran’ın nükleer müzakereler ile birlikte ABD ve Batı ile yakınlaşması ve Suudi Arabistan’da Kral Selman’ın başa gelmesi bugünkü sürecin ilk işaretleri oldu. İran’ın akıllı bir şekilde ABD ve Batı ile yakınlaşırken bir yandan da bölgede gücünü artırması, Suudi Arabistan ve diğer Sünni İslamcı güçleri rahatsız etti. Kral Selman iktidara geldiği andan itibaren aktif bir dış politika izlemeye başladı. Suudi sermayesinin saldırgan talepleriyle uyumlu fetihçi bir dış politika benimsendi. Yemen’de Şii Husilerin gerilla hareketiyle başlayıp başkent Sana’yı ele geçirmeye varan ayaklanması, Kral Selman’ın kendisini göstereceği ilk alan oldu.
Suudi Arabistan öncülüğündeki Husi karşıtı koalisyon sadece Yemen ile sınırlı kalmayacak bir koalisyondur. Bu koalisyon bundan sonraki süreçte Sünni İslamcı güçler açısından bölgesel savaşı yürütecek merkez koalisyonudur. Koalisyonda Türkiye ve Mısır gibi gerginlik yaşayan iki gücün bulunması ve anlaşmaya varması koalisyonun stratejik olduğunu gösteriyor. Bugün de bu koalisyon Suriye’deki krize müdahil olmuş durumda. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar başından beri Suriye’de cihatçı grupları desteklediler. Bu cihatçı gruplardan birisi olan IŞİD’in bölgesel dengeleri sarsacak kadar büyümesi ABD’yi bu destekleri engellemeye itti. Ancak Erdoğan-Selman arasındaki son görüşmeler sonrası Suriye’deki cihatçı gruplara artan destek durumun değiştiğini gösteriyor.
Suudi Arabistan ve Türkiye başta olmak üzere Sünni İslamcı güçler, Suriye’deki radikal cihatçı güçleri yeniden ve daha güçlü destekleme kararı aldılar. Bu karar doğrultusunda Suudi Arabistan ve Türkiye’nin desteği ile cihatçı gruplar Suriye’nin İdlib kentini rejimin elinden aldı. İdlib’in cihatçı grupların eline geçmesi beraberinde katliamları da getirdi. İştebrak Alevi Katliamı bunun en açık örneği. Türkiye ve Suudi Arabistan’ın içinde başta Nusra Cephesi olmak üzere Nurettin Zengi, Ceyşul Mücahidin, Hareket Beyarik el İslam, Liva Sultan Murat, Ebu Amara Tugayı, Liva el Fetih, Liva el Hak, Ceyşul İslam, Keteib Suvvar eş Şam, Ensarul Hilafe, Feylak eş Şam, Ahrar-u Şam, Cephe Şamia gibi radikal cihatçı grupların oluşturduğu bir ittifakı desteklemesi bilinçli olarak ‘muhalif’ grupları desteklemek olarak sunuluyor. Ancak bu gruplar IŞİD dışındaki El Nusra’ya bağlı ve bağımsız cihatçı gruplar ve gittikleri her yerde katliamlara imza atıyorlar.
Başını Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır’ın çektiği bu koalisyonun önümüzdeki günlerde Halep’e yönelik bir operasyon gerçekleştirecekleri haberleri yayıldı. İdlib’de olduğu gibi cihatçı grupların Halep saldırısı Türkiye ve Suudi Arabistan tarafından aktif olarak desteklenecek. Saldırıya 20 cihatçı grup ve 10 bin cihatçı katılacak. Suriye’deki durumu tersine değiştirmek için yapılan bu hamle başarılı olursa Halep’te çok büyük katliamlar olması olası. Dahası bu koalisyonun bundan sonra bölgesel nitelikli bütün çatışmalara müdahil olacağını söyleyebiliriz. Bunun karşısında Şiiler de İran etrafında hızla saflaşıyorlar. Bu durum da bölgede mezhepsel savaşların daha da büyüyeceğini gösteriyor.
Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır’ın bu du politik hamleleri aynı zamanda iç politik hamleler olma özelliği taşıyor. Özellikle 2011 yılından itibaren bu ülkelerde iç dinamikler yönetilemez duruma geldiler. Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın tek adam diktasına karşı ciddi bir muhalefet gelişti. Tayyip Erdoğan’ın ‘Başkanlık’ hayallerinin 7 Haziran seçimlerinde suya düşmesi ihtimali yüksek. Suudi monarşisi ise demokratikleşme taleplerini ve Şiilerin baskısını ensesinde hissediyor. Mısır ise yıllardır kaynayan kazan konumunu devam ettiriyor, Sisi yönetimi hala meşru görülmüyor. Dolayısıyla bu güçlerin hepsi bölgede saldırgan bir dış politika izlemekte yarar görüyorlar. Ancak bu hamlenin boşa çıkması iç politik krizlerini de derinleştirerek onları başarısız kılacaktır. Yine bu güçler cihatçı grupları desteklerken ABD soğukkanlı ama dikkatlice izliyor. Ve memnun olmadığı çok açık. Sonuç itibariyle bölgedeki mezhep karşıtlıklarından beslenen bölgesel çatışmaların önümüzdeki süreçte genişleyerek devam edeceğini söyleyebiliriz. Bizim Türkiye’de yapabileceğimiz en iyi şey ise cihatçı grupları aktif destekleyip komşumuzda katliamlara imza atan AKP iktidarını ve Tayyip Erdoğan’ı durdurmak olabilir.