TUNCAY YILMAZ – Diğer Yazıları …
Kemalizm’den ve şovenizmden kopamamak bir yana, Türkiye’de kendisini sol/sosyalist sayanların bir kısmının en büyük yanılgılarından biri sosyal demokrasiye bakışları ve onunla ilişkilenme biçimleridir.
Asıl olarak işçi sınıfı ve ezilenlerin yükselen eşitlik ve özgürlük mücadelelerini sistem içinde frenlemek için egemenler tarafından devreye sokulan sosyal demokrasi, solun bir kısmı tarafından devrimci mücadelenin gelişme konağı olarak algılanagelmiştir.
Baştan yanlış iliklenen gömlek düğmesi misali bir türlü doğru politik sonuçlara ulaşamadı bu kesim. Bazen bizi büyük yanılgılara düşüren “nesnelciliği” teşhir edercesine durmuş saat kadar bile olamadılar. Hiçbir kritik eşikte doğru yönü işaret edemediler ne yazık ki.
Düşünme sistematiklerindeki temel hatayı basitçe anlatalım. Her kritik dönemeçte CHP’den medet uman bu kesimler CHP’yi bir sosyal demokrat parti olarak görüp, sosyal demokrasinin kendisine alan açması durumunda sosyalistlerin de önünün açılacağını varsaydılar ve buna göre politikalar geliştirdiler. CHP’nin ne kadar “sosyal demokrat” olduğu tartışması bir yana, bu yaklaşım onların gömlekte baştan yanlış iliklenen düğmesi oldu. Oysa bırakalım dünya örneklerini, Türkiye siyasi tarihi dahi devrimci mücadele yükseldiğinde egemenlerin sosyal demokrasiyi devreye soktuğuna ilişkin pek çok örnekle dolu.
Oysa denklem tam tersine kurulmak zorunda. Memlekette az çok işe yarayacak bir sosyal demokrat partinin olabilmesi, sermayenin bütün kanatlarından kopmuş sol, sosyalist bir odağın mücadeleyi yükseltilmesine bağlı. İşçiler ve diğer ezilenler kendi eşitlik ve özgürlük mücadelelerini ne kadar büyütürlerse, egemenler de ellerindeki sosyal demokrat aparatı o kadar işlevlendirir, içeriklendirirler. Bir diğer deyişle sosyal demokrasi sosyalistlere alan açmaz, sosyalistler egemenleri sosyal demokrasiyi geliştirmek zorunda bırakırlar.
CHP sosyal demokratikleşiyor mu?
Son süreçte yaşanan gelişmeler bu yaklaşımı destekler bir tablo ortaya çıkarmış durumda. Sadece Kürt halkının değil, Karadeniz’den, Ege’ye, Çukurova’dan Trakya’ya ve metropollere halkın gündemine giren HDP, egemenleri de CHP’yi de harekete geçirmiş durumda. HDP Türkiye emekçilerinin ve ezilenlerinin birlikte mücadele yürüttüğü bir partiye dönüştükçe, tezimizi doğrularcasına CHP daha sosyal içerikli bir programı gündeme sokmakta. Ve çok iyi biliyoruz ki HDP oynaması gereken rolü oynamaya devam ettikçe, burjuvazi CHP’yle ya da başka bir partiyle bu alanı doldurmaya daha da fazla çabalayacak.
Hiçbir endişeye kapılmadan söyleyelim, CHP’nin gerçek bir sosyal demokrat partiye dönüşmesinden memnuniyet duyarız. Eklektik ve tutarsız da olsa CHP’nin seçim programına aldığı demokrasi talepleri bizi ancak mutlu eder. Keşke CHP (ve arkasındaki “modern!” burjuvazi) tutarlı bir biçimde burjuva demokratik talepleri savunan bir parti haline dönüşebilse.
CHP’nin seçim bildirgesinde bu yönlü kimi adımlar görsek de maalesef ortaya çıkanın hala bir sosyal demokrat parti programından çok uzak olduğunu söylemek zorundayız. Bizdeki kapitalizmin çarpık gelişimi tüm siyasi hayatımıza yansımış durumda. Asıl olarak alt yapıyı düzeltmeden asfalt üstüne asfalt döken belediyeler gibi CHP de yüzeysel bir makyajla yetinmiş görünüyor.
Ne demeye çalıştığımızı CHP programından birkaç örnekle açıklayalım.
CHP’nin en büyük propaganda kalemi her geçen gün daha da gelişen otoriterleşmeye karşı geliştirdiği tezlerdir. Kılıçdaroğlu ağzını açıyor demokrasi elden gidiyor diyor, kapatıyor diktatör özentisi Recep Tayyip Erdoğan diyor. İyi, güzel. Bu söylediklerine biz de katılıyoruz. Peki ama yerine ne öneriyor CHP? Örneğin bunca gürültüye rağmen “Milli Güvelik Kurumu’nu (MGK) dağıtacağız” diye bir cümle var mı seçim bildirgelerinde? Yok! Parlamentoyu anlamsızlaştıran, antidemokratikliğin, otoriteleşmenin dik alası olan MGK’yı kaldırmadan hangi demokrasiyi getirmeyi hedefliyor CHP?
Bir diğer önemli başlık ise haklar ve özgürlükler. Ve tabiî ki burada en önemli alt başlık laiklik. Laikliği konvansiyonel silahmışçasına kullanan, kendisine sosyal demokratım diyen bir partinin vaatler bildirgesinde “Diyanet İşleri Başkanlığını kapatacağız. Çünkü laik bir devlet yapılanmasında din işleri devlet eliyle yönetilemez” diyememesi kadar acı bir durum nasıl izah edilebilir? Temelinden tavanına mezhepçi bir anlayışla inşa edilmiş bir yapı nasıl demokratikleştirilebilir? Daha doğusu tüm inançlara eşit bile davransa -olmaz ya- bizzat devlet eliyle organize edilen inanç yaşamı olan bir sistem nasıl laik olabilir?
Eğitimi ve temel sağlık hizmetlerini parasızlaştırmayı, anadilinde eğitimi (isteyenin anadilini öğrenmesi değil, o zaten serbest!), seçim barajının tamamen kaldırılmasını savunamayan; soykırımlarla ve katliamlarla yüzleşmeyi hala tabu sayan bir pati nasıl sosyal demokrat olabilir? Ekonomi politikalarındaki piyasacılığı, neoliberalizm perspektifini hiç söylemiyorum. O zaten burjuva demokrasisinin fıtratında var. Ama bari kendi alanında birazcık sosyal demokrat olabilmeyi başarsaydı da biz de “CHP’den alkışlanacak hareketler” diyebilseydik.
Velhasılı kelam, biz burjuva demokrasisini aşarak sosyalizme doğru yürüyüşün planını yapalım istiyoruz ama demokrasi meselesinde de iş yine bu memleketin ezilenlerine ve emekçilerine düşmüş durumda. Kıssadan hisse, memlekete demokrasi gelecekse, onu da “BİZLER” getireceğiz.
30.4.2015
Bu yazı Siyaset’in 25. (Mayıs) sayısında yayımlandı.