YAŞAR KÜÇÜKASLAN – Diğer Yazıları …
İçinde bulunduğumuz 2015 yılı, kamuoyunda ağırlıklı olarak Ermenilere yönelik soykırımın 100. yılı olarak anılıyor. Şüphesiz Ermeni halkı İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı Devleti tarafından çok büyük bir kırımdan geçirildi. Ancak aynı dönemde Ermenilerin yanısıra Rumlar/Pontuslular, Ezidiler ve Asuri/Süryani/Keldaniler de benzer şekilde soykırıma uğratıldılar. Asuri/Süryani/Keldaniler arasında bu soykırım ”Seyfo” olarak adlandırılır.
Soykırım denince akla Ermeni soykırımının gelmesinin bazı sebepleri var: Birincisi, o günkü Osmanlı topraklarının (daha sonra Türkiye Cumhuriyeti) Türk-İslamlaştırılması projesi çerçevesinde Müslüman olmayan halkların şöyle ya da böyle yok edilmesi işi -sistematik biçimde- 24 Nisan 2015’te 200 Ermeni aydının toplanıp sürülmesi ve infaz edilmesiyle başladı. İkincisi, Ermenilerin şehirli ve aydın kesimlerinin daha geniş olması, seslerini dünyaya daha güçlü duyurabilmeleri; ayrıca bir Ermenistan devletinin bulunması, konuyu hep gündemde tuttu.
Ermeni toplumunun uzun süre Seyfo/Soykırımın yalnızca kendilerine yönelik olan yönünü göstermesi Asuri/Süryani/Keldanilerin yaşadıklarını gölgede bıraktı. Ama bugün Ermenistan devletinin XX. yüzyılın başında uygulanan sistemli etnik temizlik politikasının halkımızı da hedef aldığını, soykırımın bizlere de yapıldığını kabul etmesini memnuniyetle karşılıyoruz.
Asuri/Süryani/Keldaniler her ne kadar Mezopotamya/Kürdistan coğrafyasında tutunup yaşamaya devam etmişse de, hem devletin tutumu, hem de kendi korunma kaygılarıyla siyasetten uzak kaldılar. Ancak 1970’li yıllarda halkımızın aydın kesimlerinin güçlenmesi ve sosyalistleşmesiyle yaşadığımız soykırım ve sonrasında sistematik baskı ve asimilasyon uygulamaları gün yüzüne çıkmaya başladı. Tabii o dönemde Türkiye’nin sosyalist ve demokratlarının bu topraklarda yaşayan halklara olan ilgisizliği (aslında egemen ideolojinin etkisi altında kalmaları) halkımızın yaşadığı katliam ve acıların uzun süre görünmemesinin sebeplerindendir.
Asuri/Süryani/Keldani halkımız Cumhuriyet döneminde yaşadığı ağır baskılar nedeniyle Avrupa’ya yoğun biçimde göç etti. Burada oluşan diyaspora ortamında halkımızın yaşadığı Seyfo çeşitli etkinliklerle dile getirildi. Ancak ilk başlarda bu etkinliklerde hep siyasetten uzak durmaya çalışılıyordu. Halkımızın kendi kimliğine açıkça sahip çıkması ve ulusal taleplerini ileri sürmesi, ancak 1980’lerin ortalarından itibaren Kürt Özgürlük Hareketi’nin güçlenmesinin etkisiyle gerçekleşti. Bu dönemde başlayan yurtseverlik uyanışı, bunun 1986’larla devrimci bir rotaya girmesi, 1995’lerde devrimci faaliyet ve örgütlenmeye dönüşmesiyle birlikte Seyfo/Soykırım etkinliklerinde Türk devlet zihniyeti net olarak ortaya konuldu. O günden sonra halkımız Seyfo/Soykırım davasına ciddi biçimde sahip çıktı. Tabii gelişmeler böyle olunca, başta sosyalist ve demokrat kesimlerden, Kürt Özgürlük Hareketi’nden gereken ilgi görüldü, Batı dünyası da Seyfo/Soykırım davasına eğildi. Artık Seyfo/Soykırım denilince sadece Ermeni ulusu değil, Asuri/Süryani/Keldani ve Pontus halkları ile Ezidiler de görülmekte. Bu halklar aynı zamanda ortak etkinliklerde bulunmaktalar. Geldiğimiz durumda, ilk defa Seyfo/Soykırım İsveç ülkesinde resmi olarak kabul edildi. Birçok ülke bunu kendi gündemine aldı, birçok ülkede Seyfo/Soykırım anıtları dikildi. Bu konuda ciddi çalışmalar yapıldı, yapılmakta.
Bu Seyfo/Soykırım korkusu, XIX. yüzyıldan, yaşadığımız XXI. yüzyıla kadar Kürt, Alevi, Ezidi katliamlarıyla, kontr-gerilla ve JİTEM’in faili meçhul cinayetleriyle, Hrant Dink, Roboski ve Paris katliamlarıyla devam etti. Bu mantık Türkiye’de Kemalist ve ”ılımlı İslamcı” iktidarlar eliyle yürütüldü. Benzeri politikalar bölgede, emperyalizmin işbirlikçileri ve yerel gerici diktatörlükler, en son IŞİD tarafından tüm halklara karşı uygulandı, uygulanıyor. Günümüzde de Ninova, Şengal ve Kobani’de yaşananlar; bir nevi dönemin Seyfo/Soykırımıdır.
Bunların etkin olduğu ortamda halkımız, Ezidiler, Türkmenler, Şabaklar kendilerini nasıl koruyabilirlerdi?! Bölgenin egemen güçleri bu halkların irade göstermesine dahi tahammül edemiyordu. Tabii şimdi durumlar farklı, artık ortada bir demokartik özerklik formülü var, bu formülü büyük bir kahramanlıkla savunan bir güç var. İşte bu gücün verdiği güven, halklarda yarattığı demokratik hak algısı, doğal olarak ezilen halklara cesaret ve mücadele azmi veriyor.
Halkımız bu tarihi fırsatı, büyük bir özenle değerlendirmeye çalışıyor. Ninova alanında kendi savunma gücünü örgütlüyor, bununla kendi yönetimini de inşa etmeye çalışıyor. Ayrıca Demokratik Özerklik anlayışı ve sistemi içinde Türkiye ve Rojava/Gozarto’da yer alıyoruz.
Bu çalışmanın başarılması için, diasporada yaşayan halkımız maddi, manevi ve diplomatik desteğini sunuyor. Halkımız, tarihte ve günümüzde yaşadığı kırımlara rağmen, bir kez daha ayağa kalkıyor ve kendi kimliğiyle özgürce yaşamak için tüm gücünü ortaya koyuyor.