21. yüzyılda gittikçe artan ölçüde dijital/sanal denilen dünya ilişkileri eski dünyanın birçok ilişkisini değişikliğe uğratarak ikame etmeye başladı ve giderek eski ilişkiler sistemini de değişikliğe uğratan yeni bir dünya kurmaya başladı.
Birikim Dergisi’nin Kasım 2023 sayısında Tanıl Bora ve Tuğrul Paşaoğlu’nun Mahir Sayın ile solun dijitalleşme, yapay zeka, 4. Sanayi Devrimi ve iki katmanlı hale gelen dünya ile ilişkisi, yapay zekanın örgütlenmeye, toplumsal ve uluslararası ilişkilerde yarattığı etkilere ve yarattığı değişimler üzerine yapılan söyleşisini yayınlıyoruz.
• Türkiye ve dünya solunun, solcularının, yapay zekâ (ve onunla özetlediğimiz teknik gelişme) karşısındaki tutumunu, tavrını nasıl yorumlarsın?
Türkiye solu deyince bunu ikiye ayırarak bu soruyu yanıtlamak gerekir kanısındayım. Birincisi herhangi bir örgüt yönlendirmesi olmadan çağdaş gelişmeleri izleyen sosyalist aydınların meseleye gösterdiği ilgidir. Bu anlamda oldukça geniş, birikim sahibi bir çevre bulunmaktadır. Ancak bunların yaptıkları çalışmaların sosyalist örgütleri pek etkilediği söylenemez. Bu konuda bir istisnayı DİSK oluşturmaktadır. Meselenin sınıf mücadelesi ve sendikacılık açısından önemini kavrayan DİSK’in 30 Eylül’de gerçekleştirdiği “Dijitalleşme,
Emek, Gelecek ve Türkiye” konferansını hatırlatmadan geçmek olmaz. Umarım herkes için uyarıcı bir girişim olmuştur.
Sosyalist örgütlere gelince, esasında meselenin özünün kavranarak ele alındığını söylemek olanaklı değil. Elbette içinde yaşadığımız çağın hakikatini kimse görmezlikten gelemez ve dolayısıyla da ortaya çıkan yeni imkânları her kesim kendi açısından değerlendirmekten geri kalmamaktadır. 20. yüzyılda yaşamaya devam eden bütün örgütler aynı zamanda 21. yüzyılın getirdiği yenilikleri eski yapılarını konsolide etmek için kullanmaktan geri kalmamaktadır. Dijitalleşmenin ortaya çıkardığı imkânları herkes bir biçimde değerlendirmektedir. Ama meselenin esasını da burası oluşturmaktadır. Geleceği geçmişe ekleyerek var olmakla, geçmişi geleceğe entegre eden yaklaşım biçimleri birbirinden farklı şeylerdir; bunu hat sanatını incelterek çok güzel eserlerin çıkarılmasının mümkün olmasıyla, aynı şeyin bir türlü resme dönüşemeyecek olmasına benzetebiliriz. Kanımca, sosyalist örgütler açısından günümüzün en önemli örgütlenme sorununu oluşturan da budur.
21. yüzyılın ortaya çıkardığı karakteristikleri esas almadan yapılacak her türlü örgütlenme var
olan imkânları değerlendirememek ve dolayısıyla örgütlenememek anlamına gelmektedir. Tarihimizde 15-16 Haziran’dan sonraki en muazzam toplumsal direniş örneğini oluşturan Gezi bunun çok önemli bir örneğini oluşturur. Yepyeni bir eylem ve örgütlenme biçimini, iktidarın azgın saldırılarının belirleyici olduğu koşullarda, eski yapılara eklemeye, onların kalıbına sokmaya çalışanlar da dağıttı demek çok yanlış olmaz.
• Türkiye’de bu tutumlar içinde kayıtsızlığın payı biraz fazla olabilir mi? Bu konuyu konuşur, yazarken nasıl yankılar alıyorsun?
Mesele bir kayıtsızlık sorunu değil; biraz önce söylediğim gibi içinde yaşadığımız gerçekliğe kimse kayıtsız kalamaz. Herkes dijitalleşmenin getirdiği imkânların ne kadar büyük olduğunu görüyor ve sağcısıyla solcusuyla bunları elinden geldiğince kullanıyor. Konu zaten kendiliğinden çok ilginç olduğu, bilimkurgu romanları ya da filmlerinin yarattığı gibi bir ilgiye mazhar olduğu için görmezden gelindiğini söylemek mümkün değildir. Sorun bunun hangi bağlam içerisinde ele alındığındadır. Dijitalleşme ile birlikte küresel çapta toplumların dokusu ve birbirleriyle ilişkileri değişiyor; sadece toplumların değil bireylerin birbirleriyle ilişkileri de değişiyor: ekonominin karakteri değişiyor. Bu değişimin belki de 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında cereyan etmiş olan değişimden de daha büyük ve belki de tüm insanlık tarihindeki, insanın dili geliştirip homo sapiens’e geçişi kadar büyük bir dönüşümün eşiği olduğu gerçeğini kavramak gerekiyor. Böyle bir bilincin oluştuğu kanısında değilim.
Yapay zekâ ve genel olarak dijitalleşme sorunuyla ilgili sosyalistlerden pek fazla bir reaksiyon aldığımı söyleyemem. Meselenin fantezi yönleri daha çok ilgi çekiyor. Meseleyi akademik olarak ele alanlardan ise çoğunlukla inceltilmiş tez konusu olabilecek sorular alıyorum. Bir de çağ değişiminin farkında olan örgütçüler, özellikle örgütlenme konusundaki imkânları daha çok sorgulayan, beni de daha derinden düşünmeye sevk eden sorular soruyorlar. Ama söylediğim gibi nasıl büyük bir değişimin eşiğinde olduğumuzun bilincine henüz varılmamış olması nedeniyle genel ilginin düşük olduğunu söyleyebilirim.
• Solun yapay zekâyı, genel olarak enformatik-dijital imkânları “kullanmaya” dönük veya bunları siyasi-toplumsal perspektifine oturtmaya dönük olumlu deneyimleri olarak, yurtta ve cihanda hangi örnekleri verebilirsin?
Yurtta “kullanmaya” dönük çaba hemen hemen her cenahta var ama meselenin can alıcı noktasını da zaten bu “kullanma” meselesi oluşturmaktadır. Daha önceki bir sorunuza da yanıt verirken işaret etmiştim; meselemiz 20 yüzyıldaki kurgularımızı 21. yüzyılın bu muazzam değişikliğiyle nasıl daha fazla geliştirebileceğimiz değil, büsbütün bir yenilik olan 21. yüzyılın yeni kurgusunun ne olduğu ve eskiyi buna göre nasıl bir dönüşüme uğratıp yepyeni bir senteze ulaşacağımız meselesidir. Daha belirgin hale gelebilmesi için şunun altını çizmek gerektiği kanısındayım: 21. yüzyıla kadar sadece reel ilişkilerden oluşan ilişkiler sistemiyle örülmüş bir dünyamız vardı. Dijital ya da sanal denilen, bu dünyanın bir eklentisi idi ve önemi de o “eklenti” olma ölçüsündeydi. Ancak 21. yüzyılda gittikçe artan ölçüde dijital/sanal denilen dünya ilişkileri eski dünyanın birçok ilişkisini değişikliğe uğratarak ikame etmeye başladı ve giderek eski ilişkiler sistemini de değişikliğe uğratan yeni bir dünya kurmaya başladı. Esasında buna yeni bir dünya demek yerine var olan dünyamızın reel ve sanal yüzleri olarak iki katmanlı bir dünya demek daha yerinde olur. Burada bilincine varılması gereken şey eski reel dünyanın da artık eskisi gibi var olamayacağı ve eski ilişkileri aynısı gibi korumaya kalkışmanın bağların kopmasına sebep olacağıdır. Farkına varılması gereken şey,
sanal dünyanın ilişkilerinin artık eski ilişkileri de, var olmaya devam etseler de değişikliğe uğrattığı ve bir kısmını da tedricen ortadan kaldırmakta olduğudur. Burada sözünü ettiğim sanal dünyanın henüz bebeklik aşamasında olduğu gerçeğini göz ardı etmemek ve reel dünyanın bütün ilişkilerinin de tükendiği fantezisine düşmemek gerekiyor. Dolayısıyla da yeni dünya tasavvurumuzu kurabilmek için bu bebeğin yürüyüp konuşmaya, koşmaya başladığında nasıl bir dünyanın oluşacağını zihnimizde canlandırmaya çalışmak gerekir. Meseleye bu perspektiften baktığımızda henüz dünyada herhangi bir tamamlanmış projenin geliştirildiğini söylemek mümkün değildir. Kanımca da dünya sosyalist hareketinin, 20. yüzyıl sosyalizmi çöktükten sonra bir türlü ayakları üstüne kalkamamasının ardında hâlâ bu geçiş döneminin sıkıntılarıyla boğuşuyor olmasının yattığını söyleyebilirim.
Yaşadığımız iki katmanlı dünyanın ortaya çıkardığı dijital ağlarla örülü toplumun 20. Yüzyılın demokratik merkeziyetçi örgütlenmelerine karşı ağ ilişkilerine dayalı ademi merkeziyetçi örgütlenmeleri bir alternatif oluşturmaya çalıştı. Bu yeni oluşumların, şimdiye dek süregelen siyaset ilişkisinde de karşılıklı etkileşim (interaktivite) ve geri besleme (feedback) yoluyla önemli bir değişikliği oluşturmaya başladığı gerçeğinin altını çizmek gerekir; artık siyasetçi-seçmen (birinciden yana tek taraflı) ilişkisinin yerini “seçmenin” özne olarak her an siyasete müdahalesinin ve giderek doğrudan demokrasinin imkânlarının alıyor olması, siyasetin karakterinde dayanışma toplumunun gerçekleştirilmesi doğrultusunda önemli bir gelişmedir.
Henüz siyasal değişimi gerçekleştirebilecek bir örgütlenme ya da hareketin ortaya çıktığını söylemek olanaklı değil. Benim kanaatime göre birbirinin zıddı gibi duran bu iki anlayışın (demokratik merkeziyetçilik-ademi merkeziyetçilik) günümüz gerçeklerine göre yeni bir sentezinin yapılması gerekmektedir. Siyasi partiler düzeyinde olmasa da belli bir projeyi gerçekleştirme anlamında böyle en başarılı proje olarak Wikipedia’yı gösterebiliriz. Reel olanla sanal olanı ve merkeziyetçi olanla ademi merkeziyetçi olanı birleştirerek dünyanın en büyük ansiklopedisini crowd sourcing/kitleden kaynak temini yoluyla gerçekleştirmeyi başardılar. Aynı şeyin (tabii ki siyasal partinin bir ansiklopediden apayrı bir şey olduğu gerçeğini unutmadan) siyasal ve toplumsal alanda da gerçekleştirilebileceğini düşünüyorum. Henüz böyle bir sentez üretemedik ama bunun birçok imkânının ortaya çıkmış olduğu kanaatini taşıyorum. İlginin bu alana yoğunlaşmasıyla bu konuda hızlı ileri adımların atılabileceği inancındayım. Örgütlenme sorunu bir yandan teorik bir mesele oluştururken daha çok hayatın detaylarında yatan incelikleri göz önünde bulunduran örgütçülerin işi olduğunu da akılda tutmak gerekir.
Hem Türkiye’de hem de dünyada dijital imkânları yeni bir örgütlenme ve politika yapma biçimi olarak geliştirmeye çalışan akımlar var. Türkiye’de bu girişim epeyce zayıf. Korsan Parti girişimi dünyadaki örneklerinden de yararlanarak bu işi birkaç kez denedi; denemeye devam ediyor. Dünyada iki katmanlı ya da sadece sanal dünyada örgütlenmeye çalışan ve belli başarılar elde eden akımlar var. ‘Platform partileri’, ‘internet partileri’, ‘ağ partileri’, “siber parti” ‘dijital partiler” veya ‘ağ bağlantılı (networked) parti’ kavramları çoktandır kullanılmaya başladı.
Teknoloji kullanımının da bir insan hakkı olduğunu, teknolojinin tüm insanlığın erişimine özgür bir biçimde sunulması gerektiğini ve doğrudan demokrasiyi (E-demokrasiyi) savunan Korsan Parti ilk olarak 2006 yılında İsveç’te kuruldu ve hızla 40 kadar ülkeye yayıldı. 2009 yılında Fransız Korsan Partisi (Parti Pirate) ilk kez parlamento seçimlerine girdi ve %2,08 oy aldı. Yine aynı yıl İsveç Korsan Partisi %7,13 oy alarak İsveç parlamentosunda 2 sandalye kazanırken Avrupa Parlamentosu’na da girdi. Dünyanın 30’a yakın ülkesinde seçimlere katılan korsan partiler Almanya’da %2 (2010), Lüksemburg’ta %6,6 (2018), Çekya’da %10,8 (2017), 2016’da İzlanda Genel Seçimleri’nde %14.5 oy alarak 10 sandalye ile üçüncü parti oldu; 2017’de yapılan seçimlerde ise ancak %9.1’e ulaşabildiler.
Bunların dışında birçok ülkede benzer türden örgütlenmeler (İtalya’da Movimento 5 Stelle (M5S), Fransa’da Insoumise, İspanya’da Podemos, Barcelona en Comú (Katalonya) ve İngiltere’de Momentum gibi sol popülist partiler) hayat buldular. Çok iyi bir örnek de Arjantinli bilişimci ve aktivistlerden oluşan bir grubun 2012’de DemocracyOS diye bir yazılım aracılığıyla Partido de la Red (Ağ Partisi) isimli bir parti oluşturmaları ve iki aylık bir çalışmadan sonra Buenos Aires’te katıldıkları yerel seçimde %1.2 (22.000) oy almalarıdır. Aldıkları oy çok olmayabilir ama yarattığı etki büyüktür; yazılım kısa zaman sonra İspanya’da Podemos’ta, Tunus’ta anayasa yapım sürecinde, Polonya’da ve Estonya’da kullanılmaya başladı. Bu arada SYKP’nin de, DemocracyOS gelişkinliğinde olmasa da doğrudan demokrasi uygulamasına imkân sağlayan bir sistem kullandığını belirtmeden geçemeyeceğim.
• Bu konudaki yazılarında “Ya sosyalizm ya barbarlık, 2.0” diye özetlenebilecek bir uyarıda bulunuyorsun. Birçok başka bilim insanı ve düşünürün de yaptığı gibi… Yani, hem sahiden komünizmin potansiyelini sunuyor yapay zekânın son merhalesi olduğu teknolojik gelişme, hem de insanlığın sonunu getirebilecek bir tehlikenin… Önce temel mesajını kısaca biraz açsan…
– Her türlü üretim aracının yarattığı imkânlar ve tehlikeler gibi yapay zekâ da mülkiyetine ve oradan kaynaklanan kullanım biçimine bağlı olarak insanlığa karşı bir tehdit ya da insanlığın tarih öncesinden insanlık tarihine adım atmanın önemli bir imkânı olarak düşünülebilir. Yapay zekânın kullanımı konusunda en bariz tehdidi dördüncü sanayi devrimi oluşturmaktadır. Zaten irrasyonalitesinin ötesinde, çoktan bir felaketler zinciri haline gelmiş olan kapitalizmin 2008’le birlikte tükettiğini ilan ettiği neoliberal birikim modeline bir alternatif olarak düşünülen yapay zeka temelli yeni birikim modeli, aynı neoliberalizm gibi ekonomik olduğu kadar siyasal, ideolojik ve toplumsal olanı da kapsamaktadır. Almanların E4.0 adını verdikleri dördüncü sanayi devrimi maddi malların ve muhtelif hizmetlerin üretimini sıfıra giden canlı emek aracılığıyla üretme imkânını sunarken insanlığı ikili bir dünya imkânının da eşiğine getirmektedir. Bunlardan biri kapitalizmin kendisini dijital olarak yenilemesiyle birlikte eşitsiz gelişimi korkunç bir düzeye yükseltip, ekolojik yıkımı derinleştirmesi ve buna uygun bir siyasal şekillenme olarak (faşizmin bir yeni türü olduğunu da söyleyebiliriz) gözetleme-denetim devletinin gerçekleştirilmesiyle bizleri Big Brother 1984’ün tarif ettiğine benzer bir distopyaya mahkûm etmesidir. 1984’ün bir fantezi olduğu o zamanlar söylenebilirdi ama bugün bir zamanlar Bentham’ın 19. yüzyıl için öngördüğü hapishane modelli panoptik toplum artık bir fantezi değildir; Çin Halk Cumhuriyeti bu işi realize etmeye başladı bile. İnsanı kalabalıklar içinde, yüzünden değil arkasından da tanıyabilen 200 milyon yüksek çözünürlüklü (400 mega piksel) kamerayla ve bin bir türlü büyük veri kaynağıyla tüm toplumu gözetleyen devlet, aynı zamanda sosyal kredi sistemi diye bir icatla da insanları tam anlamıyla panoptik bir kurgu içerisine yerleştirmiş bulunuyor. Sistem oturduğunda 1.4 milyar Çinli bu gözetleme sisteminin sağladığı puanlarla ayağında elektronik kelepçeyle dolaşan insanlar haline gelecek. Hele bir de buna bireysel ve toplumsal profil oluşturarak davranış biçimlerinin ve onlara karşı yapılabilecek olanların öngörülmesine imkân veren bir sistem oluşturulduğunda, tam bir denetleme toplumu gerçekleşmiş olacaktır; Bentham öngörüsünün böylesine muazzam şekilde gerçekleştiğini duysaydı, bunu mezarından naralar atarak kutlardı. Ama bu korkunç distopyaya karşın, komünistlerin büyük ütopyası da tam Marx’ın dediği gibi gerçekleşme imkânına sahiptir. Maddi malların üretiminin sıfıra yakın ya da sıfır canlı emek üretimiyle gerçekleştirilebilecek olması gerçek anlamda özgür üreticiler toplumunun oluşması ve sabahleyin beste yapan insanın öğleden sonra da canı istediğinde toplum için gerekli olan bir başka işi yapabilecek imkânlarının oluşması anlamına gelecektir. Yani artık uzun bir geçiş döneminden sonra değil, yüzyılın sonuna varmadan küresel bir komünizmin gerçekleşmesi bir hayal değil realite haline gelmiş bulunmaktadır.
• Devamında şunu da konuşsak: “kıyametçi” dil, ekolojik kriz konusundan da biliyoruz, kâh ürküten, kâh kayıtsızlığı teşvik eden bir etki yaratabiliyor. Biraz “peygamberane” bir mesaj gibi algılanabiliyor. Büyük siyasi davanın berisinde, günlük, somut, mikro düzlemde, bu konudaki duyarlılığı işleyecek, ileri götürecek neler yapılabileceğini düşünürsün? Teknolojiyi “kullanma” yordamıyla ilgili de soruyorum bunu;?
Bu dijitalleşme ya da yapay zekâ olayının ekolojik yıkımla benzeşen ve benzeşmeyen tarafları var tabii ki; ekolojik yıkım gibi yıkıcı, yok edici tarafı olduğu gibi, insanlığın yeni bir çağının da habercisidir aynı zamanda. Ekolojik yıkım tek bir karaktere sahiptir. Yok edicilik ve bu nedenle de ondan kurtulmak gerekmektedir. Ancak dijitalleşme ya da yapay zekâ buna benzemez. Her ikisinde de mülkiyetin özel/tekelci karakteri felaketin belirleyicisi olmasına karşın mülkiyetin kolektifleşmesiyle ekolojik felaketten kurtulabiliriz ve bir daha da lafını etmeye gerek kalmaz. Ancak mülkiyetin kolektifleştirilmesiyle yapay zekâ bizimle birlikte kalmaya devam eder ve ondan sonra da tam bilimkurgu romanlarında olduğu gibi ya da Marx’ın hayal ettiği gibi “özgür üreticiler toplumu” hayat bulur. Ama Marx’ın hayalleri içinde bildiğim kadarıyla insanın yanında ikinci bir “zeki” varlık söz konusu değildir. İşte tam burada sanki bilimkurgu senaryosu yazar gibi konuşacağımız bir noktaya geliriz. Yapay zekânın mikro düzeyde hayatımıza sokacağı üç şey vardır. Biri bizim gibi düşünen, ve kendimizden ayırt etmekte zorlanacağımız başka “zeki ve insan davranışını tekrarlayan” (taklit eden) varlıkların ortaya çıkması ve ikincisi de onlardaki zekânın ve hafızanın insana entegre edilmesiyle oluşacak yeni bir tür siborg haline gelecek olan insan türünün, “homo dijitalus”un ortaya çıkması. Bir üçüncüsünü de her şeyin bir tür akıl sahibi olarak akıl kazandığı bir evrende yaşamaya başlamamız oluşturacaktır. Bunu dün tamamen kurgu dünyasına ait bir şey olarak kabul edebilirdik ama ilk kalp pilinden sonra ve otomasyonu,
yapay zekâyla donanmış “otonomasyon”un takip etmeye başlamasıyla, bu çoktan fantezi olmaktan çıktı.
Şimdi böyle hem bir distopya hem de ütopyanın eşiği olan bir momente gelmiş olduğumuzun
bilincine vararak birbirimizi uyarmak ve bir alarm durumu yaratmak gerektiği inancındayım. Bu konuda ekolojik yıkıma karşı ortaya çıkmış olan hassasiyetin sunduğu incelikli pratiklerin benzerlerinin bu alanda yaratılmasının bir aciliyeti olduğunu düşünüyorum ve elbette bu alanda yapılabilecek olan işlerin de bu teknolojiyi kullanmayı öğrenmekten geçtiğine hiç kuşku yok. Bu teknolojiyi kullanma deyince sanki bir uzmanlıktan söz ediyormuşuz gibi gelebilir ama hiç öyle değil. Örneğin bir otomobili kullanabilmek için makine mühendisi ya da teknisyeni olmak hiç gerekmiyor; bu da öyle. Daha önceki bir sorunuza yanıt olarak ifade ettiğim gibi, öncelikle nasıl iki katmanlı bir dünyada yaşadığımızın ve bunun getirdiği yeniliklerin bilincine varmak gerekiyor. Yoksa elimize verilen akıllı telefon diye kendimizi kandırdığımız müthiş denetim araçlarının esiri olarak kendi ayaklarımızla esir kampına gitmeye mahkûm olacağız.