Padişahlıktan cumhuriyete geçerken, Avrupa’yı örnek almamızdan olsa gerek, “demokrasi”, “halkın yönetimde söz sahibi olması” söz konusu olunca hâlâ Avrupa’yı örnek göstermekten alamayız kendimizi.
Ancak toplumun büyük kısmının bilgiye ulaşması, bilinçlenmesi, sorgulaması, hatta haber alması bile engellenen sınıflı toplumlarda, halkın yönetimde söz sahibi olması kandırmacadan ibaret gibi görünmekle kalmıyor, halkın bir kısmının diğer kısmını baskı altına alması gibi olumsuz sonuçlara da yol açıyor.
Evet, elbette demokrasi mücadelesini yükseltelim. Ama kapitalist sistem yaşadığı sürece onun yanı sıra gelişebilecek olan demokrasinin kalınca çizilmiş sınırları olacaktır.
Örneğin burjuva demokrasisinin kalesi denebilecek olan İsviçre’de, demokrasinin vazgeçilmezi olan halk oylamaları nelere yol açmıyor ki?
2010’da Fransa’da, 2011’de Belçika’da uygulanmaya başlanan burka yasağı Eylül ayının sonunda gerçekleştirilen yerel bir referandum sonucunda İsviçre’nin Tessin kantonunda da uygulanmaya başlandı. Hatta bu uygulamanın, içerisinde toplam ancak 100 kadının burka taktığı söylenen İsviçre’nin tamamı için uygulanmasının da an meselesi olduğu düşünülüyor. Burkayı, peçeyi gerici mi buluyorsunuz? Peki, zorla çıkarttığınızda o kadın size göre ilerici ve modern mi oluyor? Bu yasağın işin özünde hiçbir değişim yaratamayacağı Türkiye’den bakınca o kadar net görülüyor ki.
Bakın son zamanlarda İsviçre’deki halk oylamaları burka yasağı dışında başka nelere kadir olmuş?
Gelir dengesizliğini düzenlemeyi hedefleyen “Adil ücretler için 1:12” adını taşıyan ve Sosyal Demokrat Parti’nin bir kolu olan Genç Sosyalistler (JUSO) grubunun sunduğu teklif, seçmenlerin yüzde 66’sı tarafından reddedildi. Eğer bu yasa kabul edilseydi şirketlerde yönetici konumda bulunan kişilerin son derece yüksek olan maaşlarında ciddi bir düşüş yaşanacaktı. Ama seçmen kitlesi içindeki oranları doğal olarak yöneticilerden fazla olan emekçiler belli ki bu uygulamayı “adil” bulmadı. Veya daha büyük olasılıkla yine yanlış yönlendirildiler.
Bir teklif de muhafazakâr İsviçre Halk Partisi’nden (SVP) gelmişti. Bu teklif, çocuğuna evde bakan aileler için vergi indirimi talebini içeriyordu. Çünkü şu anki uygulamaya göre çocuklarını kreşe gönderen veya bakıcıya veren ailelere vergi indirimi uygulanıyor. Ancak evde bakanlara uygulanmıyor. Belki bu teklif de hazırlayan partiye bakılarak, kadınları eve hapsetmenin dolaylı bir yöntemi olarak görülebilir. Ancak bu gerekçeyle bile olsa reddedilmesi doğru değil. Çünkü çocuğun kreşe gönderilmemesinin kadının çalışmaması dışında pek çok farklı nedeni olabilir. Fakat nihayet bu teklif de yüzde 58 oranı ile reddedildi.
Türkiye’de de seçimlere yaklaşırken İsviçre’nin halk oylamaları ile bize gösterdikleri son derece manidar. Peki bu olumsuz örneklere bakarak kapitalist sistem içinde gerçek bir demokrasinin olamayacağını görerek seçimleri görmezden mi gelelim? Tabii ki hayır! Türkiye’de de tüm dünyada olduğu gibi ciddi bir çoğunluk olan emekçilerin sandıktaki sözü elbette ki her zaman önemlidir. Kimi zaman olumsuz sonuçlar çıksa da seçimler bizlere çok şey gösterir. En çok da emekçiler neyin kendilerinin lehine olduğunu, neyin ise kendileri için büyük tehlikeler taşıdığını görüyor mü, görünürdeki vaatlerin altında nelerin yattığını seziyor mu, bunu gösterecektir.
Kaldı ki, seçimleri emekçilerin mücadelesinde kimi mevziler kazanmak için kullanmak mümkündür. Örgütlü iradesiyle mücadelenin her türünü yetkinlikle uygulayan Kürt halkının seçimlerden yararlanarak kazandığı mevziler gözlerimizin önünde. Evet, seçimlerden yararlanılabilir; “sınıflı toplumda demokrasi” düşlerine kapılmamak ve asıl olanın emekçilerin/halkın örgütlü gücünü yaratmak olduğunu unutmamak koşuluyla…