Başta Hükümet sözcüleri olmak üzere bir dizi çevre Kandil ile İmralı arasına çomak sokmaya teşne. İddiaya göre, Öcalan ile Hükümet arasında bir uzlaşı sağlanmış, Öcalan kısa bir süre zarfında PKK’nın silah bırakmasını mümkün kılacak bir açıklama yapmaya hazırlanırken, “silahsever” Kandil ipe un serivermiş. Eğer geçtiğimiz aylarda gerçekleştirilen bir İmralı görüşmesinde Öcalan’ın stratejik önemde olduğunu düşündüğümüz bir açıklaması gerçekleşmemiş olsaydı, böylesi tevatürlere inanmaya devam etmek belki mümkün olabilirdi. Öcalan’ın ilgili açıklaması Kandil ile İmralı ilişkilerinin diyalektiğini anlama çabasında olan herkes için oldukça aydınlatıcıydı.
Öcalan yaklaşık 10 yıllık sürecin iki kritik aşaması için kendi hata payını ortaya koymaktan çekinmiyor, Birinci Barış Grubu’na yönelik olarak yaptığı “Türkiye’ye gelin” çağrısı ile 2013 yılı Newroz’unda açıklanan PKK gerillalarının sınır dışına çıkması çağrısının devlet güvencesine bağlanmasında ısrar etmediği için özeleştiri veriyordu.
Bu iki kritik eşik esnasında yaşanan tartışmaları hatırlayalım. Öcalan “Birinci Barış” grubunun Türkiye’ye gelmesi için çağrı yapmış, Kandil bu çağrıya önce tereddütle yaklaşmış, besbelli ki yaşanan bir dizi diyalogun ardından “Birinci Barış Grubu”nun Türkiye’ye gelmesi olanaklı olmuştu. 2013 Diyarbakır Newroz’unda Sırrı Süreyya Önder’in okuduğu Öcalan’ın mektubu öncesinde de bu iki kuvvet arasında yaklaşım farklılıkları ortaya çıkmış, yine besbelli ki yaşanan bir dizi diyalogun ardından gerillanın sınır dışına çıkması çağrısı gerçekleştirilmişti.
Öcalan’ın yapmış olduğu özeleştiri, bu iki kuvvet arasında konjonktürel yaklaşım farklılıkları bulunsa bile, orta ve uzun vade açısından uyumlu bir birliktelik gerçekleştirme yeteneklerinin olduğunu ortaya koyuyor.
Öcalan’ın bu tutumu Kürt Özgürlük Hareketi ile AKP zihniyetinin iki ayrı dünya olduğunu kanıtlıyor. Kuşkusuz Öcalan’ın Kürt Özgürlük Hareketi üzerinde büyük bir etkisi var ve onu “önderlik” olarak görüyor. Bu geçmişte de böyleydi. İmralı süreciyle birlikte ise Öcalan’ın saptadığı isabetli politikalar bu konumunun sadece Hareket içinde pekişmesini sağlamakla kalmadı, dört parçadaki Kürt halkı içinde de ulusal bir lider olarak benimsenmesine yol açtı. Kürt sorununun çözümü yolunda Öcalan’ın merkezi bir rol oynamasının nedeni bu. Öcalan’ın Kandil tarafından baş müzakereci olarak kabul edilmesinin nedeni de bu. Ancak bu gerçekten yola çıkarak Öcalan ile Kandil arasındaki ilişkinin tek taraflı bir tabiyet ilişkisi olduğu yanılsamasına sürüklenmek son derece yanlış. Bu iki kuvvetin bilek güreşinde yenişememesinden değil, birbirlerine verdikleri rollerden kaynaklanıyor. Bunu geçtiğimiz aylarda Cemil Bayık son derece iyi formüle etmişti: “Savaşa biz, barışa Öcalan karar verir.” Bu Hükümet çevrelerinin yorumlamaya teşne oldukları gibi Kandil’in Öcalan’a posta atma girişimi değildi, iki kuvvetin görev bölüşümünün mantıklı gereğiydi. Bayık eğer bir mesaj veriyor idiyse de, bu Öcalan’a değil Hükümete yönelikti.
Birkaç gün önce Ertuğrul Kürkçü’nün Kübra Par ile yaptığı röportajda söyledikleri de bu diyalektiği ortaya koyuyor. Par’ın Kandil ile Öcalan arasında fikir ayrılığı olduğu yönünde iddiaların hakikatini sorması üzerine Kürkçü şöyle söylüyor:
“Bence yok. Öcalan bardağın dolu tarafını gösteriyor, KCK boş tarafını… Herkes rolünü oynuyor. İkisi de gerçeği söylüyor. ‘KCK asla silahlı çatışmayı sonlandırmak istemiyor’ algısı yanlış, çünkü KCK’nin derdi sadece Türkiye Kürdistan’ı değil. Rojava’da, Kuzey Irak’ta ve İran’da da aktifler. Buradaki sorunların bitmesi onların da işine gelir. Öcalan stratejik bir çağrıda bulundu ‘artık politik mücadele yoluna giriyoruz’ dedi. KCK de bunu onayladı. Ama Tayyip Erdoğan’ın değişen formülleriyle karşı karşıyayız. Kürtlerin yerel demokrasi önerisine karşı Erdoğan’ın önerisi bir tür diktatörlük teklifi… Bu teklifi kimse kabul etmeyeceği için buradan bir çözüm yolu çıkmıyor.”
Hükümet çevreleri bu gerçeği bilmiyorlar mı? Biliyorlar, aksi mümkün değil. Lakin zaman kazanmak için başka bir şey yapmaları da mümkün değil. Seçimlere kadar oyalama siyaseti sürdürmekten başka bir amaçları yok.
Peki ya Erdoğan? Orası meşkuk işte. Muhtemelen Erdoğan’ın tahayyül dünyası, Kandil ile Öcalan arasındaki uyumlu işbirliğini anlamaya imkan vermiyor. Hatırlayalım: AKP’nin kurucu triumvirasında kimler vardı? Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç. Gül’ün durumu malum. Arınç’ın ise Erdoğan’dan yediği paparaların haddi hesabı yok. Bir de üçüncü dönem kuralı var. En çok Arınç’ı siyaset sahnesinin dışına sürüklemek için esnetilmek istenmeyen.
Erdoğan sonundan kuşku duyuyor. Bu yüzden kaderini kendi kaderine bağlayanlarla ilerlemek istiyor. Su koy verecek olanları da tasfiye ediyor. Önce Gül, seçimler ertesinde de Arınç. Bu zihniyet dünyasının Öcalan Kandil ilişkisini anlayabilmesi mümkün değil.
Hani deniyor ya “beyaz kefen giydik.” Suriye’ki savaş suçlarından ve 17-25 Aralık’tan sonra bu doğrudur. Bu kefeni giymeyecek kimseyi de AKP’de görmek istemiyor Erdoğan. Ya beraber batacaklar ya beraber çıkacaklar. “Çıkma” olasılıkları neredeyse eser miktarda ama “darı rüyası gören tavuğu” kim ikna edebilir ki?
Peki Öcalan Kandil ilişkisinin diyalektiği nedir? Bunun cevabını da, Kübra Par’ın “AKP ile Öcalan anlaştı diye düşünülüyor” sorusu üzerine Kürkçü gayet güzel veriyor zaten:
“Bu söyledikleri öyle bir anlaşma ki, bizim payımıza intihar düşüyor, hükümetin payına ise herşey! Bu varsayım Öcalan’ın da intiharı olur. Öcalan’ın halkından ve örgütünden gayrı hiçbir şeyi yok. Öcalan onların onayını kazanamayacağı bir yönde hareket etmez. Saygınlığını tartışma konusu yapmaz. Hükümetin bir formülü yok, bütün formülleri Öcalan geliştiriyor. Öcalan ‘10 tane şartım var, bu şartlar yerine gelirse, ben de tahkim edilmiş bir ateşkes çağrısı yapabilirim’ diyor. Ama hükümet ‘Anlaşmaya hazır Öcalan, anlaşmayı bozmaya çalışan KCK’ diye olmayacak bir kurguya inanmamızı istiyor.”
Aç tavuğun Öcalan rüyası belli ki onun sonu olacak.