‘Seçimler öncesi partilerle görüşelim’ kararımız çerçevesinde ilk ziyaretimizi Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi’ne gerçekleştirdik. SYKP Eşbaşkanı Tuncay Yılmaz ile, SYKP’den, bir bileşeni olduğu HDP’ye, tribünlerden, Gezi’ye, Rojava’ya, seçimlere kadar oldukça geniş bir çerçevede görüştük.
HDP bir koalisyon, SYKP’de kendi içerisinde farklı damarları barındırıyor. SYKP’ye koalisyon içerisindeki koalisyon olarak bakabilir miyiz? SYKP sol içerisindeki ‘sürekli bölünme’ anlayışına alternatif bir birliktelik modeli midir, eğer böyleyse, bunu nasıl sağlıyorsunuz?
HDP’nin bir koalisyon olduğu doğru. Farklı programatik zeminleri olan siyasal öznelerin devrimci demokrasi programı etrafında yanyana geldiği bir koalisyon. Ama bu koalisyon sadece siyasal özneler arası değil aynı zamanda farklı mücadele dinamiklerinin, şu ya da bu gerekçeyle siyasal öznelerin dışında duran bireylerin de birbirleriyle ve siyasal öznelerle ilişkilendiği, etkileştiği araç işlevi de görüyor. Bu haliyle zamanında ÖDP için kullandığımız “parti olmayan parti” tanımlanması HDP’ye daha denk düşüyor aslında.
SYKP’yi bir koalisyon olarak görmüyor ve böyle tanımlanmıyoruz. Aksine, kuruluş sürecinde yürüttüğümüz bir dizi tartışmanın “nasıl olmamalı” kısmında verdiğimiz cevaplardan biri yeniden kuruluşun bir tür koalisyona, birliğe indirgenemeyeceği yönündeydi. Yeniden kuruluş her ne kadar farklı siyasal özneler, geleneklerin yanyana gelişini, birliğini içeriyor olsa da buraya indirgenemez. Şayet buraya indirgenirse hakkını vereceğimiz bir yeniden kuruluştan bahsetmek mümkün olmayacaktır.
Büyük oranda 60’ların sonu ve 70’lerdeki politik ortamında şekillenen sosyalist hareketin, bugünün soruları ve sorunları üzerinden yeniden harmanlanması ve dizilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu, “bölünmeyi” gereksizleştiren değil ama anlamlı bölünmelere imkan tanıyan bir yaklaşımdır. Kapitalizmdeki gelişmelerden işçi sınıfındaki değişimlere, sınıf dışındaki özgürlükçü ve eşitlikçi mücadele dinamiklerinden geçmiş sosyalizm deneyimlerine analiz etmemiz ve yeniden bütünsel bir kurtuluş paradigmasının içerisine yerleştirmemiz gereken hususlar söz konusu. Bölünme ya da birleşme bu sorgulamayla birlikte meşru ve anlamlı olacaktır. Yoksa tarihsel, geleneksel referanslar yeterli değildir.
– SYKP’nin işlevi ve görevleri, hem HDK hem de kendi bağımsız faaliyeti bakımından nasıl tanımlanabilir?
SYKP programında amacını şöyle tanımlıyor: “Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi’nin (SYKP) nihai hedefi, kapitalist sömürünün ve bütün tahakküm biçimlerinin, bütün eşitsizliklerin, bütün hiyerarşik ve dışlayıcı toplumsal ilişkilerin tasfiye edildiği; işbölümünün aşıldığı, dayanışma ve ortaklaşmanın insanın varoluşunun içselleştirilmiş bir özelliği haline geldiği bir komünist toplumdur. Kır/kent ve kafa/kol emeği çelişkisinin çözüldüğü, cinsler arasındaki egemenlik/ bağımlılık ilişkilerinin son bulduğu, bütün toplumsal ilişkilerin yanı sıra insan-doğa ilişkilerinin de sürdürülebilir bir ortaklaşa evrim ve ekolojik döngülerle uyumlu bir üretim ve tüketim perspektifi ile dönüştürüldüğü; burjuva özel mülkiyetin ortadan kaldırıldığı; “herkese emeğine göre” normunun geçerli olduğu bir evreyi takiben bayrağında “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” şiarı yazılı olan bir komünist toplum…” Nihai hedefe doğru yürüyüşümüzde bugünün kapitalizmi ve Türkiye’sinde, devrimci-demokratik bir dönüşümün ve sosyalizme yönelişin ifadesi olacak demokratik ve sosyal bir cumhuriyet uğruna mücadele ediyoruz. Proletaryanın diğer ezilenlerle birlikte siyasal iktidarı fethedişinin uğrağı, onun iktidarının özgül bir biçimi, tek ülkede devrimle dünya devrimini buluşturan en uygun hedef olarak görüyoruz demokratik ve sosyal cumhuriyeti.
HDK içindeki ya da bağımsız faaliyetimizin temel belirleyeni bu perspektiftir.
Biz, daha önce de belirttiğim gibi, HDK/HDP’yi farklı programatik zeminleri olan siyasal öznelerin devrimci demokrasi programı etrafında yanyana gelişi olarak görüyoruz. Dolayısıyla SYKP’nin diğer devrimci demokratik öznelerle birlikte HDK/HDP içerisinde verdiği mücadeleyi demokratik ve sosyal cumhuriyete doğru yürüyüşümüzün ana eksenlerinden biri olarak görüyoruz.
Ana eksenlerinden “biri” diyoruz çünkü, SYKP’nin bütün programatik çerçevesini HDK/HDP’ye yüklemenin mümkün ve doğru olmadığını düşünüyoruz. HDK/HDP’den bir sosyalist partinin netliğini ve işlevini beklemek Türkiye’nin demokratikleşmesi için çok önemli bir işlevi olan bu koalisyonu dağılmaya zorlayacaktır. Biz, ayrı kanallardan akan değil, aynı kanaldan akan ama farklı uzamlarla sahip bir mücadele perspektifinden söz ediyorum.
– SYKP’nin gençlik yahut kadın kolları var mı? Modern örgütlenmeler içinde, çokluk çağında böyle kolların eğer varsa, olmasına nasıl bakıyorsunuz?
SYKP olarak gençliği, gündelik dilde kendini var eden algı doğrultusunda yalnızca yaş olarak belirli bir aralığın ifade edildiği bir tanımlama olmaktan ziyade; toplumsal ve tabii ki sınıfsal ilişkiler çerçevesinde bir sosyal kategori olarak görüyoruz. Henüz sistem içi rolünü kesinleştirmemiş olan gençliğin, tepki gösterme, direnme bağlamında sahip olduğu dinamizm öğrencileri de kapsayan geniş bir genç kategorisini betimliyor. Biz bu “gençlik” kategorisinin kendi özgün mücadele talepleri etrafında bağımsızca örgütlenmesi gerektiğini savunuyoruz. Daha doğrusu SYKP’li üniversiteli ve liseli gençler, uzun tartışmaların ardından partiden bağımsız olarak örgütlenmenin daha doğru olacağına karar verdiler. Biz de parti meclisimizde gençliğin bu kararını parti kararı haline getirdik. Üniversiteliler, “Bağzı Üniversiteliler” adı altında gezi dalgasının içerisine boylu boyunca girdiler. Liseli gençlik de “Devrimci Lise Koordinasyonları /Dev-Lis Koordinasyonları”nı inşa etmeye giriştiler.
Yani partinin gençlik kolu gibi bir uygulaması yok. Gençleri alanlarının bağımsız özneleri olarak tanıyor ve onlarla bu gerçeklik üzerinden ilişkileniyoruz.
Kadın meselesinde ise feminist hareketin birikimini kendimize rehber edinmiş durumdayız. Kadınların erkek egemen sisteme karşı sürdürdükleri mücadelenin –parti içi de dahil- her düzlemde sürdüğünün bilincindeyiz. Bu bağlamda kadınların erkekten, devletten ve sermayeden bağımsız örgütlenme anlayışlarını doğru buluyor ve destekliyoruz. Bu destek de bir “onay” biçiminde değil, SYKP kadın meclisinin aldığı kararın uygulanması çerçevesinde ortaya çıkmakta.
Biz bütün bu dinamiklerin, belirli bir bütünsellik içerisinde ortak bir kurtuluş paradigması geliştirebileceğine inanıyor ve bunun için çabalıyoruz. Yeniden kuruluşu tam da buradan anlamlandırıyoruz.
– Ekoloji konusunda SYKP’nin Türkiye solunun diğer partilerinden ayrıştığını düşünüyor musunuz?
Evet, SYKP Türkiye solunun önemli bir kısmının ekoloji anlayışıyla ayrışıyor. Biz ekolojist bir partiyiz ve sosyalizmi kavrayışımız da böyle. Marksist ekolojist bir çizgideyiz. Sermayenin tıpkı emek sömürüsünde olduğu gibi doğayı da metalaştırarak sömürdüğünü düşünüyoruz. Doğrudan yaşamlarımıza yapılan bu müdahalenin emek mücadelesi ile birlikte yürüyeceğini düşünüyoruz. Doğanın varlığını devam ettirdiği su, enerji ve tarıma sermayenin değişim değeri üzerinden yaptığı ve planlı biçimde artan müdahalelerin tümüne karşıyız ve bunun için mücadele ediyoruz. Doğrudan kapitalizm ile ilişkisini kurduğumuz için öncelikle derin ekolojistlerden, ve ardından kapitalizmin reformist çizgisinden de net olarak ayrılıyoruz, yani yeşil hareketten. Ayrıca liberter sosyalist hareketten de ekoloji çizgimizle ayrışıyoruz, devletin üst yapısına müdahale etmeden konfederal yapı ile ekolojist bir dünya mümkün değildir.
– SYKP’nin tribünlere bakışı nasıl? Tribünlerden bir politik potansiyel çıkabileceğini düşünüyor musunuz?
Tribünlerdeki muhalefet her ne kadar Gezi İsyanıyla birlikte popülerleşmiş olsa da oldukça eskiye dayanan bir evveliyatı var. Endüstriyel futbol anlayışına karşı muhalefet Gezi’den çok daha önce tribünlerde yerini almıştı. Fenerbahçe taraftarları arasında Vamos Bien, Fenerbahche, Sol Açık, Beşiktaş’ın Çarşı’sı, Galatasaray’ın Aslan Penchesi, Tek Yumruk, Adana Demir Spor’un Mavi Şimşekler’i bunların en bilinenleri.
Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde futbolun endüstrileştirilmesine ve taraftarın müşterileştirilmesine, seçkinleştirilmesine karşı taraftar grupları var. Bir tarafta bu oyundan keyif alan, takımıyla aidiyet ilişkisi geliştiren ve çoğunluğu yoksul emekçilerden oluşan taraftarlar var, karşılarında ise bütçeleri devlet bütçelerini geçmiş kulüpler, futbol baronları var. Üstelik bu kulüpler karlarını arttırmak için devletle birlikte “Sporda şiddeti ve düzensizliği önleme yasası” gibi bir ucubeye de imza atmış durumda. Böylesine çelişkilerin yaşandığı bir alanda politik potansiyel çıkmayacağını düşünmek hata olacaktır.
Tam bu noktada bir hususun altını çizmek isterim. Bir üniversite hareketinin asıl mücadele alanı nasıl üniversitelerse, tribün muhalefetinin asıl mücadele alanı da tribünler olmalıdır. Tribün muhalefetini yönlendiren arkadaşların da bu hususa dikkat etmesi gerekiyor kanımca. Kendi alanlarının içinde(n) muhalefetlerini geliştirip, hareketin bütünüyle doğru eksenler üzerinden ilişkilenmeliler. Popülizmin şatafatlı sokaklarında kaybolup tersinden ikameciliğe prim vermemeliler.
– Hdp içinde farklı duruşlar nasıl bir varlık gösteriyor, izlenimleriniz neler? HDP oluşumunun seçimle sınırlı kalmaması ve kalıcı bir cepheye dönüşmesi, seçimlerden sonra da çalışmalarını sürdürebilmesi sizce nelere bağlı?
HDK/HDP, 1995 Emek-Barış-Özgürlük Bloğu, Çatı Partisi Girişimi, Demokrasi İçin Birlik Hareketi, 2011 Emek-Demokrasi-Özgürlük Bloğu gibi deneyimlerin üzerinden oluşturduğumuz bir siyasi özne. Az emek yok yani arkasında. Buna rağmen HDK/HDP’yi henüz kalıcı bir iddiaya dönüştürebildiğimizi söyleyemem. Şüphesiz 2011 milletvekili seçimleri bu konuda önemli bir sıçrama tahtası işlevi gördü. Ancak burada basitçe çeşitli siyasal özneleri yanyana getirmekten bahsetmiyoruz. Söz konusu olan farklı programatik perspektifleri olan çok sayıda siyasal özneyi, toplumsal dinamiği ve bireyi ortak hareket ettirmeyi başarabilecek bir araç yaratmak. Burada devreye öncelikler, niceliksel etkiler, alışkanlıklar, güvensizlikler, olumlu-olumsuz deneyimler, yenilgilerin ve başarısızlıkların yükü, umudun heyecanı, aceleciliği giriyor. Üstelik bunlar sadece iç etkiler. Bir de dışımızda olup bitenler var. HDK/HDP’nin görece kısa hayatının yaşadığı siyasi gelişmeleri bir düşünsenize! Arap Baharı, Suriye, Rojava, Kürt Özgürlük Hareketine yönelik imha denemesi ve ardından müzakere süreci, Gezi İsyanı, iktidar bloğundaki çatlamalar… Bunca karmaşık denklemden yürüyen, yürüdükçe büyüyen, büyüdükçe kendini yenileyebilen bir özne çıkartabilmek hiç de kolay değil!
Bunun bilincinde olarak yine de içimize doğru bakışı biraz derinleştirebiliriz. HDK/HDP’nin önceki deneyimlerden en önemli farklılıklarından biri sadece kurumlar arası hukukla değil, aynı zamanda kurum-birey hukuğunu da düzenleyebilmiş olmasıdır. Bu gün “ne var ki bunda” diyebileceğiniz bu mesele geçmiş denemelerde kimi önemli siyasi öznelerin çalışmanın içerisinde olup olmayacağını belirlemişti. HDK/HDP’yi siyasetler arası bir platformdan, siyasetlerin varlığını göz ardı etmeden yeni bir siyasi platform, zemin yaratmaya doğru yönlendirmek kolay olmadı. Halen bunun iki taraflı sancılarını yaşar durumdayız. Bir tarafta HDP’ye bireysel katılımları önemsizleştiren, kolay bypass edilebilir gören yaklaşımlar, diğer tarafta ise HDP’ye kurumsal katılımların önemini değersizleştiren ve HDP’yi HDP yapanın bu bileşen olduğunu unutan zorlamalar olabiliyor.
HDK/HDP programı dışında herhangi bir programa bağlı olmayan kimi bireyler, ayrı siyasi varoluşları anlamsız hatta zarar verici görebiliyor. Her eylem öncesi yaşanan HDP bayrağı, kurum bayrağı tartışması biraz da bu bakışın sonucu. Yeri gelmişken belirtmeliyim. HDK/HDP’nin asıl gücü alanda en kalabalık yürüyen grup olmak değil, alandaki mücadele dinamiklerinin büyük kısmını kendi bayrağı altında toplayabilmesinden gelmektedir. Yani savunulanın aksine, HDP kortejinde ne kadar çeşitli bayrağı toparlayabilmişsek o kadar başarılı olmuş sayılırız.
Bir diğer konu ise HDP’de yan yana gelen güçlerin konjonktürel siyasi yönelimlerinin birbiriyle yer yer çatışmasıdır. Tabiki bu çatışmalar aynı zamanda stratejik yönelimlerden de beslenmekte. HDP’de referanduma “Yetmez ama evet” diyenler, “Hayır” diyenler ve “Boykot” diyenler var. Bu tercihler bir defaya mahsus siyasi tespitlerden ortaya çıkmadı, programatik arka planları var. Her ne kadar HDK/HDP “Boykot” tercihini yaptıran siyasi çıkarsamanın devamcısı sayılabilirse de, diğer eğilimleri de kapsayabildi. Her yeni siyasi gelişme karşısında HDP kendisini yeniden yeniden kuruyor. Bu bir yandan işleyişte aksamalara yol açsa da yapının dinamizmini korumaya da katkı sağlıyor.
HDP’nin dışında kalan güçler bu durumu eklektik buluyorlar. Beş benzemez nasıl yanyana duracak diyorlar. Bence de bu bakışın kendisi fazla dogmatik ve monolitik. Komünist partilerin dahi çoğulcu bir yapıya kavuşması gereken bu süreçte, bir cephe-koalisyon hareketinde mutlak bütünlük aramak ne akla hizmet anlamak güç. Bizim için önemli olan HDK/HDP’nin kendisini üzerine inşaa ettiği programatik zemindir. Biz buradaki varlığımıza buna göre karar veririz. Ve HDK/HDP programı devrimci demokratik içeriğiyle bizim gönül rahatlığıyla sahiplendiğimiz bir mücadele programıdır. Çelişkisi olanın kendi sorunudur.
– Yerel seçimlere yönelik Hdp çerçevesinde nasıl çalışmalar yapılıyor? Sykp olarak Hdp bünyesinde yerel seçim çalışmalarının neresindesiniz? Seçimlere yönelik Hdp üzerinden beklentileriniz nedir? Ülke genelinde yerel seçimlerin siyasi kriz açısından olası etkileri sizce ne olabilir?
HDP olarak seçimlere dönük pozisyon almakta geciktiğimizi kabul etmemiz gerekiyor. Henüz yeni yeni bir yerel seçim havası oluşmaya başladı. Halbuki HDP Kongresi’ni yerel seçim çalışmalarının start etkinliği olarak kurgulamıştık hep. Bu gecikmenin gerekçeleri ayrı bir tartışma konusu. Ama ben çalışmaların hızla toparlanacağından, bir hava yakalanacağından eminim. Çünkü; bir, fikir çok güçlü, iki karşımızdakiler gerçekten de pespaye durumda.
AKP’de yaşananlar ortada. Eski ortaklar şimdi mal, mülk, iktidar kavgasına düşmüş durumda. O Ona “hırsız” diyor, diğeri ötekine “arsız” diyor. CHP dersen, şuursuz bir sürüklenme halinde. Dümen kimin elinde, istikamet nereye belirsiz. Yerel seçimlerde ortaya çıkacak sonucun ardından siyasal iktidar alanı yeniden dizayn edilmeye çalışılacak. O yüzden herkes neyi var neyi yok ortaya döküyor. Bu kirliliğin ortasında HDP’nin bir kurtuluş umudu olarak parlaması çok daha mümkün.
Burjuva siyasetindeki bu kriz karşısında HDK/HDP’nin anlamı ve önemi bin kat daha artmış durumda. Şimdi kendimizi gerçek bir siyasi özneye doğru sıçratmayı başarabilirsek halklarımızın umudu durumuna gelebiliriz. Tüm eksiklerimiz, hazırlıksızlığımıza, kafa karışıklıklarımıza rağmen nesnellik bu imkanı bize sunuyor. Değerlendirirsek Rojava’da açılan yolu Anadolu’yla birleştirme imkanı yakalayabiliriz. Değerlendiremezsek tarih oluruz.
HDP 59 ilde, BDP 22 ilde yerel seçimlere katılacak. Ve aldığımız toplam oy yeniden şekillenmekte olan rejime etki kapasitemizi ortaya koyacak. Yerel seçimler için büyük sıçrayışlar beklemesem de devam edecek seçim maratonunda daha avantajlı hale gelebileceğimize inanıyorum. Bugüne kadar bu bloğun alabildiği en yüksek oy oranı yüzde 6 civarı oldu. Şayet yerel seçimlerde bu oranı yüzde 8’lere çıkartabilirsek sonrası için ciddi bir heyecan yaratacaktır bu sonuç. Yukarıda da belirttiğim gibi, oy oranları elbette çok önemli ama asıl önemli olan mücadele dinamiklerinin içerisindeki konumlanışımızı güçlendirmek ve bunları bütünsel bir mücadele perspektifinin etrafında toplayabilmekte. Yunanistan’da HDP benzeri bir birleşik parti olan Syriza kriz öncesinde yüzde 4’lerde oy alırken, örgütlü duruşu, toplumsal muhalefeti doğru okuyuşu sayesinde şimdi yüzde 27’lik oy oranıyla ana muhalefet partisi ve iktidarın en güçlü adayı haline geldi. Böylesi bir gelişme hiç de uzak değil!
SYKP olarak bulunduğumuz her alanda HDP’nin seçim çalışmasını güçlendirmek üzere kendimizi organize ediyoruz. Biliyoruz ki HDP’nin ilerlemesi ve kazanması, SYKP’nin kazanması demektir. HDP’nin seçim çalışmasına özellikle Karadeniz ve Çukurova’da özgün katkılarımızın olabileceğini düşündüğümüzden buradaki çalışmalarımızı en iyi şekilde organize etmeye gayret ediyoruz.
– Gezi süreci sonrasında bir yandan ortak çalışmalar artıyor, bir yandan genel siyasi iklime göre farklı cepheler oluşuyor. Bu cepheleşmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gezi tüm siyasi özneleri programatik zeminlerini, kurtuluş paradigmalarını yeniden gözden geçirmeye davet etti. Kimi siyasi özneler bu davete icabet etti, kimi ise isyanı orta sınıf hırçınlaşması olarak mahkum edip oralı bile olmadı.
Aslında Gezi’den daha önce de var olan siyasal bloklaşmalar aşağı yukarı varlıklarını muhafaza ettiler ve kayda değer bir kulvar değişikliği göze çarpmıyor.
Bunlardan birincisi, kitleselleşmeyi ve örgütlenebilmeyi Kürt Hareketiyle asla yan yana gelmeme önkoşuluna bağlayanların oluşturduğu kulvardır diyebiliriz. Bu kulvardakilerin en masumu “önce sol bir güç olsun, sonra Kürtlerle ittifakı düşünürüz” derken, en şovenisti ise “ABD-AKP işbirlikçisi Kürt Milliyetçi Hareketiyle” yan yana gelmemenin öneminden dem vurur. Ne derlerse desinler, ne anlatırlarsa anlatsınlar bu tercihin altında yatan kemalizmden, şovenizmden kopuşamamış kitlelere talip ve teslim olmaktır. Bu çizginin açıktan ya da gizliden rezonans kurduğu siyasi özne CHP oluyor elbette. Hele AKP’den kurtulalım da!
İkinci kulvarı ise demokratik dönüşüm için hala AKP ya da Cemaati önemli bir özne sayıp beklenti içerisinde olanlar oluşturuyor. Ortaya çıkan bunca rezillikten ve bölünmeden sonra bu cephenin sesi daha az çıkıyor olsa da, “klasik, arkaik, sekter solculardan” nefret eden bu kesim hiç de azımsanacak gibi değil. Volumü düşmüş bu cenahın bir kısmı “Ah şu diktatör Tayyip olmasaydı ne güzel gidiyordu işler” çizgisindeyken, diğerleri ise “Darbeci Cemaat hesap verecek!” yazılamaları yapıyor.
Bizse alayına karşıyız!
– Gezi sonrası dönemde parti içi demokraside bir değişim gerçekleşti mi? Karar alma mekanizmaları nasıl işliyor? Gezi’den SYKP açısından hangi sonuçlarla çıkılıyor?
Bizim sosyalist harekette yenilenme gerektiğine ilişkin tespitimiz Gezi’den çok daha önceye dayanıyor. SYKP 24 Haziran 2013’te kuruldu ama öncesinde yaklaşık iki yıllık bir “Sosyalist Yeniden Kuruluş” tartışmaları var. Bu tartışmaların ana başlıklarından bir tanesi sosyalist demokrasiydi. Gezi, bir nevi ulaştığımız sonuçları test etme imkanı verdi bize.
Kendi adımıza çıkardığımız sonuçlardan kimilerine değinecek olursam; ilk olarak Gezi’de isyan eden kitle işçi sınıfının yeni bileşenini ortaya koydu. İkinci olarak ise emek sermaye çelişkisi dışındaki çelişkilerin kapitalizm karşısında nasıl bir yıkıcı rol oynayabileceğini ortaya koydu. İsyanın tutuşturucu fitili sayılabilecek ekoloji ve kent mücadelesini devrim paradigmasına içselleştirmeyecek bir siyasal öznenin 21. Yüzyılda yeri olamayacağının en önemli işaret fişeklerinden oldu Gezi. Sadece ekoloji hareketi değil, sokakları dolduran kadınlar, lgbti’ler de sınıfın yanı sıra antipatriarkal ve anti heteroseksist mücadele perspektifleriyle kapitalizmi nasıl zorlayabileceklerini ortaya koydular.
Şöyle bir tarihsel benzetme yapabiliriz. Nasıl ki 15-16 Haziran 1970 işçi ayaklanmaları sol içerisinde Türkiye’de işçi sınıfı var mıdır yok mudur, varsa pratik öncü müdür, ideolojik öncü müdür tartışmalarını rafa kaldırdıysa; Gezi isyanı da Antikapitalist bir kalkışmada ekoloji, kadın, gençlik, ezilen halklar ve inançların oynayacağı rolü tartışmasız kılmıştır. Gezi, Türkiye devrim mücadelesinin 21. Yüzyıl miladıdır.
– Rojava’ya bakışınız nasıl? Türkiyeli sosyalistlerin Rojava’daki harekete desteği/tavrını nasıl değerlendirebilirsiniz?
Ahir zamanların söylemiyle “Rojava candır”. Bu mecaz gerçek anlamıyla birebir örtüşüyor aslında. Ortadoğu’nun, Suriye’nin savaş, kan ve kin deryasında bir vaha gibi Rojava. Yerli egemenler ve emperyalist odaklar kendi çıkarlarını korumak için bölge halklarını birbirine kırdırmaya çalışırken Kürt Özgürlük Hareketi halkları kardeşleştirmenin yollarını aradı hep. Şimdi bu bakış ilk meyvesini Rojava’da vermeye başladı.
Rojava sadece Kürtler için değil, bölgede yaşayan Arap, Süryani, Ermeni tüm halklar için eşit, özgür ve kardeşçe yaşamanın temellerinin atılmaya başlandığı coğrafyanın adıdır. Rojava’da, sosyalist hareketin savuna geldiği halk meclisleri, öz savunma güçleri, katılımcılık, kadın erkek temsiliyeti, güçlü yerel özerklik, halkların ve inançların eşit ve özgürce biraradalığı hayata geçirilmeye çalışılıyor. Ve tabi ki, Kürt Halkı bir yandan da kendi statüsünü inşa ediyor. Bütün bunlara burun kıvıran, sırt çeviren, gelişmelerden heyecan duymayan bir sosyalizm anlayışı olabilir mi? Bizce olamaz. Sosyalistlere düşen bu temeli desteklemek, geliştirmek, sağlamlaştırmak ve yaygınlaştırmak olmalıdır. SYKP programına atıfta bulunmak gerekirse, Rojava’daki gelişmeleri “demokratik ve sosyal bir cumhuriyet”e doğru yürüyüş olarak görüyorum. Selam olsun Cizîrê’ye, Kobani’ye, Efrin’e Rojava’ya!
Bu söyleşi Jiyan.Org sitesi tarafından yapılmıştır.