Burjuva devlet, kapitalist üretim ilişkilerinin ve ona tekabül eden burjuva mülkiyet ilişkilerinin resmi ifadesidir. Eğer burjuva devlet için zaman dolduysa, zamanın kırılması gerçekleşmekteyse, bu gerçekte burjuva mülkiyet ilişkileri için zamanın dolduğu, zamanın kırıldığı anlamına gelir. “Zamanın ruhu”, burjuva mülkiyet ilişkilerinden çekilmektedir.
Zamanın ruhu, genellikle belirli bir dönemin fikirlerine, eylemlerine ve bütün toplumsal ilişkilerine içerik ve yön veren egemen düşünce olarak tanımlanır. Buna göre; belirli bir dönemin fikirleri, eylemleri, toplumsal ilişkileri “zamanın ruhu”nun onlar aracılığıyla kendini ifade ettiği biçimlerden, bedenlerden başka bir şey değildir.
Zamanın bir ruhu olduğunu kabul etsek bile, tanım bu haliyle eksik kalır. Zaman bir sabitliği değil, bir “oluş hali”ni, “olmakta olan”ı tarif eder. O halde “zamanın ruhu”ndan bahsederken, bir “oluş hali”nden, bir “olmakta olan”dan bahsediyor olmamız gerekir.
Şimdi birkaç adım ilerideyiz ama henüz menzile varabilmiş değiliz. “Olmakta olan” bir şey, içinde doğmakta ve ölmekte olan, gelişmekte ve gerilemekte olan, yeşermekte ve çürümekte olan karşıtlar bir arada, aynı biçim içinde birbiriyle çelişme halindedir. Hareket, tam da bu çelişmenin gerçekleşme biçimidir. Demek oluyor ki, “zamanın ruhu”nun kendisi de çelişkili birliktir. Doğmakta, gelişmekte, yeşermekte olana bakarak “zamanın ruhu”nun ileride nasıl bir şekil alacağını tam olarak kavrayamayabiliriz. Çünkü, süreç henüz tamamlanmamıştır. Buna karşın ölmekte, gerilemekte, çürümekte olanı kolaylıkla tespit edebiliriz. Çünkü her şey gözlerimizin önünde olup bitmektedir. “Zamanın ruhu” bir şeylerden çekilmekte ve bir yerlere akmaktadır. Çekilmekte olduğu bedenlere bakarak, neyin artık zamanın ruhunun gelişme yönünü temsil etmediğini gözleyebiliriz.
Hegel’in kavramını orasından burasından çekiştirdik ya, onunla işimiz henüz bitmedi.
Çelişme halindeki karşıtların birliğinden söz ettik, emekle sermayenin çelişkili birliğinin kapitalizmi oluşturması gibi. Öyle bir an gelir ki, bu çelişkili birlik sürdürülemez olur. Bunun nedeni şudur: Karşıtlar, birbirleriyle mücadele, çelişme halindedir ama aynı zamanda birbirlerinin varlık koşuludurlar. Emek sermayeyi üretir, sermaye emeği verimli kılar vb. Gel gör ki, emeğin verimliliğinin daha fazla artırılması bir yerden sonra sermaye üretmeye hizmet etmez. Bir yanda üretim gücü yüksek emek, diğer yandan yığılmış sermaye vardır ama artık birbirinin varlık koşulu değildirler. Böyle durumlarda içerik biçimi aşar. Kapitalist biçim bu yeni içeriği kapsayamaz, aşılması zorunludur. Zamanın verili koşullar içindeki evrimsel akışı mümkün değildir artık. Zamanda devrimci kırılma ve sıçrama kaçınılmazdır. Gelişmenin böyle bir aşamasında verili koşullar içinde (örneğin, kapitalizm koşulları dahilinde) “zamanın ruhu”nun bir yerden bir yere evrimsel akışı söz konusu edilemez. Şimdi artık bir verili koşuldan bir başka verili koşula (feodalizmden kapitalizme ya da kapitalizmden komünizme) sıçramadır söz konusu olan.
“Zamanın ruhu”nun hangi evresi ya da konağındayız? Bunu ancak mevcut koşullardaki bedenlere bakarak anlayabiliriz.
BURJUVA DEVLET
Hegel, devleti nesnelleşmiş zihin olarak tanımlar. Bu tespiti esas alırsak, devlet “zamanın ruhu”nu kavramak için iyi bir denek olabilir.
Hep birlikte otopsiye geçebiliriz.
Hegel’e göre tek tek bireyler önyargıların, kör güdülerin etkisi altındadır. Devlet, hepsinin üstünde hepsi adına ortak aklı, ortak yararı temsil eder. Birey kendini devletin boyunduruğuna teslim eder, devlet de (kastedilen burjuva devlettir) ona yurttaş olma özgürlüğü verir. Yurttaş olma hakkını elde etmek, bu devlete tam itaatle mümkündür.
Devlet bir boyunduruksa, gerçekte o boyunduruğu tutan egemen sınıftır. Devlet, egemen sınıfın nesnelleşmiş zihni olabilir ancak emekçi yurttaşların değil. (Hegel’i bir kenara bıraktık.) Emekçiden istenen; itiraz etmede, boyunduruğa koşulmaya razı olmasıdır. Boyunduruğa koşulmanın ödülü eşit yurttaşlık hakkıdır. Bu eşitliğin gerçekte mülk sahibi sınıflarla emekçilerin eşitliği değil, emekçilerin boyunduruğa koşulmada eşitleşmesi olduğu açıktır. Proleter emekçinin bunu kavraması o kadar da kolay değildir, bağımlı yarı köle bir köylüyken özgür bir emekçidir şimdi. Bu, onun için büyük bir ilerleme. Ömür boyu aynı boyunduruğa mecbur değil, kendini boyunduruğa koşacak burjuvayı seçme özgürlüğü var. Üstelik geçim koşulları şimdi daha iyi ve yaşam düzeyi gitgide gelişiyor. Çocuklar için daha iyi bir gelecek kurabilir. Burjuvazi ile olan çelişmesi zaman zaman çok şiddetlense de onu kapitalizmin boyunduruğuna ve burjuva devlete razı eden kendisi ve çocukları için daha iyi bir gelecek umudunu tüketmemiş olmasıdır.
Ne ki, an gelir zaman kırılır, umut tükenir. Düzenden kopuş “zamanın ruhu”dur artık. Can çekişen kurumların iniltileri gökyüzünü kaplar. Dipteki ekonomik çürüme politik üst yapıyı tepeden tırnağa kokuşturur. Bu çürüme ve kokuşma, her yerde aynı anda ve aynı biçimde ortaya çıkmaz. Ama ortaya çıkanlar diğerlerinin öncü belirtileri olabilir. Türkiye’deki gelişmelere bir de bu gözle bakmakta fayda var.
BURJUVA TÜRK DEVLETİ
Siyasi yozlaşmanın ve ahlaki çürümenin bütün bünyeyi kokuşturduğu bir devlet gerçekliği ile karşı karşıyayız. Bir çeşit can çekişme hali bu, Türkiye özgülündeki konjonktürel gelişmeler hastalık belirtilerini ağırlaştırdı ama hastalığını nedeni salt günceldeki olaylar değil. Hastalığın Türkiye’ye özgü nedeni, yapısal bozukluktur. Yürürlükteki politik biçim kırılıp atılmadan bu bozukluk giderilemez.
Peki, bu mümkün mü?
Gerçek bütündür. Burjuva Türk devleti burjuva devletler sisteminin bir parçasıdır. Siyasi ve ahlakı yozlaşma Türkiye’yle sınırlı değil. Bu, evrensel bir gerçeklik. Çürüyüp kokuşarak içten içe dağılma, bütün burjuva devletlerin ortak sorunu.
TEMSİL KRİZİ
Bu ortak sorun, en tam biçimde temsil krizi olarak karşımıza çıkmakta. Mısır, Suriye, Ukrayna, Tayland ve Türkiye, krizin şiddetli biçimde yaşandığı birkaç ülke. Bu temsil krizi, sermaye adına devleti hangi burjuva kliğin yöneteceği sorunundan kaynaklanmıyor yalnızca.
Burjuva devlet, sermayenin kolektif yönetim organıdır. Devlet yöneticileri sermayenin vekilleridir. Sermaye sınıfı yekpare olmadığına ve kastlaştığına göre, günümüzün burjuva devleti tekelci sermayenin kolektif organı, devletin yöneticileri de tekelci sermayenin vekilleridir.
O halde sorun ne? Sorun şu: Kolektif organ hikayesi yalan oluyor. Halka karşı sermayenin kolektif çıkarları kollanıyor elbette, bu hep böyleydi zaten. Ama devlet, sermaye sınıfının kendi iç işleyişini düzenlemek bakımından kolektif organ niteliğini yitiriyor. Kapitalizm varoluşsal bir kriz yaşıyor. Ayakta kalmak için devlete ve devletlere doğrudan nüfuz etmek, tekelci gruplar için hayati derecede önemli hale geliyor. Devlet, giderek şiddetlenen bir rekabet alanı. Tekelci gruplar devleti ya da devletleri grupsal çıkarlarına uygun hale getirmek için çekiştirip duruyor. Bu çekiştirme içinde burjuva devlet egemen sınıfın kolektif yönetim kurulu işlevini gitgide daha çok yitirir oluyor, çeteleşmeyle atbaşı giden siyasi ve ahlaki çürüme bütün bedeni sarıyor. Görülüyor ki, temsil krizi burjuva düzen sınırları içinde çözüm arayan herhangi bir politik akımın halkı temsil etme olanağının ortadan kalkmasından kaynaklanmıyor yalnızca, aynı zamanda burjuva devletin, burjuva sınıfın (isterse bu tekelci sermaye olsun) kolektif organ niteliğini yitirmesinden kaynaklanıyor. Demek oluyor ki, bugün Türkiye, Ukrayna, Mısır, Suriye ve Tayland’da ortaya çıkan durum, yarın başka ülkelerin ve giderek en gelişmiş kapitalist ülkelerin gerçekliği haline gelecektir.
Buradan da anlayabiliriz ki, şu ya da bu burjuva devlet için değil, genel olarak burjuva devlet için zaman dolmuştur. “Zamanın ruhu” burjuva devletten çekip gitmektedir.
MÜLKİYET İLİŞKİLERİ KRİZİ
Burjuva devlet, kapitalist üretim ilişkilerinin ve ona tekabül eden burjuva mülkiyet ilişkilerinin resmi ifadesidir. Eğer burjuva devlet için zaman dolduysa, zamanın kırılması gerçekleşmekteyse, bu gerçekte burjuva mülkiyet ilişkileri için zamanın dolduğu, zamanın kırıldığı anlamına gelir.
“Zamanın ruhu”, burjuva mülkiyet ilişkilerinden çekilmektedir.
Duyduğumuz gürültü, bestelenmekte olan cenaze marşının hazırlık provasından gelmektedir, henüz bir ritm tutturamamasının nedeni bu.
Bu yazı Atılım Gazetesi’nin 31 Ocak 2014 tarihli 101. sayısında yayımlanmıştır.