Bereket Kar: “Lübnan toplumunun her kesiminden insan bu hareketin kitlesini oluşturuyor. Hristiyanından Şiisine, Dürzisinden Sünnisine, Alevisine kadar her inançtan insanlar omuz omuza ayaklanmaya katıldı. Lübnanlı yurtseverler, laikliği ve demokrasiyi savunanlar, özgürlükçüler, komünistler bu işin en başından beri içinde ve en önünde oldular.”
Röportaj: Halit Elçi
Lübnan’da 17 Ekim’de başlayan ve halen devam eden halk ayaklanmasının nedenlerini, bileşimini, siyasal güçlerin tutumunu Ortadoğu uzmanı, gazeteci Bereket Kar ile konuştuk.
Lübnan'da bir halk ayaklanması var. Göstericiler, iletişime konan yeni vergilere karşı sokağa çıktı. Ardından siyasi taleplerde bulundular. Önce iletişime konan vergi iptal edildi. Ardından Başbakan Saad Hariri istifa etti. Ama yine de ayaklanma sürüyor.
Bu hareketi yaratan koşullar nelerdi? Kimler var bu işin içinde? Hedefleri, talepleri neler?
Bilindiği gibi bu hareket 17 Ekim'de başladı. İnsanlar bu tarihte sokağa çıktı. Fakat bunun bir öncesi var. Lübnan'da seçimlerin üzerinden 2 yıl geçti. Cumhurbaşkanını seçmek için 2 yıl uğraştılar, hükümeti kurmak için 6 ay uğraştılar. Lübnan'daki siyasal sistem bu tür sorunlara yol açıyor. Lübnan, benzersiz bir siyasi sisteme ve seçim kanununa sahip. Dini, mezhebi bir sistem var burada. Her dini ve mezhebi topluluğa devlet yapılanmasında kotalar, hisseler verilmiş durumda. Laik ve demokrat siyasi güçlerin dışındaki güçlü partilerin her biri bir inanç topluluğuna dayanıyor.
Suriye savaşı, bölgedeki savaşlar ve Hizbullah'ın bölgede oynamakta olduğu rol, büyük bileşenlerini Sünnilerin, Maruni Hristiyanların ve Dürzilerin oluşturduğu 13 Mart İttifakı tarafında sürekli bir sıkıntı yaratıyor. Özellikle Falanjistler ya da Lübnan Kuvvetleri diye bilinen siyasi yapı Hizbullah’ın güçlenmesinden hep rahatsızlık duydu. Sünnilere dayanan Gelecek Partisi ve Dürzilerin temsilciliğini yapan Velit Canbulat’ın liderliğindeki İlerici Sosyalist Parti hep Hizbullah’ın yükselişinin önünü kesmeye çalıştı. Yani Lübnan ordusundan bile büyük bir silahlı güce, kitle desteğine ve oldukça geniş bir siyasal etki alanına sahip olan Hizbullah ile onu etkisizleştirmeye çalışanlar arasında sürekli bir gerilim bulunuyor.
Fakat işin esası, 17 Ekim’den bu yana süren halk hareketini, ekonomik sıkıntılar ve yolsuzluklar tetikledi. WhatsApp kullanımına konan vergiler ise bardağı taşıran son damla oldu. Çünkü Lübnan halkı büyük bir ekonomik sıkıntı yaşıyor. Ülkedeki durum yaşanmaz hale geldi ve hükümet bu konuda son derece duyarsız davrandı.
Bu hareketin içinde kimler var? Hangi talepleri ileri sürüyorlar?
Her ne kadar bu halk ayaklanması dış güçlerin bir oyunu olarak suçlansa da, Lübnan toplumunun her kesiminden insan bu hareketin kitlesini oluşturuyor. Hristiyanından Şiisine, Dürzisinden Sünnisine, Alevisine kadar her inançtan insanlar omuz omuza ayaklanmaya katıldı. Lübnanlı yurtseverler, laikliği ve demokrasiyi savunanlar, özgürlükçüler, komünistler bu işin en başından beri içinde ve en önünde oldular.
Bu hareketin en çok dikkat çeken yönlerinden birisi, kadınların eylemlerde en önde olması. Kadınlar yaşamın her alanını sokağa taşımış durumdalar. Yemeklerini sokakta yapıyorlar, sokakta eğleniyorlar, halay çekiyorlar ve slogan atıyorlar.
Eylemciler, ilk olarak iletişim vergisine karşı sokağa dökülmüş olsalar da hareket kısa sürede siyasallaştı ve siyasal talepler şekillendi. Göstericilerin başlıca talepleri şunlar:
- Hükümet istifa etmeli,
- “Elleri temiz”, teknokratlardan oluşan, partiler üstü yeni bir hükümet kurulmalı,
- Yeni bir seçim kanunu çıkarılarak erken seçime gidilmeli,
- Yolsuzluğa bulaşan siyasetçiler yargılanmalı ve İsviçre’ye kaçırılan 60 milyar dolar tutarındaki paralar geri alınmalı.
İsviçre’ye kaçırılan paralar meselesi nedir? Yolsuzluklardan elde edilmiş bir para mı bu?
Şu anda elimde bir liste var. Daha önce başbakanlık, bakanlık, üst düzey yöneticilik yapmış 10 kişinin listesi. Bunlar görevleri süresince yolsuzluklar yaparak elde ettikleri paraları İsviçre bankalarına yatırmışlar. Her biri 5 milyar ile 11 milyar dolar arasında paraya sahip. Kendi adlarına açtıkları hesaplara bu paraları yatırdıkları ortaya çıktı. Bu hesapların toplamı takriben 50 milyar doların üstünde. Göstericiler bu paranın halkın, devletin parası olduğunu, sahiplerinin yargılanması ve bu paraya el konulması gerektiğini söylüyor. Ülkeye geri getirilmesi durumunda bu para ekonomiye önemli bir katkı oluşturacak. Bu nedenle ekonomik paketin bir parçası olarak görülüyor bu para.
Hizbullah’ın bu ayaklanmaya ilişkin tutumu çok tartışılıyor. Hizbullah nasıl yaklaşıyor bu harekete?
Hareketin başlamasından 1 hafta sonra Hizbullah lideri Hasan Nasrallah yaptığı konuşmada, göstericilerin taleplerinin haklılığını teslim etti. Dini/mezhebi bütün siyasi yapıları aşan bir kitle hareketi olduğu gerçeğini kabul etti. Ancak Nasrallah, “ama” diyerek hareketi sağa sola çekmeye çalışanlar olduğunu, gösterilerin bundan sonra masum olmayacağını söyledi. Göstericileri kendilerini temsil eden bir Koordinasyon Kurulu oluşturmaya çağıran Hizbullah lideri, hareketin içinden çıkan kimi çetelerin yol kesme, haraç alma vb eylemlerinin tehlikeli sonuçlarına işaret etti. Gerçekten de kimi çeteciler bu tür davranışlar gösteriyor.
Nasrallah aynı konuşmasında bütün Batılı elçilikleri, ABD ve İsrail’i, Suudi Arabistan’ı ve Türkiye’yi Lübnan’ı istikrarsızlaştırmaya çalışmakla suçladı.
Fakat Hizbullah lideri, hükümetin istifa etmesi talebine karşı çıktı. Bunun siyasi boşluk yaratacağını, yabancı güçlerin amacına ulaşmasına hizmet edeceğini ve Lübnan’ı yeniden iç savaşa sürükleme tehlikesine yol açacağını söyledi.
Hizbullah bu tehlikeyi başa koyunca tabanına çağrıda bulunarak alanlardan çekilmelerini istedi. Bu çağrıdan sonraki gün göstericilerin sayısında bir azalma olsa da, ertesi gün alanlar tekrar doldu. Hizbullah’ın bu tutumu, kendi kitlesi ve bu örgüte sempatiyle bakan geniş kesimler arasında tartışmalar ve kaygılar yarattı.
Hizbullah dışındaki büyük siyasi güçler nasıl yaklaşıyor halk hareketine?
Lübnan Kuvvetleri en başından beri bu hareketi, Hizbullah’ı köşeye sıkıştırmaya yarayacağı beklentisiyle destekledi. Hükümette bulunan dört bakanlarını gösterilerin ilk günlerinde geri çektiler ve hükümetin istifa etmesi gerektiğini söylediler. Ama mevcut hükümetin yerine neyin konulacağını söylemediler.
Başbakan Saad Hariri ise eylemlerin başlamasından bir süre sonra kamuoyuna bir plan sundu. Buna göre bütün milletvekillerinin, görevde olan bakanların ve üst düzey yetkililerin maaşları yüzde 50 düşürülecek, banka sistemi yeniden düzenlenecek ve seçimlere gidilmesi için bir kanun çıkarılacaktı. Ama bu planda bir erken seçimden söz edilmiyordu. Halk bu teklifi reddetti.
Eylemcilerin sloganı şöyle: “Tek tek değil hepiniz”, yani hepiniz yolsuzluğa bulaştınız, hepiniz suçlusunuz! Tabii göstericilerin bu talepleri kabul edilmeyince eylemler devam etti. Hariri bu şekilde devam edilemeyeceğini gördü ve 28 Ekim’de istifa mektubunu Cumhurbaşkanı Mişel Aun’a verdi.
Aun o günden beri istifayı kabul edip etmediği ya da ayaklanmanın taleplerini nasıl gördüğü konusunda bir açıklama yapmadı. Lübnan’daki bütün taraflarda bir bekleyiş ve belirsizlik havası hakim.
Halk ayaklanması konusunda Komünistlerin tutumu ne oldu?
Komünistler başından itibaren gösterilerin içinde yer aldılar ve yönlendirmeye çalıştılar. Lübnan Komünist Partisi (LKP) göstericilerin bir Koordinasyon Kurulu’nun oluşması ve eylemlerin günlük bildirilerle yönlendirilmesi gerektiğini ileri sürüyor.
LKP son yayınladığı bildiride şu görüşleri ortaya koydu: “Biz hükümetin istifasını istiyorduk, bu gerçekleşti. Ama bu yetmez. İsviçre’ye kaçırılan paralar geri alınmalı ve bu parayla finanse edilecek bir ekonomik paket hazırlanmalı. Bu paketi uygulamaya koyacak olan yurtsever, teknokrat bir hükümet kurulmalı. Yeni bir seçim kanunu çıkarılarak bu çerçevede erken genel seçimler yapılmalı.
Dış güçlerin parmağı ne ölçüde var bu gösterilerde?
Eğer aranırsa bütün halk hareketlerinde, bütün devrimlerde dış güçlerin parmağı bulunabilir. Çünkü emperyalist ve işbirlikçisi güçler her halk hareketini kendi çıkarları için kullanmak, onları yönlendirmek, o dalga üzerinde sörf yapmak isterler. Lübnan’daki hareketi de bu şekilde manüpile etmek isteyecekleri açıktır. Örneğin ABD, İsrail ve Körfez ülkeleri, bu halk ayaklanmasını Hizbullah’ı iktidardan uzaklaştırmak, etkisini kırmak ve silahsızlandırmak için kullanmak isteyecektir.
Ama buna rağmen ABD Lübnan’daki halk hareketine açıktan ve doğrudan destek verir gibi görünmüyor. Eğer kendisi açısından bir ihtimal görse, Falanjistler ve Canbulat gibilerle ülkeyi yönetebileceğine inansa ABD açık destek verebilirdi. Ama onlar da biliyor ki böyle bir hamle yapılırsa Hizbullah askeri ve politik gücüyle bütün ülkeyi ele geçirebilir. İşte bu yüzden açıktan bu hareketi destekleyen bir açıklama yapmadılar.
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo bir açıklama yaptı…
Ama bu hareketi bir bütün olarak desteklediklerini söylemedi, ileri sürülen taleplerin haklı olduğunu açıkladı.
ABD ve diğerleri zaten her yerde varlar ve kendi işlerine geldiği gibi bu hareketleri yönlendirmek isterler. Bu, Lübnan halkının ayaklanmasının meşruiyetini gölgelemez.
Eğer bu halk hareketi bir sonuca ulaşamazsa ve gerginlik artıp silahlı çatışmalara varırsa yeni bir iç savaş tehlikesi doğar mı?
Lübnan’daki siyasi partilerin hepsi silahlıdır. Hizbullah ise zaten bir ordu gibidir. Dolayısıyla her kitle hareketinin silahlı çatışmaya dönüşme tehlikesi vardır. Fakat bunların tabanlarının, onların iradesi dışında, kendi iradeleriyle meydanlara çıkmış olması önemli. Sünnisi, Şiisi, Hristiyanı, Alevisi, Dürzisi her kesimden insanın yan yana durarak ortak sloganları atıyor olması son derece ciddi ve önemlidir. Bütün bu partiler bunları dikkate almak zorundalar. Hiçbir parti bu hareketin karşısına çıkma cesareti gösterememiştir. Sonuna kadar bu şekilde bütün ileri sürülen talepleri, şiarları gerçekleştirerek başarıya götürme şansı da var. Ama bunu çelme, farklı yöne çevirme çabaları da var, yine de hala şu ana kadar sağduyu hakim görünüyor. Göstericilerin yalnızca Lübnan bayrağını taşımaları, hiçbir parti bayrağının taşınmaması önemlidir. Ayrıca eylemlerin barışçıl biçimde gerçekleşmesi için özel duyarlılık gösteriliyor.
Lübnan halkının hafızasında 15 yıllık iç savaşın acıları hala çok taze. Bu nedenle bütün siyasi güçler dikkatli davranıyor.
Bir de işin Suriyeli mülteciler boyutu var, değil mi? Ülke ekonomisi üzerinde çok büyük bir yük oluşturuyor göçmenler. Erdoğan Türkiye'de 4 milyon Suriyeli göçmen olduğundan yakınırken Lübnan'da nüfusa göre çok daha büyük bir oran oluşturuyorlar…
Evet, Türkiye'de 82 milyon nüfusa karşılık 4 milyon mülteci var; oysa Lübnan'da durum çok daha ağır. 5 milyonluk nüfusa 1,5 milyon Suriyeli göçmen söz konusu. İddiaya göre bunun 300-400 bini geriye döndü. Ama gerisi duruyor.
Bunların Suriye’ye geri dönmesinin önünde de kimi siyasi engeller var. Falanjistler Suriye rejimi ile resmi ilişki kurmama konusunda direniyorlar. Bu da geri dönüşlerini zorlaştırıyor.
Ama herhangi bir çözüm de ileri sürmüyorlar. Onları mülteci olarak alma gibi politikaları da yok. Suriyeli göçmenler hiçbir gelire sahip değiller, çok ağır koşullarda yaşıyorlar ve en düşük ücretli en kötü şartlardaki işleri kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Bunun yanında bir de Filistinli göçmenler var. Onlar da 700 bin büyüklüğünde bir nüfus oluşturuyorlar ve bunlar resmi olarak hiçbir devlet kurumunda çalışma hakkına sahip değiller. 50-60 yıldır bu ülkede yaşayanlara bile vatandaşlık hakkı verilmiyor.