MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “Bizlere inandığı davaya tutkulu bir bağlılığın, bunun için her türlü fedakârlığı göze almanın, yaşam tarzını ve alışkanlıklarını mücadelenin gereklerine göre düzenlemenin, bütün yeteneklerini ve olanaklarını, her şeyini tüm ezilen ve sömürülenlerin kurtuluşu davasına adamanın en keskin, parlak misallerini bıraktılar.”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
1972 yılının Mayıs ayının 6. sabahı, Hıdırellez şafağında Anadolu devrimci hareketinin üç fidanı, üç gençlik lideri, üç devrimci militanı, Filistin’den Şarkışla’ya üç gerillası, son nefeslerinde düşmanı yenen, ölümü yenen, ölüme gülümseyerek yürüyen, idam sehpalarını deviren, darağacında gürleyen, 12 Mart rejimini ve bilcümle düşmanı deşifre eden, ölürken de öğreten, geride bıraktıkları milyonların, nesillerin yüreğinden korkuyu silen, “Böyle ölür bizimkiler” dedirten, üç işaret fişeği, üç cesaret ve onur bayrağı, üç devrimci öncü Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın fiziki yaşamları faşist cellatlarca sona erdirildi. Onlar henüz 20’li yaşlarının başlarında kendilerini “Türkiye halklarının bağımsızlığına armağan” etmiş, Anadolu devrimci hareketinde radikal devrimci bir kopuşun öncülerinden olmuştu. Üç yiğit devrimci henüz nüve halinde olsa da fikirleriyle, iktidarı hedefleyen radikal devrimci eylemleriyle on yılları aşan bir etki yaratmayı, devrim yürüyüşüne bir gençlik nefesi üflemeyi başarmışlardı ve bu gerçek olmuştur.
Dolmabahçe’de 6. Filo’yu denize dökenler, ODTÜ’de Commer’in makam aracını tutuşturanlar, Gölbaşı’nda ABD radar üssüne girip 4 Yankee’yi alıkoyanlar artlarında bir isyan ateşi, bir devrimci çığır bırakmayı bilmişlerdi. İdam sehpalarında “Yaşasın Türkiye halkının bağımsızlığı, Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ideolojisi, Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi, Kahrolsun emperyalizm” diyerek haykıranlar arkalarında genç ömürlerini aşan bir çığlık, bir manifesto, bir ant, bir mahur beste, hepimiz için bir misal ve bir yol bırakmayı başarmışlardı.
Hususiyetle Deniz Gezmiş şahsında belirginleşen hülyalı, romantik ve elbette yakışıklı, genç devrimci figürünün ötesinde, Anadolu devrimci hareketinin üç fidanı devrimin genç “kurbanları” olmanın çok ötesinde anlamlar ifade ediyorlardı. Dev-Genç ve THKO’nun kurucu önderleri TİP’in sağ ve burjuva sosyalist, DİSK’in sendikalist ve reformist çizgilerine karşı bayrak çekip reformizmi aşmanın, devrimcileşebilmenin yolunun devrimci bir örgüt yaratmak olduğunun farkına varmış ve bunu örgütleyip, inşaya girişmiş devrimci öncülerdiler. Kısa yaşamları, devrimci eylemleri ve ölümleriyle her aşamada umut, heyecan ve büyük bir efsane yaratabilmeyi başarabilmiş kalpleri kızıl, gözleri kara sosyalistlerdiler. İşte bu minvalde her aşamada yaşam, eylem ve nihayet ölümleriyle Anadolu devrimci mücadelesi tarihinde bir son ve bir başlangıcı mimlediler.
Öyle ki Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın devrimci kişiliklerinin, fikir ve eylemlerinin gelişimi ve şekillenişi hem yerel hem de uluslararası boyutları olan canlı ve hareketli bir dönem içinde cereyan etmişti. Bu gün genellikle ‘68 olarak adlandırılan ancak hem yerel hem ulusları planda uzun bir on yıla yayılan bir süreç içerisinde şekillenmişlerdi. Bu anlamıyla Türkiye ‘68’inin sonunu; ama aynı zamanda bir kopuşu, ‘71’in devrimci atılımının, başlangıcını mimlediler.
Uluslararası planda ABD’de üniversite gençliğinin Vietnam savaşına karşı gelişen kitlesel eylemleriyle başlayan ve oradan Avrupa’ya, hususiyetle Almanya ve Fransa’ya doğru hızla yayılan, yayıldığı her ülkede cari düzeni derinden sarsan bir toplumsal dalgaydı ’68 hareketi. On yıl içerisinde ABD’de ırkçılığa karşı Afro-Amerikan halkın itirazları gürleşip, Martin Luther King, Malcolm X gibi toplumsal önderler aracılığıyla hızla siyasallaşarak ABD cari düzenini sarsmıştı. Almanya ve Fransa’da gençliğin gelecek talebiyle birleşen barış isteği, Vietnam savaşına karşı gelişen tepkilerin vesilesiyle Amerika ve NATO’nun politikalarına yönelik sarsıcı kitle eylemlerine dönüşmüştü. Öğrenci gençliğin ateşleyici etkisiyle itki kazanan işçi hareketliliği Fransa’yı kasıp kavurmuştu. Uzunluğu, dayanıklılığı ve bir fabrika işgalleri dalgasına dönüşmesi bakımından hâlâ tarihin en büyük genel grevi olan ‘68 Fransa genel grevi, İtalya’dan Almanya’ya ve diğer Avrupa ülkelerine hızla yayılmıştı. Hülasa dünya bu on yılda, özel bir vurguyla Vietnam savaşındaki gerilla güçlerinin gerçekleştirdiği Tet Taarruzunun verdiği moral ve cesaretin katkısıyla ABD’den, Tokyo, Mexico City, Londra, Madrid, Varşova, Belgrad, Pekin, Prag, İstanbul ve elbette ‘68’in başkenti Paris’e uzanan bir ayaklanmalar kuşağıyla sarsılmıştı.
Bu dönemde gelişim düzeyleri, toplumsal yapıları birbirinden farklı onlarca coğrafyada birbirlerini etkileyen ve tetikleyen toplumsal hareketler gerçekleşti. Aynı dönem içinde işçi sınıfı mücadeleleri yükseldiği, Güney Avrupa’da bir devrimci kuşağın harekete geçtiği, ABD’de toplumsal bir çalkantının yaşandığı, Latin Amerika devrimleri ve farklı coğrafyalarda ulusal kurtuluş mücadelelerinin yayıldığı, ikinci dalga feminizmin doğduğu, devrimci kopuşların yaşandığı ‘68 Hareketliliği bu yanıyla, sadece pek çok ülkeyi kapsadığı için değil, talepleri itibariyle de uluslararası bir karakter taşıyordu.
Elbette bu yükselen devrimci hareketliliğin ve toplumsal çalkantıların Türkiye’ye de yansımaları olmuştu. Ülkemizde 1960'lı yılların ortalarından sonra gelişen ve 1971 hareketine kadar uzanan işçi, köylü ve gençlik hareketi, birçok ülkeden farklı bir yere sahip oldu. İşçi, köylü ve gençlik hareketinin karşılıklı birbirini etkilediği ve devrimci demokratik dinamiklerin geliştiği bir süreç olarak ilerledi. Bu çerçevede yerelde “üniversite ve eğitimde reform” talebiyle başlayan eylemler hızla anti-emperyalist bir karakter kazandı. Öte yandan mücadele demokrasi isteğinin öne çıktığı, iş, özgürlük ve toprak talepleriyle birleşerek demokratik devrim programıyla bütünleşen bir safhaya erişti. Yükselen öğrenci gençlik hareketi, antiemperyalist eylemlerle birleşerek genişledi ve ABD’ye, NATO’ya onların içerdeki işbirlikçilerine karşı; toprak reformundan eğitime, bağımsızlık talebinden halklara özgürlük talebine kadar geniş bir talepler yelpazesinin taşıyıcısı durumuna geldi. Gençlik hareketi, diğer yandan da başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin kitlesel olarak katıldıkları bir mücadeleye doğru genişledi. Buna aynı zamanda toplumu derinden sarsan uyanış eşlik etti. Öyle ki sanayideki işgücünün artması ve giderek büyük fabrikalarda yoğunlaşması işçi sınıfının giderek toplumsal mücadelenin odağına oturmasının ve kendini hissettirmesinin yolunu açmıştı. Asker barikatlarını darmadağın ederek ilerleyen, devletin ancak sıkıyönetim ve sendikacı işbirlikçilerinin iğvasıyla durdurabildiği şanlı 15-16 Haziran işçi ayaklanması, işçi sınıfını tartışmasız bir toplumsal özne olarak siyaset sahnesine çıkardı.
İşte bu düzlemde her ne kadar işçi sınıfı sendikalaşma konusunda büyük bir atılım yaşamış olsa da Anadolu sosyalist hareketi ve Marksizm bir türlü işçi sınıf içinde yaygınlaşamamış, sol hareketler ve öğrenci gençlik hareketleri kısıtlı temaslar ve kesişmelere rağmen işçi sınıfıyla buluşamamıştı. Sol hareketler daha çok aydın ve öğrenci gençlik hareketleri içinde gelişebilmişti. Gençliğin verdiği atılım, cesaret ve dinçlikle üniversite öğrenci hareketleri ve örgütleri adeta bir katalizör hatta adeta bir gençlik partisi konumuna gelmişti. Bu anlamıyla Üç Fidan’ın da kurucu ve önder kadroları arasında olduğu başta Dev-Genç ve diğer öğrenci hareketleri Türkiye ‘68’nin de ateşleyici ve taşıyıcısı konumuna gelmişlerdi diyebiliriz.
6 Mayıs 1972 bu yanıyla; 1968 Temmuz’unda Amerikan 6. Filosu’nu protesto eylemleri sırasında İTÜ Öğrenci Yurdu’nda polisler tarafından pencereden atılarak öldürülen Vedat Demircioğlu’ndan başlayarak, İstanbul’da Beyazıt’ta kontrgerilla kurşunlarıyla Taylan Özgür’ün, Nurhak’larda Sinan’ların, Kızıldere’de Mahir’lerin, İstanbul Arnavutköy’de polis kurşunlarıyla Ulaş’ın, işkencede İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesiyle tamamlanan fiziki tasfiye sürecinin bir parçası olarak Türkiye ‘68’inin nihayetini getiren tarihlerden birini mimledi.
Şüphesiz diyalektik gelişim içerisinde bu sona eriş, yeni bir başlangıcı da mayalamış ve nihayetinde yeni bir başlangıcı doğurmuştu.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, gençliğin mücadelesini cepheden saldırılarla ezmek isteyen devlete ve egemenlere ve içten baltalayarak düzen sınırları içine hapsetmeye çalışan reformizme ve revizyonizme karşı mücadele ettiler. Yeni bir devrimci militan tipinin yetiştiği bir süreci başlatanlar arasında yer aldılar. Bu doğrultuda yeni bir doğuşun öncü havarileri arasında tarihteki onurlu yerlerini aldılar. FKF ve Dev-Genç sürecinden başlayarak THKO’ya uzanan arayışlarında, mevcut düzenle bağlarını koparmayan ve düzenin sunduğu olanakları tepme cesaretini göstermeyen, bunun için de eylemini sınırlayan ve yaşam tarzını değiştirmeyen, geniş işçi yığınlarından kopuk aydının dar dünyası ve ilişkilerini aşamayan, egemen Kemalist-darbeci ya da salon-sosyalisti eski üst tabaka “devrimcisi” tipinden kopuştular. Dönemlerinin en etkin ve yığınsal sol partisi TİP’in ve Anadolu devrimci hareketine geleneksel biçimde egemen olan TKP’nin çizgisinden teorik açıdan tamamen olmasa da pratik anlamda radikal biçimde koparak gençlik hareketinin en militan, tüm ezilen ve sömürülen sınıfların kurtuluşu davasına en bağlı ve en kararlı unsurlarının buluştuğu bir örgütün inşaasına yöneldiler. Gelişen hareketin en bilinçli, en fedakâr, en kararlı unsurlarını Marksist-Leninist teoriyle donanmış bir genelkurmay olarak örgütlemeyi hedeflediler. TKP, TİP geleneğinin de mezarını kazdılar. Bu gün Anadolu ve Kürdistan devrimci hareketlerinin büyük yekününü oluşturan hareketler onların fikirlerinden, eylem ve tartışmalarından doğdu. FKF ve onun içinden doğan Dev-Genç’in içinden THKO, THKC ve TİKKO doğdu. Yani Anadolu’da radikal sol, yükselen bir öğrenci hareketi içinde şekillendi. Bu anlamıyla da yeni bir başlangıcı mimlediler.
Diğer yandan deneyim eksikliği, gerekli teorik-pratik-örgütsel miras ve birikim yoksunluğu onların cesaret ve cüret ile kalkıştıkları atılımı sınırladı. Marksist-Leninist teorinin kavranışına ve uygulanmasına ilişkin yanılgılarına, eksikliklerine ve hatalarına karşın, bizlere inandığı davaya tutkulu bir bağlılığın, bunun için her türlü fedakârlığı göze almanın, bütün ilişkilerini, yaşam tarzını ve alışkanlıklarını mücadelenin gereklerine göre düzenlemenin, bütün yeteneklerini ve olanaklarını, her şeyini tüm ezilen ve sömürülenlerin kurtuluşu davasına adamanın ve onlarla birleşmeye çalışmanın en keskin, parlak misallerini bıraktılar. Bizim için dün ile yarın arasında bir köprü kurdular. Adını “Devrimci Gençlik Köprüsü” koydular. Üç Fidan, örgütün özgürlük olduğuna inandılar, örgütlenmeye inandılar. Şimdi bize düşen; her 6 Mayıs ve her gün onları anmak, her gün bir kişi daha, her gün bir adım daha örgütlenebilmektir. Bu uzun koşunun en güzel yüz metresini koşanların ilhamıyla bir adım daha ileri atılabilmek için örgütlenmektir.
https://www.youtube.com/watch?v=jFhQ038OOYk