MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “Kaypakkaya’nın tespiti keskin, uzlaşmaz ve yıkıcıydı: Komünist olmanın ilk ve temel adımı Kemalizm’in reddedilmesiydi. Kemalizm ve ulusal sorun TC’nin iki ana kolonu olagelmişti ve Kaypakkaya bu iki ana kolona vurarak, devrimci bir çıkışın olanaklarını, devrimin imkânını aramıştı.”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
1973 yılının Mayıs ayının 17. gecesini 18. sabahına bağlayan saatlerde biz devrimcilere, sosyalistlere nereden, kimden geldiğimizi hatırlatan, yolumuzu aydınlatan bir kızıl meşale tutuştu. Bir kızıl kelebek uçuşarak sonsuzluğa doğru yükselirken bizlere bir yol açtı; devrimin yolunu… Bizlere ölümsüz bir ruh devretti; devrimin ruhunu… Ve hem yaşamıyla hem şehadetiyle bize bir manifesto bıraktı; devrimin manifestosunu… Kasketinin altındaki sarı saçlarıyla renkli keskin gözleriyle maruf gencecik bir delikanlı, komünist önder İbrahim Kaypakkaya, “Önderimiz İbo” henüz yirmi dört yaşında Diyarbakır zindanında işkencede katledildi.
Düşman ölümüyle ne murat ettiyse hiçbiri olmadı. Yanıldı düşman, yenildi. İbrahim, son nefesinde ölümü yendi. Düşmanı yendi. Ser verdi sır vermedi. O, bir devrimci ve komünistti. Devrimciydi; kapitalizmden, sosyalizme devrimci bir tarzda geçişi savunuyordu. Komünistti; sosyalizmden, sınıfsız topluma, komünizme geçişi savunuyordu. Böylece bir devrimci simgeye dönüştü. İhtilalci yolu gösteren bayrağımız oldu. Kısa devrimci yaşamıyla ve şehadetiyle bir kopuşu mimledi. 71 devrimci kopuşunun son halkası olmakla beraber 71 devrimci kopuşunun en radikal, en ileri sıçrayışını gerçekleştirerek sürecek bir devrimci yürüyüşün ilk halklarından oldu. Anadolu devrimci hareketine egemen revizyonist, yasallıkçı, parlamentocu çizgiden radikal ve devrimci bir kopuşun en keskin simgelerinden biri oldu. Uçurumun kenarında yürüme cüretinin ve cesaretinin simgesi oldu.
İbrahim Kaypakkaya, bir kopuştan kopuşu ifade etti. Geleneksel sol anlayış ve politika tarzı dâhil, yerleşik olana, aşılması gerekene meydan okumanın başlangıcı olan ’71 kopuşunun, yeniyi arama ve yaratma çabasının simgesi oldu. Henüz yirmi dört yaşındayken, sol hareketin köşe başlarını tutmuş namlı hocaların havsalasının alamayacağı politik tutumlar aldı. Teorik ileri atılımlar gerçekleştirdi. Gözünü iktidara dikti. Hedefine iktidarı koydu. Yerleşik kalıpların tutsağı olmayan bir cüret ve atılımın simgesi oldu. O, eskimiş olandan, yerleşik kalıplardan, geleneksel anlayış ve alışkanlıklardan devrimci bir kopuşun işaret fişeği oldu. Kemalizm’in, burjuva alışkanlıkların bataklığına saplanmış kimi sol kesimlerin çıkışsızlığına karşı bir çıkış oldu. O, Devlet ve İhtilal'in eskimeyen tiniydi! Nisan Tezleri’nin hep genç kalan özüydü. Hülasa Kaypakkaya, kopuştan kopuştu. Devrimci kopuştan devrimci kopuşu gerçekleştirmiştir. O, militan diyalektiğin coğrafyamızdaki ilk örneklerindendi, yeni insanın nüvesiydi. İsyan ateşiydi.
24 yıllık kısa devrimci ömrünün son birkaç yıllık kısmına 500 sayfalık teorik üretim sığdıran, teoriyle olduğu kadar pratikle de öncü bir ilişki kuran, döneminin neredeyse tüm direnişlerinde yer alarak o direnişleri örgütleyerek somut bir gerçeğe dönüştüren, Anadolu ve Kürdistan devrimci Hareketi’nin kurucu önderlerinden İbrahim Kaypakkaya, ne sadece bir pratik devrimci, ne de sadece politik bir devrimciydi. Bu vasıfları yanı sıra teorik bir devrimci ve kuramcıydı. Genç yaşına rağmen Marksizm'in özü olan yıkıcı bir teori olma yönünü, kendi kuramsal analizlerinde ortaya koymuş, kapsamlı ve katmanlı yıkıcı ve sarsıcı çözümlemeler yapmıştır. 71 devrimcileri ihtilalci bir kopuş yarattı. Kaypakkaya bu kopuşu bir adım daha ileri götürdü. Kopuşu sınıf devrimciliğiyle tamamlamaya çalıştı. Kopuşun teorik içeriğini doldurdu. Devrimci önderlikten, temel sınıfa dayanarak komünist önder olmayı doğru yürüdü. Öyle ki katledilmeden önce sorgusunda dönemin işçi eylemlerini sayarak ve bu direniş ve eylemlere aktif katıldığını propaganda ederek bu hususa özel bir vurgu yapmıştı. Kaypakkaya, üniversite gençliğinin ve Trakya 'da topraksız köylülerin eylemlerine iştirak ettiğini söyledikten sonra, Demir Döküm, Sungurlar, Horoz Çivi, Pertrisks, Ege Sanayi, Gisvaled, Gamak, Singer, Derby eylemlerini ve 15-16 Haziran ayaklanmasını saymıştı. Kaypakkaya, hemen hemen dönemin bütün işçi eylemlerinin içindeydi. Katılan, destek veren ve örgütleyendi. Bu yön, İbrahim'in bir proleter devrimci olarak en temel yönlerinden birini oluşturuyordu. İbrahim Kaypakaya, THKO ve THKP-C den farklı olarak sınıf çelişkisi üzerinden hareket etti ve kendini bu çelişkinin bir kutbu olarak konumlandırdı. Buradan hareket ederek devrimin güncelliğini aradı. Bu yanıyla Kaypakkaya, 1972’de açtığı kanal vasıtasıyla, Anadolu devrimci hareketinde iki temel gelenekten birinin, komünist geleneğin başlatıcısıdır. Bu yanıyla Kaypakkaya’nın devrimciliği THKO ve THKP-C’nin devrimciliğinden radikal bir farklılık gösterir. Kaypakkaya, kesintisizce ilerletilmiş ve bu anlamda burjuvazinin sözüm ona olası devrimciliğinin bütün etkilerinden sıyrılmış, ondan kopmuş bir devrimci niteliğe sahipti. Öyle ki Leninist devrimci örgütün gerekliliğinden, kurulacak partinin mutlaka komünist ismini alması gerektiğinden ilk bahseden İbrahim Kaypakkaya olmuştu.
Ve elbette İbrahim Kaypakkaya, tıpkı öncüsü Lenin gibi uzlaşmazdı. Nasıl ki Lenin siyasal yaşamında çelişkide taraf oldu ve sınıfsal çelişkinin bir tarafında yer aldıysa, İbrahim de devrimci kopuşunda, Kemalizm meselesinde, ulusal soruna ilişkin yaklaşımda uzlaşmadı.
Kaypakkaya’nın teorik mirasının en parlak ve tesir bırakan kısmını, ulusal soruna ilişkin saptamaları oluşturuyordu diyebiliriz. Ulusal sorunu incelerken meseleyi Marksist-Leninist bir tarzda ele alabilmiş, hatta bu konuda Anadolu devrimci hareketi içinde çığır açıcı bir rol oynamıştır… Kaypakkaya ulusal soruna ilişkin ve Kemalizm konusunda son derece erken ve nitelikli öngörü ve çözümlemelerle yıkıcı, sistemli, bütüncül teorik tespitleriyle buz kırıcı bir görev ifa etmişti. Öncelikle ulusal sorun ve Kemalizm üzerine tespitleri bir tarih tezidir. Ayrıca Kemalizm analizleri yalnızca resmi ideolojiyle sınırlı değildi. TC'nin devlet aklı, ruhu ve tarihsel pratiğiyle ilişkili çözümlemelerdi. Bu anlamıyla da o, kopuştan, devrimci bir kopuşu simgelemişti. Kemalizm hakkındaki tespitleriyle TİİKP’ten kopmakla kalmıyor, bir bütün olarak Anadolu sol hareketinden kopuyordu.
Hemen hemen herkesin ikinci ulusal kurtuluş savaşından bahsettiği, Mustafa Kemal’in ordusundan ilerici bir darbe beklentisinin yaygın olduğu koşullarda, “Kemalizm kurtuluş savaşının içindeyken emperyalizm ve feodalizm ile uzlaşmayı ve karşı devrimciliği temsil etmeye başlamıştır. Halka ve komünistlere alçakça düşmanlık gütmüş ve onlardan gelen her hareketi gaddarca ezmiştir” diyen, İbrahim Kaypakkaya olmuştu. Kemalizm’i devrimci bir diyalektik bakış açıyla faşizm, faşist diktatörlük olarak değerlendirmesi ezber bozucu ve yıkıcı bir mahiyetteydi. Zira bu hususun kritik bir stratejik önemi söz konusuydu. Kemalizm’den ve dolayısıyla burjuva ideolojilerden kopamamanın doğurduğu marazlar devrimci hareketin işçi sınıfıyla kurduğu ilişkiyi belirliyordu. Anadolu soluna hâkim olan Kemalizm’in ideolojik nüfuzu işçi sınıfıyla organik ilişkilenmeyi engelleye gelmişti. Şöyle söylüyordu: “Şafak revizyonistleri (TİİKP), kendi boş hayallerini gerçeklerin yerine koymaya çalışıyorlar, ülkemizde bir yığın revizyonist ve oportünist klik bilhassa Kemalizm konusunda aynı şeyi yapıyor. Özellikle Kemalizm konusunda, orta burjuvazinin gerçeklere aykırı idealist yargıları öylesine beyinlere yerleşmiş, beyinlere öylesine tekel kurmuştur ki, Kemalizmin komünistçe değerlendirilmesi artık imkânsız hale gelmiştir.”
Kaypakkaya’nın tespiti keskin, uzlaşmaz ve yıkıcıydı: Komünist olmanın ilk ve temel adımı Kemalizm’in reddedilmesiydi. Kemalizm’in, komünistçe değerlendirilmesi gerekmekteydi. Çünkü Marksist olmanın ilk ve temel adımı burjuva ideolojisiyle bütün bağları koparmaktan geçer ve Türkiye’de burjuva ideolojisinin en belli başlı biçimi Kemalizmdi. Kemalizm ve ulusal sorun TC'nin iki ana kolonu olagelmişti ve Kaypakkaya bu iki ana kolona vurarak, devrimci bir çıkışın olanaklarını, devrimin imkânını aramıştı. O’nun ulusal soruna yaklaşımı yalnızca Türkiye burjuva devletinin yakın geçmişine yönelik bir analizin sonucu değildi. Bütünlüklü tarihsel bir akış içerisinde Bizans’tan, Selçuklu ’ya, Osmanlı’ya uzanarak TC’ye devrolan; yağma, talan, katliam, soykırım, tenkil ve tehcir geleneğini açıkça ortaya koydu. İbrahim bu perspektifle Ermeni soykırımına ilişkin vurgularıyla Anadolu devrimci hareketindeki bir başka ilk halkayı mimlemişti.
Hülasa Kaypakkaya, Kürt sorununda hâkim ulus şovenizmini kırmış ve Marksist-Leninist konum almış bir enternasyonalist devrimciydi. O döneme değin, Anadolu solu içinde, Kürtlerin bir ulus olduğunun bile genel bir kabul görmediği, sadece bir “Doğu sorunu”ndan bahsedildiği koşullarda, ulusların kendi kaderini tayin hakkının ayrı bir devlet kurma hakkı olduğunu yüksek sesle ilk dile getirenlerin başında o gelmişti.
Tam da Kaypakkaya’ya ilişkin hazırlanan MİT raporunda düşmanın da itiraf ettiği üzere , “Türkiye’de komünist mücadelede şimdi halka en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metodları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” O, bir ateşti, bir kıvılcım, alev ve çağını aşan bir meşaleydi. Uzlaşmaz, keskin tavrı, eylemi ve fikriyle bize tek bir seçenek bıraktı: Devrimci seçenek. Bir misal bıraktı: Devrimci yaşamın en parlak bir misalini bıraktı. Bir yol açtı: İhtilalin yolu. Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor ve bu çelik aldığı suyu unutmayacak!
https://www.youtube.com/watch?v=qdsRWsF1jUw