Sosyalist işçi önderi Zehra Kosova, 18 Ağustos 2001 tarihinde, bütün ömrü boyunca duyduğu sömürüsüz bir dünyanın özlemiyle yaşama gözlerini yumdu. Hayata veda ettiğinde 90 yaşındaydı. Yaşamının son günlerinde dahi, “Daha henüz bir şey bitmedi, söylenecek son söz de söylenmedi” diyordu.
İstanbul’da tütün fabrikalarında çalışan TKP üyesi Kosova, çeşitli kereler gözaltına alındı, işkencelerden geçirildi, hapse atıldı ama ömrü boyunca kapitalizme karşı mücadelede en ön saflarda yer aldı.
Ölümünün 13. yılında, yoldaşı Ali Eriş, Zehra Kosova ile anılarını anlattı. 82 yaşındaki Eriş’in mektubunu kısaltarak yayınlıyoruz:
Mehmet Bozışık ve Zehra Kosova yoldaşlarımın anısına…
Ben, Zehra’dan önce eşi, yoldaşım, meslektaşım Mustafa İskender’i tanıdım. Aynı handa, aynı tezgahta, birlikte kunduracı idik. Beyazıt Küçük Mercan Han’da 2. kat 18 numarada çalışıyorduk. Bir gün kapı çalındı ve bir kadın başı gördüm. Yoldaş Mustafa İskender kalktı, dışarı çıktı. Bir yakını olduğunu düşündük.
O yıllarda grev, sözleşme, direniş yasak. Tobacco ve diğer ABD şirketleri ile Avusturya, İngiliz tütün şirketleri vardı. Bunlar başta Kabataş’ta ve Haliç’teki Cibali Tütün Yaprak İşleme Fabrikası’nda (şimdiki Kadir Has Üniversitesi olan yapı) işçi çalıştırırlardı. İşverenler, işçilerin hak istemeleri karşısında fedai beslerlerdi. Bu fedailer, hak isteyen işçileri insafsızca dayaktan geçirirler, zaman zaman da falakaya yatırırlardı. Ayrıca yakında olan Cibali Karakolu yedek güç olarak görev yapardı. Bunun karşısında TKP üyeleri olan kunduracılar, terziler, Haliç tersane işçileri fabrikada bir direniş olayını duydukları zaman işleri bırakır, Gedikpaşa Tarhan Yolgeçen Han, Beyaz Han, Sinan Paşa Medresesi Tavuk pazarına kadar Cibali direnişine koşardı. Biz kunduracılar da önlüğü çıkarır, ceketi giyer, falçatayı cebe indirir hanlardan hızla Cibali veya Kabataş tütüncü kadın emekçilerin yardımına koşardık. O tütün işçisi kadınlar beyaz örtüleri ile papatya tarlalarına benzerlerdi. Birkaç kez Cibali Karakolu’nu bastık. Polis cam çerçeve dağıtıldı. Bir gün yine tütün ve kundura işçilerinin eyleminden dönüyorduk. Zehra Kosova ve eşi yoldaşımız Mustafa İskender ile beraber Unkapanı surlarından geçerken göz göze geldik. Yanlarına gidip konuşamadım. Bizler, TKP hücre yaşamına sıkı sıkıya bağlıydık, onlara yaklaşıp konuşamazdım, yasaktı. Ama eşi olduğunu anlamıştım.
TKP, neden tütün işçileri, neden kunduracılar, terziler, Haliç tersanesi, tramvay emekçileri iş kollarında örgütlü idi? O tarihlerde sanayi yok denecek kadar azdı. Fabrikalar parmakla sayılacak kadardı. O zamanın en modern fabrikaları ve işlikleri buralardı. Ama bu fabrikalar bugünle karşılaştığında çok iptidai; havalandırma yok, temizlik malzemesi yok, iş elbisesi yok… Çok zor şartlarda karın tokluğuna çalışılan işlerdi. Zaman zaman eylemlere gittiğimizde tütün işçisi kadınlara yaklaştığımızda, çok keskin tütün kokarlardı. Yıllar sonra Mustafa İskender’e evde de tütün kokuyor mu dedim. Elbette dedi. Biz nasıl kösele deri kokuyorsak, Zehra da evde tütün kokuyor dedi. Bizim evde kokular karışık derdi. Şakalaşırdık.
Zehra hep tütüncü kızını söylerdi. Tütüncüler koku ve tütün tozları nedeni ile genellikle solunum yolu hastalığı olurdu. Çoğu veremden çok genç yaşta ölürdü. Şoför İdris yoldaşın eşi, yoldaşımız Emine Erdinç de bunlardan bir tanesidir. Zehra’nın en sevdiği yoldaşı idi. Birlikte Sansarhan’da aylarca işkence gördüler. Zehra ile her karşılaşmamızda büyük bir inanç ve coşkuyla bizlere nasıl örgütlenmemizi, nasıl ajitasyon-propaganda yapmamızı anlatırdı. Aramızda 10-15 yaş fark vardı. Ama her görüşmememizde bizim başlıca mesleğimizin, kadroları ve sempatizanları eğitmek olduğunu ve sınıf bilinci vermemizin önemini anlatırdı. Patron ve yandaşları ile savaşmanın, sosyalizme giden yolun ne kadar zor olsa bile ardıcıl savaşmaktan geçtiğini belirtirdi. Parti’nin de böyle istediğini bizlere usanmadan anlatırdı. Zehra yoldaş amansız bir örgütçü idi. Militandı. Başkaldıran bir yapıya sahipti. Bu yapının altında hümanistti. Dost diyebileceklerine çabuk inanan yapısı vardı. Fabrika direnişlerinde şahit oldum, gördüm fabrika kapısından dışarı ilk fırlayan Zehra yoldaşımızdı. Kadınlarla birlikte fabrikalardaki uygulamaları protesto etmek amacıyla örgütlediği İstanbul Valiliğine yürüyüş eylemlerinde, kadın tütüncüler direnişe geçtikleri zaman ne polis ne de herhangi bir engel dinlemezlerdi. Şirket yapılarına saldırarak haklarını zorla alırlardı. Aynı sloganlarla haykırırlardı: Söke söke aldık.
Zehra ve eşi Mustafa İskender, Bozışık tarafından uygun bulunup, 1925 yılında değişik yollardan ve değişik zamanlarda Moskova’ya, KUTV’a, Lenin Okuluna eğitime gönderildi. Eğitim sırasında evlenmişler. Parti disiplininin dışına çıkmışlar. Dönüşte Boz Mehmet, Zehra ve Mustafa İskender’e, “Sizi evlenmeniz için mi Moskova’ya gönderdim?” diye çıkışmış. Böyle bir karar verebilmek için TKP bölge sorumlusu Selahattin Akar Işık’tan onay alınması zorunluluğu vardı. Kaldı ki gerekli güvenlik araştırması ve evlenme izni gerekli idi. Ama daha sonraki militan çalışmaları sayesinde bu hatalarını parti affetti. Zaman zaman Zehra yoldaş ile konuşmamda, dertlenir ve bana şöyle derdi: “Ah Ali Yoldaş, yüreğimin yarısı Moskova’da kaldı. Ama kızımın Lenin’in, Stalin’in ülkesinde yaşaması acımı biraz azaltıyor.”
“Zehra Yoldaş, kızın sosyalist dünyada mutludur” dedim. Ama yüzüne baktığımda o yine ana idi. Başını hafifçe yana eğerdi. Zehra yoldaşımızın eşinin ölümünde tütün, terzi, kunduracı tüm partililer, partimize yapmış olduğu görevleri minnetle anarak, Enternasyonal Marşı ile gömdük. Eşinin ölümünden sonra Zehra yoldaşımı daha sık görür olmuştum. Önce Kasımpaşa’da, sonra Tarlabaşı’nda Kumbaracıbaşı’nda oturdu. Şunu hep söylerdi: “Önce parti.” Onu, yaşlanınca, sıkılıncaya kadar beraber bizim evde çocuklarımla hep bir arada yaşamaya ikna etmeye uğraştım. Bana, “Sen daha gençsin, koşturuyorsun, engel olmayayım” dedi. Uzun bir aradan sonra geldi, can yoldaşım oldu. Bana sık sık “Hadi sen git mücadele et. Ama bana sakıncalı olanları anlatma” derdi. Bir süre sonra sıkıldı. Kurtuluş’taki kızına gitti. Kısa bir süre Kasımpaşa tütüncü arkadaşlarının yakınında tek odalı ev tutmuş, orada kalıyordu. Yalnız bırakmıyorduk.
Zehra Kosova ve tütün emekçisi kadınlarımız Sirkeci’deki Sansaryan Han’da eziyet çektiler, işkenceci Parmaksız Hamdi’nin işkence izleri ile birlikte yaşadılar. Ama çok direngendiler. Polis hücrelere çocuklarını getirip gösteriyordu. Çeşitli tehditlere sır vermediler. Yoldaşlarını korudular. Zehra, Emine Erdinç, Naciye, Cemile, Rasime hep onurumuz olmuştur. Partilerine layık olmaya çalışmışlardı. Başarmışlardır. Bu uğurda yaşamları sonlandı.
* Atılım Gazetesi’nin 22 Ağustos 2014 tarihli 135. sayısında yayımlanmıştır.