SEÇTİKLERİMİZ- Mustafa Peköz yazdı: “Seçimlerde oluşan dengeler dikkate alındığında seçim sonuçlarıyla ciddi düzeyde bir oynama yapılmadığı takdirde Erdoğan’ın ilk turda seçimi kazanma olasılığının zayıf olduğu görülüyor. Anahtar parti HDP sistem içi çatışmanın dışında üçüncü bir güç olarak politik rolünü üst düzeyde oynayabilir.”
MUSTAFA PEKÖZ
Devletin bütün saldırılarına ve baskılarına rağmen HDP, hem parlamento hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dengeleri değiştirebilecek önemli bir potansiyel taşıyor. Sistem içi güçler arasındaki rekabette HDP’nin tercihi son derece önem kazanıyor. İktidar da merkez muhalefet de, HDP ile doğrudan görüşmek veya ittifak kurmak için somut bir adım atmamalarına rağmen özellikle cumhurbaşkanı seçimlerinin sonucunu tayin edecek parti olduğunu görüyorlar. Bu nedenle HDP, sistem içi dengelerin yönünü belirleyecek bir parti olarak, süreci doğru okumalı ve daha objektif değerlendirmelidir.
HDP seçimlere girmeli midir?
Bugünkü politik ortamda “Seçimlere katılıp katılmamanın ne önemi var” diye tartışmak mümkün. Bu yönlü tartışmaların zayıf da olsa olduğu biliniyor. Hatta Kürtlere yönelik çok yönlü saldırıların olduğu, devletin Kürt politik güçlerini tasfiye etmek için karar aldığı bir ortamda “Seçimlerin bir önemi kalmamıştır” denebilir. Akla pek mantıklı gelen bu yaklaşımın, derinlikli incelendiğinde öyle olmadığı görülüyor. HDP merkezli Kürt politik güçlerinin ortaya koyacağı irade eğer iç dengelerin değişmesinde etkili olacaksa bunun değerlendirilmesi son derece önemlidir. Sistemin kendi iç dengelerinin değişmeye başlamasıyla 24 Haziran’dan sonra yeni bir evreye girmesi ve politik dengelerin yeniden dizaynı zorunlu olarak gündeme gelecektir. Sistem kendi iç politik dengelerini yeniden tanımlarken Kürt sorununun veya Kürt politik güçlerinin bölgesel alandaki gelişmesinin yok sayılması da artık pek mümkün değildir. Bu bakımdan, en zorlu süreçte bu seçimlere katılmak Kürtlere bir şey kaybettirmez.
AKP-MHP iktidarının ortak hedefi: Kürtlerin tasfiyesi
MHP-AKP iktidarının ortaklaştığı temel noktalardan biri, Kürtlerin politik bir güç olarak etkisizleştirilmesi ve örgütsel olarak tasfiye edilmesidir. Amaç, Kürtlerin hem içte hem bölgede oluşturulacak denklemin dışında kalmasını sağlamaktır. Bugün devleti yöneten güç, Erdoğan’ın Kürtlere yönelik alacağı tutuma göre aktif olarak desteklenmesine devam edeceğini belirlemiş bulunuyor. Kürtlerin özellikle Irak ve Suriye’de kalıcılaşan politik ilişkileri belirlemede ciddiye alınabilir sonuçlar elde eden bir konuma gelmiş olmaları, devletin bekası için bir tehlike olarak görülmektedir. Kürtlerin bölgede politik güç olmalarını engellemek için askeri operasyonlar yapılırken, içte de Kürtlerin bütün gücünün tasfiye edilmesi MHP-AKP ittifakının bir stratejisi olarak benimsendi. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin gerçekleştirdiği ‘bağımsızlık’ referandumuna karşı Erdoğan merkezli AKP iktidarının almış olduğu tutumu ve Afrin’e yönelik gerçekleştirilen operasyon esasen MHP çizgisinin politik yönelimlerini ortaya koyuyordu. Aynı şekilde iç politikada HDP’ye yönelik izlenen tasfiyeci yönelimler Bahçeli’nin sıklıkla dile getirdiği politikaların bir parçası olarak değerlendirmek mümkün. Bir başka ifadeyle özellikle Kürtlere karşı MHP tarafından gündemleştirilen politikanın AKP tarafından yaşama geçirilmesi, iki partinin Kürt politikasında aynılaştığını ortaya koyuyor. Bugün devleti yönetenlerin Kürt politikası, MHP-AKP iktidarında somutlaşmış bulunuyor.
AKP’nin destekleyen Kürt seçmenin durumu
AKP’nin almış olduğu oy’un yaklaşık % 8-10’u Kürt seçmeninden geliyor. Bir başka ifadeyle Kürt seçmeninin oy potansiyeli ağırlıklı olarak HDP ile AKP’de somutlaşmış bulunuyor. AKP’nin Kürtlere yönelik yaşama geçirdiği tasfiye politikası, özellikle AKP’ye oy vermiş muhafazakâr Kürt seçmenlerinin politik tercihlerini değiştirmeye zorladı. Kürt sorunun toplumsal-politik bir mesele olarak ele alma politikasını bütünüyle terk eden AKP’nin, Kürtlere vereceği birkaç kuruşla, yıktıkları şehirlerin üzerinde yaptırdıkları binalarla oy oranını koruyamayacağı yapılan anketlerde görülüyor. AKP’ye oy veren Kürt kitlesinde belirgin bir kopuşun yaşanması AKP yönetimini telaşlandırıyor.
AKP’ye oy veren Kürt seçmenin kopuş gerekçelerini birkaç alt başlık altında toplamak mümkün. Birincisi, MHP ile kurulan ortak stratejik ittifaktır. AKP’nin önemli dayanaklarından biri olan HUDA-PAR dahi, MHP ile kurulan ittifaka tutum almak zorunda kaldı. İkincisi hendekler gerekçesiyle çok sayıda Kürt ilçesinin askeri güç kullanılarak nerdeyse haritadan silinmesi, Kürtlerin geneline yönelik yapılan bir tasfiye hareketi olarak değerlendirildi. Üçüncüsü, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde gerçekleştirilen referanduma karşı savaş ilan edebilecek düzeyde bir tutum alınması, değişik devletlerin sınırları içinde yaşan Kürtlere karşı dahi tahammül edilmediğini gösterdi. Dördüncüsü, Afrin’e yönelik yapılan operasyonda Kürtlerin kendi topraklarından sürülerek Radikal İslamcı Örgütlerin yerleştirilmesi ile, Kürtlerin hiçbir bölgede yaşamasına izin verilmek istenmediği algısı pekişti. Beşincisi, HDP’ye yönelik kesintisizce devam eden operasyonlar, Kürtlerin etnik kimliğinin tasfiyesi olarak görüldü. Buna benzer faktörlerin etkisiyle, yıllardır AKP’ye oy veren Kürt kitlesinde hem bir kopuş hem de alternatif arayışları yaşanmaya başladı.
AKP’den kopan Kürt seçmenin yeni adresi
HDP’ye ve AKP’ye oy veren Kürt kitlesi arasındaki farkı şöyle tanımlamak mümkün. HDP’ye oy veren Kürt kitlesinin önemli bir kesimi muhafazakâr olmasına rağmen etnik kimliği ön planda tutuyor. AKP’ye oy veren Kürt kitlesinin önemli kesimi ise tersine etnik kimliğinin farkında olmasına rağmen dinsel değerleri ön plana çıkarıyor.
MHP-AKP iktidarının Kürt etnik kimliğinin tasfiyesine yönelik izlediği çok yönlü saldırılar, dinsel değerleri ön planda olup AKP’ye oy veren Kürt kitlesinde bir kopuşa yol açtı. Peki, bu oylar hangi partiye gidebilir ya da tercih edecekleri yeni parti hangisi olacaktır. Burada üç partiden bahsetmek mümkün. Birincisi Saadet Partisi’dir. Muhafazakâr Kürtlerin önemli bir kısmı 1980’li yıllarda Milli Selamet Partisi’ne, 1987’lerden sonra Refah Partisi’ne ve Fazilet Partisi’ne oy veriyorlardı. 2002’den sonra ağırlıklı olarak AKP’ye yöneldiler. Milli Görüş geleneğinin temsilcisi Erbakan’ın Kürt muhafazakâr kesimler üzerinde önemli bir etkisi vardı. Kürt hareketinin toplumsal-politik gelişmesine paralel olarak muhafazakâr Kürtlerin belirli bir kesimi HDP ve öncellerine aşamalı olarak yöneldi. Ancak İslamcı geleneği temsil ettiği iddia edilen partilere destek önemli oranda devam etti. Bu nedenle bugün AKP’den kopan, dinsel değerleri ön planda olan muhafazakâr Kürt seçmenin adaylarından biri Saadet Partisi’dir. Saadet Partisi’nin barajı aşıp parlamentoya girişinden emin olması halinde, dinsel değerleri ön planda Kürt muhafazakâr kitlesinin bu partiye yönelmesi yüksek bir olasılıktır. Bingöl, Bitlis, Ağrı, Batman, Urfa, Malatya gibi illerde, İstanbul’da AKP’nin oylarının yüzde 50’nin üstünde olduğu ancak Kürt seçmenin de yoğunlukta olduğu Bağcılar, Esenler, Esenyurt, Arnavutköy, Sultan Çiftliği gibi ilçelerde Saadet Partisi’ne yönelim sürpriz olmaz.
İkincisi HDP’dir. Bugün HDP’ye oy veren seçmenin yaklaşık yüzde 95’i Kürt’tür. Kürtlerin sosyolojik gerçeğini bilerek hareket etmek ona göre taktik politikalar geliştirmek son derece önemlidir. Bu nedenle AKP’den kopan, dinsel değerleri yüksek olan Kürt kökenli seçmenin ciddiye alınır bir potansiyeli HDP’ye yönelebilir. Burada dikkat edilmesi gereken birkaç önemli nokta bulunuyor: Öncelikli olarak Kürt seçmen tarafından benimsenmiş, özümsenmiş, kabul görmüş bir cumhurbaşkanı adayının çıkartılması. Buna paralel olarak özellikle Batı illerinde İstanbul, Bursa, Kocaeli, Antalya, Adana, Mersin gibi Kürt nüfusunun oldukça yoğun olduğu illerde dinsel değerleri ön planda olan Kürtlere yönelik özel bir seçim çalışmasının örgütlenmesi mutlaka hesaba katılmalıdır. Hele Ramazan ayının başlaması nedeniyle AKP’nin dinsel değerleri çok yüksek düzeyde kullanacağı dikkate alındığında HDP’nin de özel bir planlama yapmasından fayda var.
Üçüncüsü, İyi Parti’dir. Muhafazakâr Kürtlerin bir kısmı Akşener’in partisine yönelme potansiyeli taşıyor. Bunun da devletin uzun vadeli planlarından biri olduğunu hesaplamakta yarar var. Akşener’in özellikle Kürt illerini yoğunluklu olarak gezmesinin nedeni, Kürtlerden yüksek bir oy beklentisi değil, AKP’nin kaybetme olasılığına karşın Kürt bölgesinde devleti temsil eden bir partinin varlığını sağlamaktır. Kürt illerinde İyi Parti’ye zayıf da olsa, belli bir yönelimin olduğu açıktır. Bu nedenle AKP’den kopan muhafazakâr Kürt seçmeninin üçüncü adresi İyi Parti olacaktır.
Kürt seçmeninin kararı sonucu belirleyecektir
Seçimlerde oluşan dengeler dikkate alındığında seçim sonuçlarıyla ciddi düzeyde bir oynama yapılmadığı takdirde Erdoğan’ın ilk turda seçimi kazanma olasılığının zayıf olduğu görülüyor. İlk turda kazanamayan Erdoğan’ın ikinci turda işinin çok daha zor olduğu da tahmin ediliyor. Gelişmeler genellikle MHP-AKP, buna karşılık olarak CHP-İyi Parti- Saadet Partisi ittifakı üzerinde tartışılıyor. MHP nedeniyle AKP, hiçbir şekilde HDP ile görüşme yapmaz. Aynı şekilde MHP’li kadroların ağırlıkta olduğu İyi Parti’nin itirazları nedeniyle muhalefet ittifakı HDP’den uzak duruyor. Ancak özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde anahtar parti HDP olacağı gibi sistem içi çatışmanın dışında esasen üçüncü bir güç olarak politik rolünü çok daha üst düzeyde oynayabilir.
Burada birkaç saptama yapmak gerekirse;
HDP, içerisinde doğrudan yer almadığı ve dâhil edilmediği hiçbir ittifak adayına ilk turda oy vermemelidir. Böylelikle ilk turda kendi adayını çıkartmalıdır. HDP’nin kendi iç politik dengeleri ve Kürt seçmenin tercihi dikkate alındığında Selahattin Demirtaş aday gösterilmelidir. Demirtaş’ın aday olması, cezaevinde olması nedeniyle bir kısım sıkıntıları olsa da, tersine bu durum Kürt kitlesinde önemli bir avantaja dönüşebilir. Belirleyici olan güçlü bir çalışma yapmak ve toplumun bütün dinamikleriyle buluşabilmektir. Birinci turda cumhurbaşkanı seçilmediği takdirde ikinci turda HDP çok yönlü ittifakların merkezi haline gelecektir. Bir başka ifadeyle kilidin anahtarı HDP’de olacaktır. Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçiminde Kürt sorununun çözümüne ve ülkenin demokratikleştirilmesine yönelik ilkeler esas alınmak üzere Demirtaş’ın cumhurbaşkanı yardımcısı olarak ön plana çıkartılması fikrinin gündeme getirilmesi sağlanabilir. Özellikle Kürt kitlesinin tercihleri dikkate alındığında Demirtaş olmadığı takdirde, Ahmet Türk ve Osman Baydemir’in isimleri gündeme gelebilir.
Demirtaş’ın adaylığı netleştikten sonra merkezde ve illerde Cumhurbaşkanlığı seçimi için koordinasyonların oluşturulması ve bunların çok aktif olarak çalışması zorunlu bir ihtiyaçtır.
Bir başka önemli nokta da, HDP’nin üçüncü muhalefet grubunu örgütlemek için acilen harekete geçmesi gerekir. Dikkatini AKP ve CHP merkezli ittifaka vermeden esasen Türrkiye’nin demokratik muhalefetini oluşturarak seçimlere girecek geniş bir platform oluşturması gerekir. Zaman oldukça sınırlı olduğundan hızla adım atılması ve tartışmalara boğulmadan bütün demokratik güçleri kapsayacak bir muhalefet blokuyla seçimlere girilmesi gerekir. Milletvekili hesapları gibi basit tartışmalara girmeden, bu tür anlamsız tartışmalara izin vermeden demokratik muhalefeti bir araya getirerek seçimlere girilmesine yönelmelidir. Böylesi bir yönelim HDP’nin oy oranını rahatlıkla yüzde 15 civarına yükseltir. Hem parlamento aritmetiğini hızla değiştirir hem de ikinci turda cumhurbaşkanlığında kilit parti olur ve sistemin iç dengelerinde etkili olur.
Ayrıca, AKP’den kopma eğiliminde olan özellikle büyük kentlerdeki Kürt seçmen kitlesinin HDP’ye kanalize edilmesi için çok yönlü bir çalışmanın yapılması oldukça önemlidir. Özellikle İstanbul’da HDP’nin oy oranını 7 Haziran 2015 seçimindekinin üstüne çıkartmak özellikle Türkiye ortalamasını çok ciddi oranda değiştirecektir. HDP’nin örgütlerinde ciddi sıkıntılar olsa da Kürt seçmen kitlesi HDP’yi daha üst düzeyde sahiplenir.
Birkaç Ek:
Gül-Erdoğan denklemi esasen Türkiye toplumunun sosyolojik yapısını açıklıyor. İslamcı eğilimlerin geliştiği, muhafazakarlık eğilimlerin hızla yükseldiği bir toplumsal gerçeklikle karşı karşıyayız. Bu nedenle cumhurbaşkanı adayı profilinin bu kesimlerden oy alması gerektiğinin sıklıkla dile getirilmesi somut bir gerçeği ifade ediyor.
Gül, muhalefetin tek adayı olarak kabul edilmediği sürece aday olmaz. Aynı şekilde Londra ve Washington’dan kesin güvence ister. Bu ikisi sağlandığında aday olur. Yoksa olmaz. Gül’ün adaylığı, “Erdoğan tek adam rejimini kuruyor. Diktatörlük kuruldu, Erdoğan gitsin kim gelirse gelsin” gibi bir strateji üzerine kurulacak. Bu son derece tehlikeli bir bakış açısıdır. Bu yaklaşım adaylarla ilkeler ve talepler üzerinde bir anlaşmanın yapılmasını engelleyecektir.
Her şeye rağmen Erdoğan’ın birinci turda seçilmesinin zor olduğu görülüyor. Burada Gül, aday olmadığı takdirde CHP’nin adayı önem kazanıyor.